“Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi teker teker bize geldiniz. Size verdiğimiz dünyalık nimetleri de arkanızda bıraktınız. Hani hakkınızda Allah’ın ortakları olduğunu zannettiğiniz şefaatçilerinizi de yanınızda görmüyoruz? Artık aranızdaki bağlar tamamen kopmuş ve (Allah’ın ortağı olduklarını) iddia ettikleriniz, sizi yüzüstü bırakıp kaybolmuşlardır.” (En’âm, 6/94)
Yaratıklar arasında en saygın varlık insandır. Her şey onun emrine verilmiştir. Hiçbir varlığa nasip olmayan aklı sayesinde varlıklar üzerinde tasarruf yapabilmek-tedir. İradesini doğru istikamette kullanabilmesi için de yüce Allah, kitaplar ve pey-gamberler göndermiştir. Peygamberler onlara yaratılış gayelerini ve Allah’ın emirle-rini tebliğ etmiştir. Bazı insanlar peygamberlere kulak vermiş, Allah’a kul olmanın gereklerini yerine getirmeye çalışmış ise de, bazıları sahip oldukları makam ve mala aldanmış ve bunların kalıcı olduğunu zannederek Allah’a ve peygamberlere karşı çıkmıştır.
Yüce Kitabımız bu konuda bazı kişileri örnek vermiştir. Mesela Kârûn bunlardan biridir. Kârûn’a hazineler verilmiş, o, bunları hayır yolda kullanmadığı gibi, böbür-lenmiş, nasihat dinlememiş ve sahip olduğu malın gerçek sahibinin kendisi olduğu-nu zannetmiş ve “Bunlar bana bendeki bilgi ve beceriden dolayı verilmiştir” (Kasas, 28/78) demiş, bu anlayışı ve davranışları sebebiyle helak olmuştur. Firavun ise sıhhat ve saltanatına aldanmış ve helakine sebep olan şu sözleri söylemiştir:
“Ey kavmim! Mısır hükümdarlığı benim değil mi? Şu nehirler de benim altımdan akı-yor (değil mi?) Hâlâ görmüyor musunuz?”
Kur’an-ı Kerim’de ders almamız için hayatları anlatılan bu insanlar sahip olduk-ları mal ve makamlarının devamlı olacağını ve bunların kendilerini kurtaracağını zannetmişlerdir. Fakat durum hiç de böyle olmamıştır. Kendileri ölüp gitmiş, sahip oldukları her şey geride kalmıştır. Üstelik mal ve makamın vebalini de sırtlarında götürmüşlerdir. Yüce Kitabımızda, kişinin kendisine en yakın ve en yararlı olan kim-seler olan kardeşinden, anasından, babasından, eşinden bile kaçacağı belirtilmiştir:
“Kişinin kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçacağı gün kulakları sağır edercesine şiddetli ses geldiği vakit, işte o gün onlardan herkesin kendini meşgul edecek bir işi vardır.”
Peygamberimiz; “İnsanlar kıyamet günü yalın ayak, çırılçıplak ve sünnetsiz ola-rak haşr olunacaklar” buyurmuştu. Bunun üzerine Hz. Aişe;
- Yâ Resûlallah! Kadın ve erkekler bir arada olup birbirlerine bakacaklar mı? dedi. Sevgili Peygamberimiz;
- Yâ Âişe! Durum birbirlerine bakamayacakları kadar kötüdür” buyurdular (Müslim, “Cennet” 56).
Hz. İbrahim’in şu duası bizim için ibret vericidir:
“(Kulların) diriltilecekleri gün beni utandırma! O gün ki ne mal fayda verir ne oğullar! Allah’a arınmış bir kalp ile gelen başka.” (Şuara, 26/87-89)
Dostlar ve dostluklar sadece dünyada değil ahirette de insanın mutluluğuna veya mutsuzluğuna sebep olacaktır. Peygamberlerin mesajlarına uymayıp mal ve maka-mına güvenip şeytana ve din düşmanlarına dost olanlar kıyamet gününde pişman-lıklarını dile getirecekler ancak; iş işten geçmiş olacaktır:
“O gün zalim kimse, (çaresizlik içinde) ellerini ısırıp şöyle diyecektir: Ne olurdu ben de peygamberle beraber aynı yolu tutsaydım! Yazıklar olsun bana, keşke falanı dost edinme-seydim! Andolsun, Kur’an bana geldikten sonra beni ondan o saptırdı. Zaten şeytan insanı yardımcısız bırakıverir.”
Ayet-i kerimede verilen mesajı şöylece özetleyebiliriz: İnkârcılar âhirette, mutlak güç ve hâkimiyet sahibi olan Allah karşısında yalnız ve çaresiz kalacaklar ve onla-rın dünyadaki akraba ve dostları, kendilerini şımartıp azgınlaştıran mal ve mülkler, makam ve mevkiler, Allah’tan başka tapmış oldukları şeyler Allah karşısında onlara zerre kadar fayda sağlamayacak, yardımını umdukları şeyler kaybolup gidecektir.