“İnsanlara bir zarar dokunduğu zaman, rablerine yönelerek ona dua ederler. Sonra Allah onlara kendinden bir rahmet tattırınca da, bir bakarsın ki içlerinden bir grup Rablerine ortak koşuyorlar.” (Rûm, 30/33)
Bu ayette insanların dua ile olan alakalarından ve hangi durumlarda duaya mü-racaat edildiğine vurgu yapılmaktadır.
Dua, insanın istek ve arzularının yerine getirilmesi talebidir. Dua; kul ile Allah arasında olması gereken en önemli bağdır. Ama insanlardan bazıları buna daima ihtiyaç duyup dua ve ibadetten kopmazken bazıları yalnızca sıkıntılı ve problemli olduğu zamanlarda duayı araç olarak kullanıp Allah’a yalvarmaktadır.
Kulunun davetine icabet eden yüce Allah kabul kapısını her zaman açık tutmak-tadır. Mümin sûresinin 60. ayetinde yüce Allah; “Rabbiniz şöyle dedi: Bana dua edin, duanıza cevap vereyim. Bana kulluk etmeyi kibirlerine yediremeyenler aşağılanmış bir halde cehenneme gireceklerdir” buyurmak suretiyle kulun dua etmesi hâlinde Allah’ın kabul edeceğini vaat etmiştir. Böylece ne zaman dua yapılacağı konusunda herhangi bir ayırım yapılmamıştır.
Yüce Allah insanı hatasıyla kabul ettiğini, duasını kabul edeceğini açıklamakla insanlara olan rahmetini göstermektedir. Bu husus Bakara suresinin 186. ayetinde; “Kullarım, beni senden sorarlarsa (bilsinler ki) gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm. O halde, doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar, bana iman etsinler” şeklinde ifade edilmektedir. Bu ayette Allahu Teala’nın özellikle biz kullarına çok yakın oluşu dile getirilerek bu anlayışla rab-bimize yönelmemiz gereği üzerinde durulmuştur. Bu kadarıyla da kalmayıp “Dua edenin duasını kabul ederim” açıklamasıyla da insan için fırsatların devam ettiği, kurtuluşun Allah’a yönelişte olduğu açıkça ifade edilmiştir.
Bizler dua kapılarının açık olduğunu unutmamalıyız. Hatta hatamızı anlayıp Allah’a yöneldiğimiz zaman ayrı bir değer de kazanmaktayız. Furkân suresinin 77. ayetinde; “(Ey Muhammed!) De ki: Duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin.” bu-yurulması da duanın önemini, hatta hayatın bir parçası olduğunu göstermektedir.
Dua hem kişinin kendi istek ve arzularıyla hem de karşılaştığı olaylarla ilgili ola-bilir. Hangisi olursa olsun duada samimiyet esastır.
Dua mademki yaratan Allah ile olan yakınlık ve münasebettir. O halde her za-man bu yakınlık canlı tutulmalıdır. İnsanın insana olan ilgisi nasıl sadece ihtiyacı olduğu zaman hoş karşılanmaz ise kulun da yalnızca zorda kaldığı durumda duaya yönelmesi hoş bir şey olmaz. Çünkü bağlılığın en güzel olanı daimi ve içten olanıdır. Kişiyi yalnızca içinde bulunduğu şartların yönlendirmesi hâlinde duaya yönelmesi insan için bir eksiklik olur. Hâlbuki insanın her zaman duaya ihtiyacı vardır. Yalnız-ca mecbur olduğu zaman dua eden insanın bu davranışı hoş karşılanmamaktadır. Konu başlığı olarak yer alan ayette “İnsana bir zarar dokunduğu zaman Rablerine yönelerek dua ederler.” şeklindeki açıklama insanların acziyetinin, çaresizliğinin ifa-desidir. Bu acziyet ve Allah’a karşı güçsüzlük hâli her zaman var olan bir durumdur. Dolayısıyla bu bilinç ve anlayışla daima dua kapısı aralanmalıdır. Aksi halde Allah’a karşı samimiyet değil, adeta çıkarcılık anlayışı hâkim olmaktadır. Bizler böyle olma-ması gerektiğini bilmeli, Allah’ı unutmayıp hep bu gücü yanımızda hissetmeliyiz. Zararın giderilmesinin Allah’tan olduğu bilicine sahip olup Allah’ın lütfunu unut-mamalıyız. Şayet unutulursa ahirette bu gerçeğin ortaya çıkacağını hatırlamalıyız.
Bütün bu izahlar sonrasında aczimizi bilerek Allah’a yakınlık oluşturan kulluk bilincimizi ve ibadet hayatımızı daima canlı tutmamız gerekmektedir.
İnsan Allah’a karşı büyüklenemez, kibir edemez. O’ndan uzak kalamaz. Çünkü Allah yaratıcıdır, kul ise yaratılandır.
Kul Allah’a daima muhtaçtır. Bu nedenle her zaman O’nun yardımını dilemeli ve isteklerini O’na sunmalıdır.