“Öyleyse, bir işi bitirince diğerine koyul. Ancak Rabbine yönel ve yalvar.” (İnşirah, 94/7-8)
Dinimiz İslam helâlinden çalışmanın, nafaka temin etmenin büyük bir sevap olduğunu belirtmekte ve Kur’an’da kişiye ancak çalıştığının verileceği beyan edil-mektedir (Necm, 53/39). Buna bağlı olarak, “İki günü eşit olan ziyandadır” anlayışıy-la Müslümanlar çalışmanın önemini kavrayarak, statik değil daha dinamik olmayı, daima ilerlemeyi hedef olarak görmüşlerdir. Her şeyde örnek olduğu gibi çalışma konusunda da bize örnek olan Hz. Peygamberimiz, “Hiç kimse kendi elinin emeği ile kazandığından daha hayırlı bir lokma asla yiyemez” (Buhârî, Büyu’, 24) buyurarak helâlinden kazanmanın önemine vurgu yapmıştır. Yine aynı Peygamber, çalışmayıp tembel olmaktan Allah’a sığınmış ve “Birinizin sırtında odun destesi taşıması, versin veya vermesin, insanlara gidip el açmasından daha iyidir” (Buharî, “Büyu”, 26) buyurmak suretiyle dilenmenin doğru bir davranış olmadığını belirtmiştir.
Peygamberimiz bütün bunları söylemekle kalmamış, bizzat kendisi de söyle-diklerini tatbik ederek biz ümmetine örnek olmuştur. Nitekim o küçüklüğünde çobanlık yapmış, gençliğinde ticaretle meşgul olmuştur. Hatta kendisine “el-Emin” yani güvenilir kimse denmesi de ticaret ve tabii yaşamındaki dürüstlüğüne istinaden verilmiş bir lakaptır. Hz. Peygamber Efendimizin Mekke’den Medine’ye geldiğinde inşa ettirdiği mescidin yapımı esnasında bizzat sırtında kerpiç ve taş taşıması da çalışmanın önemi açısından ayrı bir güzelliktir.
Hz. Peygamberin çalışması gelişi güzel olmamış ve bizlere bugün dahi hepimizin ihtiyaç duyduğu bir ilkeyi öğretmiştir. O ilke ise, kişi hangi iş, statü ve konumda olursa olsun yaptığı işi, iyi ve güzel yapmasıdır. Bugün buna çalışma hayatında “ka-lite” demek de mümkündür.
Çalışmak, insana huzur verir. Huzursuzlukların pek çoğu ise işsizliktendir. Bir iş ile meşgul olan kimsenin yanlış şeyler düşünmesi ve yapması mümkün müdür? Bilindiği gibi bir ülkenin muasır ve müreffeh bir seviyeye ulaşması ancak o ülke vatandaşlarının çalışmasıyla mümkündür. Üretmek ve helâl yoldan kazanmak, hem kendi mutluluğumuz, hem de bizden sonra gelecek nesillerin daha rahat ve kim-seye muhtaç olmadan yaşamaları için büyük önem arz etmektedir. İstiklâl Marşı şairimiz Mehmet Akif de, çalışmanın gerekliliğine olan inancını şu dizeleriyle açığa vurmaktadır.
“Ey dipdiri meyyit, iki el bir baş içindir Davransana şimdi el de senindir, baş da senindir”
İslam dininin çalışmaya verdiği önem ortada iken, Müslümanların bugünkü hâllerinin bu açıdan çok parlak bir seviyede olduğunu söylememiz ne yazık ki müm-kün değildir. O halde daha çok çalışmak, ilerlemek, helâlinden kazanmak ve üret-mek hepimizin üzerine düşen bir görev olmalıdır. Hangi meslek ve işi yapıyorsak yapalım, onu hakkıyla yapmalı, kazandığımızı da hak ederek almalıyız. Bir kimseyi kendi işyerimizde çalıştırıyorsak onun hakkını alın teri kurumadan vermeliyiz. Bu aynı zamanda karşılıklı işçi-işveren sevgisinin kazanılmasına da etki sağlayacaktır.
Bir işte çalışıp ekmeğimizi oradan kazanan bir işçi isek “bu kadar ücrete ancak bu kadar iş olur” demek suretiyle çalışmamızda ihmal ve tembelliğe gitmemeliyiz. İşsizliğin had safhada olduğu bir yerde, alın terimizle nafakamızı temin etmek he-pimizin boyun borcu olmalıdır. Gönül ister ki, göklere boy veren minarelerimizin yanında aynı heybetle yükselen fabrika bacalarımız da olsun. İşte bunun için herkes üzerine düşen görevi yapmalı, tembellik, atalet ve sefaletten uzak durmalıdır. İslam asla çalışmaya, zengin olmaya, üretmeye karşı değildir. İslam başkasına muhtaç ol-maya, dilenmeye ve tembelliğe karşıdır.