“Allah, her kimi doğruya erdirmek isterse onun göğsünü İslam’a açar. Kimi de saptırmak isterse, onun da göğsünü göğe çıkıyormuşçasına daraltır, sıkar.
Allah, inanmayanlara azap (ve sıkıntıyı) işte böyle verir.” (En’âm, 6/125)
İman, insanın Allah ile kendisi ve kâinat arasındaki ilişkiyi görebilmek ve Allah ile irtibat kurabilmektir. Mümin bir insan, etrafına baktığında gördüğü her şeyin ona Allah’ı hatırlatması gibi meydana gelen her olayın da Allah’ın bilgisi ve yaratma-sı dışında olamayacağını bilir. Dolayısıyla mümin başına gelen sıkıcı veya sevindirici bir olayı bu bakış açısıyla değerlendirir. Her iki durumda da Allah’ın kendisini im-tihan ettiğini bilir. Bunun için kötü olaylar karşısında karamsarlığa ve endişeye düş-meden, iyi olaylar karşısında da şımararak azıp sapmadan mümine yakışan olgun tavır ve davranışları sergiler. Gerçekte bu durum her halükârda mümin için gönül ferahlığı, inanmayan için ise karamsarlık, telaş, endişe, şımarıklık veya azgınlığın sebebi oluverir.
Yaratılışımız itibariyle zayıf ve aciz olduğumuzdan hayatımızın her anında bir-takım problemlerle karşılaşmamız kaçınılmazdır. İnanan insanlar olarak bu prob-lemler karşısında Allah’tan yardım diler, O’na sığınır ve O’na güveniriz. Her şeyin ancak kendi izin ve iradesiyle meydana geldiğine inanırız. Şüphesiz, kudret sahibi yüce bir varlığa dayanmamız bizi güçlü ve huzurlu kılar. Bu gerçeğe işaret eden yüce rabbimiz kendisinin bize yardım etmesi durumunda hiçbir gücün bize ga-lip gelemeyeceğini, bizi yardımsız bırakması durumunda ise kimsenin bize yardım edemeyeceğini ifade ettikten sonra inanan insanların kendisine tevekkül etmesinin gerektiğini bildirmektedir (Âl-i İmrân, 3/160). Bu itibarla her türlü darlık ya da geniş-lik her an Rabbimizi hatırımızda tutmamız, her şeyin O’nun bilgisi ve yaratmasıyla meydana geldiğini bilmemiz (Ra’d, 13/28; Hadîd, 57/22-23) mutluluğumuz ve gönül huzurumuzun temel kaynağıdır.
Bu itibarla gündelik hayatında yüce Allah ile irtibatını koparıp, O’nu hatırına getirmeyenler, nefs ü hevâ ve arzularının peşinden sürüklenip gidenler, gönül fe-rahlığı değil, sıkıntı, darlık ve stresli bir ruh hâline mahkûm olurlar. Bu insanların her türlü çabasına rağmen mutluluk ve gönül huzuru sanki onlardan kaçmaktadır. İnsan bazen bu huzur arayışının peşine düşerek onu şeytan işi işlerde bulabileceği gafletine düşer, böylece, nefis ve şeytanın esiri olabilir. Oysa nefis ve şeytanın peşin-den gitmek, huzuru içki, uyuşturucu, yapay eğlencelerde aramak vicdanlarındaki derin ıstırabı dindirmeye çare olmaz; bu ıstırabı daha da artırır. Mümin bir kimsenin sahip olduğu iman kaynaklı basiretten yoksun insanlar, kâinattaki her türlü var-lık ve olay ile Allah arasındaki münasebeti kavrayamadıklarından Allah’ın rahmet ve yardımından mahrum olurlar. Kendilerini yalnızlığa ve huzursuzluğa mahkûm ederek strese düşerler. Yüce Rabbimiz kendisini tanımak ve hatırlamaktan yüz çe-virenleri sıkıntılı bir yaşamın beklediğini bildirmektedir (Tâ hâ, 20/124). Ayrıca, yüce kitabımızda, inançsızlığı tercih ederek şeytanın peşine takılan ve hevasına uyan bir kişinin iç dünyasında yaşadığı kararsızlıklar, gelgitler ve tatminsizlikler, dilini çıka-rarak devamlı şekilde heyecanla soluyan bir köpeğin manzarasıyla tasvir edilmek-tedir (A’râf, 7/175-176).
Sonuç olarak diyebiliriz ki iman etmiş olmak insan için kararlılık ve gönül huzu-runa, inançsızlık ise gönül darlığı, stres ve sıkıntıya giden yoldur.