“De ki: Ey insanlar, size Rabbinizden gerçek (Kur’an) gelmiştir. Artık kim doğru yola girerse ancak kendisi için girer. Kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapar. Ben sizden sorumlu değilim.” (Yûnus, 10/108)
Ayet-i kerimede Rabbimizden bizlere bir hakikatin indirildiği anlatılmaktadır. Bu hakikat de Kur’an’ı ve hak dini anlatan, öğreten Peygamberimizin getirdiği ilkelerdir. Öyleyse dinî inanç ve yaşam tarzı bakımından yüce Allah tarafından gönderilen öğ-retiler ve Peygamberimizin getirdiği ilkeler haktır, doğrudur. Ancak âlemlerin Rab-binden gelen doğru yola uyma konusunda insanlar serbesttirler. Dileyen bu doğru yola uyar ve kendi lehinde bir iş yapmış olur. Kendi yararını gözetmiş olur. Bunun yanında yaptıklarının karşılığını Allah katında görür. Bu ilahî kaynaktan gelen haki-kate uymayan, ondan istifade etmeyenler ise kendi aleyhlerine bir iş yapmış olurlar. Yaptıklarının cezasını da görürler. Dolayısıyla hidayeti tercih eden de, dalaleti tercih eden de kendisi ile ilgili bir iş yapmış olur.
Allah, yukarıda zikredilen ayette Peygamber Efendimizden şunu anlatmasını is-temiştir: “Ben size doğru yolu gösteriyorum. İyi ve kötü olanı anlatıyorum. Sizi zorla Müslüman yapacak değilim. Bana böyle bir yetki de verilmemiştir. Benim yegâne görevim insanları hakikate çağırmaktadır. Tercih hakkı da sizindir. Dileyen kabul eder. Dileyen de inkâr eder. Ben size Hak dini ulaştırdım, sizi tanıştırdım. Sizi aynı zamanda dinin faydalı, yararlı öğretilerine davet ediyorum. Kabul etmenin sizin ya-rarınıza olduğunu da söylüyorum. Kabul etmemeniz durumunda mahşer gününde zarar edeceğinizi ve azapla karşılaşacağınızı da söylüyorum. Bundan sonra sizden dileyen benim çağrıma evet deyip, hakikat yolunu seçer, isteyen de batıl yolu tercih eder. Fakat şunu iyi biliniz ki insan her yaptığından sorumludur. Allah, herkese yap-tıklarından dolayı hesap soracaktır.” Bu durum Kur’an-ı Kerim’in başka bir ayetinde şöyle ifade buyrulmuştur:
“De ki: Hak, Rabbinizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin. Biz zalim-lere öyle bir ateş hazırladık ki, onun alevden duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır.”
İslam’ın hakikatlerini insanlara anlatmak isteyenlerin de aynı tavır içinde olmala-rı gerekir. Çünkü Müslümanın yapması gereken şey, ilahî kaynaklı bilgiyi muhataba ulaştırmaktır. En güzel şekilde, en uygun şekilde anlatmaktır. Bunun ötesinde bir yetkisi ve sorumluluğu yoktur. İnsanları farklı bir yöntemle doğru yola götüreceğini iddia etmek ise sorumsuz işler yapmaya götürebilir. Çünkü insanları güzelliklerle tanıştırayım derken onları büsbütün uzaklaştırabilir. Hakikati anlattıktan sonra kişi-lerin tercihlerine, kanaatlerine saygı göstermek gerekir. Bu konuda bize yol gösteren yine Kur’an-ı Kerim’dir. Yüce Mevla Hz. Peygambere şöyle demesini emretmiştir:
“De ki: ‘Bana, Müslümanlardan olmam ve Kur’an’ı okumam emredildi.’ Artık kim
doğru yola girerse yalnız kendisi için girer. Kim de doğru yoldan saparsa de ki: Ben ancak uyarıcılardanım.”
Dolayısıyla bu emir bütün inananları bağlar. Bir kısım insanlar bu hakikatlere uyarlarken, bunlara uymayanlar da olacaktır. Sonuçta kabul edip etmemek kişi-nin kendisine kalan bir durumdur. Her zaman iman üzerine sabretmek, Allah ve Resûlünün belirlediği ölçülerden vazgeçmemek inanan insanın şiarı olmalıdır. Ta ki ilahî aydınlık, ilahî rahmet, ilahî güzellikler insanları kuşatsın. Çünkü nihayetinde herkesin teslim olacağı tek hakikat İslam’ın getirdiği güzelliklerdir. Yeter ki bu uy-gun bir şekilde anlatılsın, insanların onunla güzel bir şekilde tanışması sağlansın.