“İnkar edenler grup grup cehenneme sevk edilirler. Cehenneme vardıklarında oranın kapıları açılır ve cehennem bekçileri onlara şöyle derler: ‘Size içinizden, Rabbinizin âyetlerini size okuyan ve bu gününüze kavuşacağınıza dair sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?’ Onlar da, ‘Evet geldi’ derler. Fakat inkârcılar hakkında azap sözü gerçekleşmiştir. Onlara şöyle denir: ‘İçinde ebedî kalmak üzere cehennemin kapılarından girin. Büyüklük taslayanların kalacağı yer ne kötüdür!’” (Zümer, 39/71-72)
İnsanoğlunun “iman” ile “küfür” arasındaki tercihi, ahiretteki durumu açısından kendini iki farklı sonuca götürmektedir. Cenab-ı Allah dünya hayatında her şeyi çift yarattığı gibi ahirette de Cennet-Cehennem, ceza ve mükâfat gibi çift unsurlar yaratmıştır. Dünyada fıtratı üzere hareket ederek, Yaratan’ı ve rızık vereni tanıyan ve itaat edenle; küfrü, isyanı ve her türlü kötülüğü hüner sayan, nefsini putlaştıran, ki-birlenip Hakk’ı terk eden ve Allah’ın gönderdiği emir ve yasaklara uymayanı, elbetteki yüce Allah eşit görmeyecektir.
Bilenle bilmeyen, çalışanla çalışmayan, iyilikle kötülük, doğru ile yalan, adaletle zulüm, açlıkla tokluk, aydınlıkla karanlık, savaşla barış, nasıl farklıysa imanla küfürde öyle farklıdır. Sonucu da farklı olacaktır. İnananlar ve inkâr edenler fiillerinin karşılığını görmeseydi, imtihanın anlamı kalır mıydı? Çevremizdeki her varlık ve olay, bize ilahî güç ve kuvveti, ilim, irade ve kudreti, kısacası bir yaratıcının varlığını haykırırken; sırf inadı ve kibri yüzünden inkârı tercih ederek nankörlük yapan bir kimse için cehennem; iman edip teslim olan, nefsini ve şeytanı yenmeyi başaran, iyilikler yapan, kötülüklerden kaçınan, haddini bilen bir kul için de cennetin veril-mesinden daha güzel ve daha tabii ne olabilir?
Din gününün sahibi Allah Teâlâ insanlık tarihi boyunca peygamberler gönde-rerek kullarını uyarmış ve aydınlatmıştır. Bütün bu uyarılara rağmen küfürde ısrar edenlere de cehennemin hazırlandığı, adeta cehennemin onları tanıyıp karşılarca-sına kapılarının açıldığı ve cehennem bekçilerinin bu kimselere, hangi nedenle bu kötü duruma geldiklerini bildirdiği zikrettiğimiz âyetlerinde anlatılmaktadır. O gün artık ehli küfrün tutacak dalı kalmamıştır. Vardıkları yerin geri dönüşü de yoktur. Rablerine yakaracak yüzleri de kalmamıştır. Gerçeği anlamışlardır. İş işten geçmiştir. Muhatapları cehennem bekçilerinden ibarettir. Onlara yakarma ihtiyacı duyarlar. Ve şöyle derler:
“Ateşte olanlar cehennem bekçilerine, ‘Rabbinize yalvarın da (hiç değilse) bir gün biz-den azabı hafifletsin’ derler.”
“(Cehennem bekçileri) derler ki: ‘Size peygamberleriniz açık mucizeler getirmemiş miydi?’ Onlar, ‘Evet, getirmişti’ derler. (Bekçiler), ‘Öyleyse kendiniz yalvarın’ derler. Şüphesiz kâfirlerin duası boşunadır.”
Çünkü yalvarıp yakarmaya, af ve mağfiret dilemeye ne hakları ne de yüzleri var-dır. Müminlere gelince;
“Şüphesiz ki, peygamberlerimize ve iman edenlere dünya hayatında ve şahitlerin şa-hitlik edecekleri günde yardım ederiz.”
O gün zalimlere, mazeretleri fayda vermez. Lânet de onlaradır, kötü yurt da on-laradır (Mümin 40/52).