Osmanlı İmparatorluğu’nda bir şehzadenin eğitimi oldukça önemli bir yere sahipti. Nitekim doğan şehzadeler herhangi bir problem olmaması durumunda, ileride imparatorluğu yönetecek kişiler olarak görülürlerdi. Bu yüzden onların her yönüyle ciddi bir eğitime tabi tutulmaları gerekmekteydi.
Osmanlı Tarihi’nde padişah çocuklarının temel eğitimi sarayda başlardı ve çocuk doğduğu zaman kendisine hemen bir daire ayrılarak, sütnine, kalfa ve cariyeler tayin olunurdu. Böylece şehzadelerin, ilk eğitim çalışmaları başlatılmış olurdu. Çocuğun eğitimiyle kendi annesiyle dadı ve kalfası uğraşır, yürümeye başladıktan sonra, ya kalfaları ya da dadısı ile beraber bahçelerde diğer çocuklarla, küçük cariyelerle oynayarak vakit geçirirdi. Okuma çağına gelince, kendilerine hoca tayin edilen ve törenlerle derslere başlatılan şehzadeler, hanedanın devamını sağlayacaklarından ve içlerinden biri padişah olacağından dolayı iyi eğitilmelerine önem verilirdi.36 Hocalar eşliğinde eğitime başlayan şehzadelerin temel eğitimleri kendileri on üç yaşına gelinceye kadar devam ederdi. Söz konusu olan yaş durumu bazen farklılık gösterebilmekteydi. Şehzadelere; Kuran okuyup yazma, Arapça, Farsça, Türkçe, Matematik, Mantık, Tarih, Coğrafya okutulurken, özellikle Tanzimat’tan sonraki dönemlerde Batı müziği ile Fransızca dersleri de ve rilmekteydi. Şehzadelere verilen dersler sadece dini ve bilimsel konularda olmayıp, istek ve yeteneğine göre şehzadelere ok atmak, ava gitmek, cirit oynamak, güreş yapmak, ata binmek, gürz kullanmak gibi sporlar ile güzel yazı yazmak, ok ve yay yapmak gibi sanatlar da öğretilirdi. Böylece her yönüyle verilmek istenen eğitim, sadece zihni bir gelişimi değil, aynı zamanda fiziki ve ruhî gelişimleri de kapsamaktaydı.
Osmanlı şehzadelerinin eğitimleri iki kısımdan oluşmaktaydı. Şehzadelerin eğitimlerinin birinci kısmını, henüz sancağa çıkmadıkları dönemlerde saray içindeki teorik eğitim dönemi olarak adlandırılması gereken dönem oluştururken, ikinci kısmını ise sancağa çıkarılmaları oluşturuyordu. Özellikle askeri, siyasi ve idari konuları tatbikatıyla öğrenmeleri için şehzadeler büyük bir törenle (şehzade alayı) uygun sancaklara ‘sancak beyi’ olarak gönderilirlerdi.
Şehzadelerin ‘sancağa çıkarılması’ uygulaması, on altıncı yüzyılın sonlarından itibaren kaldırılırken, bunun yerine ‘kafes hayatı’ denilen ve şehzadelerin ikamet ettikleri yerde sıkı bir kontrol altında tutulmalarını43 sağlayan bir yöntem benimsendi. Osmanlı saltanatı için tam anlamıyla bir felaket olan bu tavır ile şehzadeler saraya hapsedilmiş, cariyelerle birlikte yaşamak zorunda bırakılmış ve toplumdan, ordudan, memleket meselelerinden habersiz şekilde tahta geçtiklerinde, bu büyük görevin gerektirdiği bilgi ve tecrübeden mahrum biçimde devlet adamlarının ellerinde kalmışlardı.44 Kafes hayatının devlet yönetimi adına, bu olumsuz ve de kimi zaman yıkıcı sonuçlarına rağmen, bu dönemi yaşayan şehzadeler açısından verimli geçtiği görülmüştür. Nitekim kafes hayatını yaşayan şehzadelerin bir kısmı kendileri ni daha çok güzel sanatlara vermiş ve bu alanlarda ciddi gelişimler kaydetmişlerdir. Bazıları can sıkıntısından kurtulmak için mücevhercilik, kuyumculuk, tornacılık gibi sanatlar öğrenirken, bazıları da ok ve yay yapımı, fildişi ve abanoz işleme, sahtiyan üzerine nakış yapma ve hat sanatı gibi alanlarla meşgul olmuşlardı.
