“İman edip, salih ameller işleyen ve Rablerine gönülden bağlananlara gelince, işte onlar cennetliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır. Bu iki zümrenin durumu, kör ve sağır ile gören ve işiten kimseler gibidir. Bunların durumları hiç birbirlerine denk olur mu? Hâlâ düşünmez misiniz?” (Hûd, 11/23-24)
Mealini verdiğimiz ayeti kerimenin ilk bölümünde yüce Rabbimiz, iman edip salih amel işleyen ve gönülden Rablerine bağlananların cennetlik olduklarına dik-katlerimizi çekmekte ve onların ahiretteki konumlarına işaret etmektedir. Dinimiz-de öncelikli olan imandır. Bundan sonra ise imanın gerekleri olan namaz, oruç, hac, zekât ve insanlık için faydalı olan diğer güzel işler gelmektedir. İman, kavram olarak inanılması gerekli esasların tümünün kalp ile tasdik ve dil ile ikrarından ibarettir. Küfrün zıddı olan iman, âlemlerin Rabbi olan Allah’ı tanımak ve O’na yönelmektir.
Bizler, inandıktan sonra “nasıl olsa iman ettim öyleyse bundan sonra hiçbir şey yapmama gerek yok, bütün mesele hallolmuştur mu?” diyeceğiz; yoksa iman ve İslam dairesine girdik deyip yüce Rabbimizin emirlerini yerine getirmeye mi çalı-şacağız? Elbette iman etmek her şeyin başıdır. İnanmakla çok büyük bir mesafe kat etmiş oluruz. Ancak bunu yeterli görüp ayetin devamındaki salih amel işleyenler ve O’na gönülden bağlı olanlar kısmını dikkate almamak, ayeti bir bütün olarak ele almayıp yanlış anlamak olur. Çünkü iman sadece kuru bir sözden ibaret olmayıp amel yapmayı gerektirir. İman ağacının meyvesidir amellerimiz. Öyleyse imanımızı salih amellerle meyveli hâle getirmeliyiz. İman, zihinlerde hapsolan soyut bir dü-şünce değildir. Bilakis iman, inandığımız şeylerin hayata geçirilmesi, salih amele dö-nüşmesi ve gerektiğinde bu uğurda birtakım sıkıntılara katlanılmasıdır. Bu konuya işaretle Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
“İnsanlar, ‘İnandık’ demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı zannederler. An-dolsun, biz onlardan öncekileri de imtihan etmiştik. Allah doğru söyleyenleri de mutlaka bilir, yalancıları da mutlaka bilir.”
Kutsal kitabımız Kur’an’ın, imandan bahseden ayetlerine dikkat edecek olur-sak, hemen tamamında imanla amelin yan yana zikredildiğini görürüz. Özellikle de iman ve salih amelin birlikte kullanıldığına şahit oluruz. Yüce Kitabımız, amelin imandan bağımsız olmadığının delilleriyle doludur. Çoğumuzun da ezberinde olan Asr suresi başta olmak üzere birçok ayette iman ile amel bir arada zikredilerek şöyle buyurulmaktadır:
“Andolsun zamana ki, insan gerçekten ziyan içindedir. Ancak, iman edip de salih amel-ler işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka
(Onlar ziyanda değillerdir).”
“İnanan ve salih amel işleyenler için, mutluluk ve güzel bir dönüş yeri vardır.”
“İnanan ve salih ameller işleyenler, Rablerinin izniyle, ebedî kalacakları ve içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokulacaklardır. Oradaki esenlik dilekleri ‘selam’dır.”
“İman edip salih ameller işleyenlere gelince; onlara içinden ırmaklar akan, cennetler vardır. İşte bu büyük başarıdır.”
Bu ayet-i kerimelerde hep iman ile salih amelin peş peşe zikredildiğini görü-yoruz. Bu da iman ile amel arasında ayrılmaz bir bağın varlığına işaret etmektedir. İman ile amel arasındaki bu münasebetin Peygamberimizin hadislerinde de sıkça vurgulandığına şahit olmaktayız. Kısa bir örnek vermek gerekirse günlük hayatı-mızda çoğumuzun, karşılaştığı bir hayâsızlık karşısında söylediği hadisinde hayâ kavramının imanla birlikte ifade edildiğini açıkça görmekteyiz. Salih amel sadece ibadetlerle sınırlı olmayıp hayatın her alanını kaplayan bütün güzel davranışları içine almaktadır. “İman yetmiş küsur şubedir. En üst derecesi la ila-he illallah, en alt derecesi, çevreyi rahatsız edici bir engeli yoldan kaldırmaktır.” (Buhârî, “Îmân”, 3; Müslim, “Îmân”, 58) hadisinde görüldüğü gibi iman ile inancın gereği olan salih amel “halka eziyet veren şeyi ortadan kaldırmak” şeklinde sosyal hayata yöne-lik bir ilke olarak birlikte zikredilmektedir.
O hâlde; Müslümanlar olarak, salih amellerle hayatımızı donatmalı ve böylece Rabbimize gerçek anlamda bir kul olmalıyız.