“İnsan için ancak çalıştığı vardır. Şüphesiz onun çalışması ileride görülecektir. Sonra çalışmasının karşılığı kendisine tastamam verilecektir.” (Necm, 53/39-41)
Varlık âleminde her şey bu kanuna boyun eğmiştir. Her varlık, hayatını devam ettirebilmek için sürekli bir çalışma ve çaba içerisindedir.
İslam, mensuplarını güzele, hayra, iyiliğe ve yararlı işler yapmaya çağırır. Tem-bellik, atalet, miskinlik, cehalet, umursamazlık ve maddi bir menfaat uğrunda yüz-suyu dökerek dilenmek gibi duygu ve düşüncelerden de men eder. Bütün başa-rıların yolu çalışmaktan geçmektedir. Çalışma olmasaydı, insanlık ilerleyemez ve hayattan tat alamazdı. Çalışma sayesinde insan, değerli bir hayat yaşar. Çalışma ile boş vakit değerlendirilir, servetler bereketlenir ve gelir artar. İnsan, çalışma ve gay-retinin karşılığını hem dünya ve hem de ahirette görecektir. Yüce Allah, tembel, işsiz ve boş duran kulunu sevmez.
Müslüman, elinin emeğinden daha hayırlı ve daha helal bir lokma yenmediğini; dünyanın ahiretin tarlası olduğunu, burada ne ekerse orada onu biçeceğini ve yap-tığının karşılığını göreceğini çok iyi bilir ve buna göre hayat sürmeye çalışır. Herkes çalışmasının karşılığını mutlaka alacaktır. Dünya ve ahiret saadetine kavuşmanın yolu meşru bir şekilde çalışmaktır.
Kur’an, dünyanın imar edilmesi için çalışmayı teşvik etmiştir. Rızık, insana hiç çalışmadan verilecek değildir. Rızık, ister beden ve adale gücü gerektiren bir iş ol-sun, isterse ilim veya düşünce gerektiren iş olsun, ancak ciddi bir gayret, çalışma ve görevini yerine getirmede fedakârlık neticesinde insana verilir. Başkalarının el eme-ğine dayalı olarak yaşamak, dinimizde tasvip edilmez. Çalışmaya gücü yeten herkes çalışmak, alın terini dökmek ve gayret etmekle yükümlüdür.
Çalışmayı ve meşru yoldan kazanmayı emreden dinimiz, tembelliği insanlığın kurtuluşuna mani olan büyük engellerden saymış ve insan için en büyük zevkin, çalışmalarının semeresini görmek olduğunu ifade etmiştir. Peygamberimiz,”Hiçbir kimse kendi elinin emeğinden daha hayırlı bir yiyecek asla yememiştir. Allah’ın peygamberi Dâvûd (a.s) da kendi emeği ile kazandığından yerdi.” (Buhârî, “Büyü”,15) buyurmaktadır.
Hem dünya hem de ahiret için çalışmalıyız. Dinimiz, ikisini birbirinin tamamla-yıcısı olarak kabul etmektedir. Zira dünyayı ahiretten ayırmak imkânsızdır. Ruhu-muz bedenimizle nasıl kaynaşmış ise, ahiret de dünya ile öyle kaynaşmıştır. İnsan, çalıştığının karşılığını hem dünyada hem de ahirette alacaktır. Gücü yeten herkes çalışmak, alın terini dökmek ve gayret etmekle yükümlüdür.
Kur’an’da, “Allah’ın sana verdiği şeylerden ahiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma. Allah sana iyilik yaptığı gibi sen de iyilik yap ve yeryüzünde bozgunculuk iste-me. Çünkü Allah bozgunculuğu sevmez.” (Kasas, 28/77) buyrulmaktadır. Peygamberimiz (s.a.s) de, “Sizin en hayırlınız, ahireti için dünyasını, dünyası için ahiretini terk etmeyip, her ikisini birlikte yürüteninizdir. Zira dünya ahirete ulaştırıcı bir vasıtadır. Sakın insanlara yük olmayınız!” (Feyzü’l-Kadîr Şerhu Câmii’s-Sağir, Hadis No: 55794) diye buyurmaktadır.
Kur’an, insanın dünyadan elini eteğini çekip, mutlak olarak zühd yoluna girme-sini ve kendini tamamen ibadete vermesini istemediği gibi insanın tamamen dünya-ya yönelmesini, sırf dünya için çalışmasını ve maddeye karşı aşırı hırs göstermesini de istememektedir.