Selim’in eğitimi konusuna gelecek olursak, o da diğer şehzadelerin tabi tutulduğu mevcut eğitim sistemine tabi tutulmuştu. III. Selim’e daha beş yaşındayken eğitim verilmeye başlanmış ve 1766’da İncili Köşk önünde yapılan “bed’i Besmele” törenine devlet erkânı ve ulema da katılarak ilk dersi Şeyhülislam Dürrîzade Mustafa Efendi vermiştir. İlk eğitimini geleneksel tarzda almaya başlamış olan III. Selim, bu doğrultuda Kur’ânî ve dinî ilimleri tamamlamıştı. Fakat 1770 yılından sonra, babasının hükümdarlığının son yıllarında, dönemin Osmanlı şehzadeleri için alışılmış olandan daha fazla özgür kalmıştır. Mustafa, Osmanlı sultanlarının XVI. yüzyıl ve öncesinde yaptığı gibi, oğlunu devlet işleri için yetiştirmeye başlamış, onu kendisiyle birlikte Divan toplantılarına katılmasını sağlamış ve daha da önemlisi Baron de Tott ve diğerlerinin yönetimindeki yeni topçu ve piyade ocaklarının eğitimlerini izlemeye götürmüştür.48 Böylece III. Selim, serüvenlerini kendisiyle paylaşan ve tahta geçtiğinde onunla birlikte imparatorluğu yeniden canlandırma planları yapan çok sayıda saray hizmetkârının arkadaşlığıyla büyümüştür.
Selim, babasının 1774 yılında ölümüne kadar serbest bir hayat geçirmiş, almış olduğu eğitim ve öğretimin yanı sıra, babasının ona göstermiş olduğu yakın ilgi, onun özellikle İmparatorluğun geleceği hakkındaki düşüncelerinin temelini oluşturmuştur. Ancak babası III. Mustafa vefat ettikten sonra, I. Abdülhamit tarafından kafes hayatına maruz bırakılmıştır. Kafes hayatının katı kurallarına rağmen, I. Abdülhamit, yeğeni III. Selim’e sevgi ve şefkatle davranmış ve kafesin sert ve yıpratıcı hayatını ona yaşatmamıştır. Böylece III. Selim, babasının vasiyeti olan ıslahat fikirlerini bu kafes uygulaması sürecinde olgunlaştırmaya başlamıştır. III. Selim, bir taraftan ıslahat fikirlerini olgunlaştırmaya çalışırken diğer taraftan da güzel sanatlar, müzik ve edebiyat ile ilgilenmiştir. Yaklaşık 11 yıl kadar süren bu dönem, I. Abdülhamit’e kaşı bir komplo düzenlendiği53 ve bunun sonucunda da III. Selim’in tahta çıkarılacağı gibi söylemler ortaya atılınca, onun için sıkıntılı bir sürece girmiş ve bu durum, 1789 yılında kendisi padişah olana kadar devam etmiştir.
Selim’in serbest bir hayattan kafes arkasının bunaltıcı, hareketsiz ve üzüntülü ortamına mahkûm edilişi, onun ruhundaki sanatkâr yönün belki de en güçlü şekilde ortaya çıkmasını sağlamıştır. Selim, 15 yıl boyunca müzikle uğraşmış, besteler yapmış, şiirler yazmıştır. Bu süreç içerisinde güzel sanatlar alanında ciddi anlamda eserler vermiş olan III. Selim, bilhassa mûsiki alanındaki çalışmaları sayesinde yeni makamlar oluşturmuştur. Bunun yanı sıra, içinde bulunduğu durumu ortaya koyan şiirleri de aynı dönemde kaleme almıştır. Bu sıkıntılı dönemde ‘İlhamî’ mahlasını kullanarak düşmanla savaşma azmini dile getiren şiirler yazmış, kötü gidişin tahta çıkmasıyla sona ereceğine dair inancını nazma dökmüş ve bunların yanı sıra, amcasının imamlarından Kırımî Ahmed Kâmil Efendi’den aldığı musiki dersleri, üstün yeteneğinin mahsulü olarak bu dönemde en güzel bestelerini yapmasına vesile olmuştur.
Selim, kafes hayatını sadece güzel sanatlar, el işçilikleri, edebiyat ve şiirle geçirmemiş aynı zamanda imparatorluğun içerdeki ve dışardaki durumu hususunda da elinden geldiği kadar, bilhassa kendisiyle görüşme izni olan kimseler vasıtasıyla öğrenmeye çalışmıştı. Bunun yanı sıra Avrupa’nın durumunu da öğrenmeye çalışmış ve imparatorlukta işlerin kötü olduğunu öğrendiğinde ise sinirlenerek ‘Devleti Aliyye’ye bu rehavet neden iktiza ediyor, ben şimdi saltanatta olsam işler başka türlü olurdu.’ diye söylenirdi.
Kafes hayatı oldukça sıkıntılı olmasına rağmen, Selim, hadiselerden sadece günü gününe haberdar olmakla kalmamış aynı zamanda padişah olacağı gün, devlete vermeyi tasarladığı siyasi hamle için de çalışmaya koyulmuş ve bu çalışmasını ise Fransa Kralı Louis XVI ile haberleşme şeklinde gerçekleşmiştir. Bu davranış Selim’in ıslahat yolunda seleflerinden daha ileri gitmek niyetinde olduğunu gösterir.
Selim, elde ettiği adamları vasıtasıyla Fransa ile temas etmişti; zaten ıslahat münasebetlerinden dolayı Fransa’dan heyetler geliyor; Selim de devletin selametini Fransa ile iyi ilişkilerde bulmuş, esasen vaziyet de bunu gerektirmişti.61 Kendisine bu konularda Fransız elçisi Choisseul Gouffier yardımcı olmuş, Louis XVI’ya göndereceği mektuplar müsvedde halinde Ebubekir Ratip tarafından yazılmış, bizzat Selim tarafından temize çekilmiş ve İshak Bey vasıtasıyla Fransa’ya gönderilmiştir. Ayrıca özel doktoru Lorenzo tarafından da kendisine Avrupa hakkında haberler getirilmiştir. Bu mektuplaşmalar ve haberleşmeler belirli bir süre karşılıklı olarak devam etmiştir. Ancak Avrupa’daki siyasi durumu ve askeri eğitimin nasıl olduğunu öğrenmeye çalışan III. Selim, Fransa Kralı tarafından kendisine gönderilen ve nasihatlerle dolu olan bir mektubu, hem kendisine hem de devletine karşı hakaret saymış ve bunun üzerine Ebubekir Ratip Efendi’ye mecaz ve imalarla dolu cevap niteliğinde bir mektup yazdırmıştır. Bu yazışmaların III. Selim’i, Avrupa’daki siyasi havanın, devlete ne gözle bakıldığının acılı da olsa çıplak gerekçeleriyle yüzleştirdiği ve bir an önce tahta çıkmak arzusunu daha da güçlendirdiği açık bir şekilde ortadadır.
Selim bütün bu araştırma girişimlerini, devletin başına geçtiği dönemde, ıslahat politikalarını daha sistematik ve düzenli bir şekilde yürütebilmek adına gerçekleştiriyordu. Aynı zamanda diğer dünya devletlerinde yürütülen askeri ve eğitim sistemleri başta olmak üzere diğer bütün sistemlerin nasıl olduğunu ve bunların Osmanlı Devleti’nde olabilirliğinin ne ölçüde olacağı hususu da onun için oldukça önemliydi. Fakat XIX. asrın bir “eğitim çağı” olacağını hisseden ve onu kaçırmamak için elinden geleni yapan III. Selim’in, imparatorluğu klasik ıslahat teşebbüslerinin dışında farklı bir anlayışla yenileme çabaları ve iktidarının sonlarına doğru bu süreci yetkin bir biçimde yönetememesi sonucunda hayatına mal olacak derecede başarısızlıkla sonuçlanmış olması, bu süreci sekteye uğratmış ve heyecanla inşa edilen yeni eğitim anlayışı, iktidar mücadelesinin kurbanı olmuştur; ancak katlinden sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olmamış, her alanda yenileşme çabaları daha güçlü bir şekilde geri gelmiş ve imparatorluğun sonuna kadar devam etmiştir.
Şuheda Günçe
SAMER