“Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar Allah’ı tespih ederler. Her şey O’nu hamd ile tespih eder. Ancak, siz onların tespihlerini anlamazsınız. O, halîm’dir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir), çok bağışlayandır.” (İsra, 17/44)
Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de kâinatla ve eşyanın varlığı ile ilgili çok sayıda ayet bulmak mümkündür. Bu ayetlerde etrafımıza, yakın çevremize -yeryüzüne- ve uzak çevreye -gökyüzüne- bakmamız öğütlenerek dikkatimiz çekilmekte ve onlar hakkında düşünüp ibret almaya davet edilmekteyiz. Dikkatle baktığımızda bu ayet-lerin zikredilmesinde dört ana hedef görülmektedir. Bunlardan birincisi, tabiî var-lıklar ve olaylarla, Allah’ın varlık ve birliğine, ölümden sonra dirilişe ve bazı metafi-zik konulara delil getirmektir. İkincisi kâinatın bizzat yapısı ve çeşitli tabiî olayların meydana gelişi hakkında doğrudan temel bilgi vermektir. Üçüncüsü kâinatın insan için yaratıldığını ve maddî ihtiyaçları için emrine amade kılındığını hatırlatırken, dördüncüsü de tabiatın korunması gerektiğini bizlere öğretmektir
Yukarıda verdiğimiz ayette, Allah’ın yarattığı tüm varlıkların kendi hâl dilleriyle O’na ibadet edici olduğunu ve daimi surette yüce Yaratıcının varlıklarla ilişki içerisin-de bulunduğunu göstermektedir. Bu, bize kâinatın manevî yönünü göstermektedir.
Yüce Allah’ın Kur’an’da zaman zaman ağaç ve bitki türlerine yemin etmesi, bu varlıklara verilen öneme işaret etmektedir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de sadece “ağaç” lafzının geçtiği ayetlerin sayısı azımsanmayacak bir boyutta (yirmi sekiz adet)dır. Bütün bunlardan, Allah’ın yarattığı her şeyin, maddî değerinin yanında manevî bir değerinin de olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla her şey O’nun emrinde ve zikreden bir varlık olarak O’nun varlığının müjdecisidir. Tüm varlıklar O’nun hikmetinin eseridir ve hiçbirisi lüzumsuz yere yaratılmamıştır. Bundan dolayı varlıklar kıymet verilmeye layık olup onların keyfî bir şekilde yok edilmesi dinimizce yasaklanmıştır. Nitekim Kamer suresi 54/49.ayette her şeyin bir ölçüye göre yaratıldığı belirtilirken, Rum suresi 30/41’de insanların elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde bo-zulma -fesad- çıkacağı hatırlatılmıştır.
Tüm ibadetlerinde Allah’a teslim olmaya çağrılan inananların, bilhassa hac iba-deti gibi dünyanın her tarafından gelen yüz binlerin bir arada bulunduğu izdihamlı anda bile ihramlı iken canlıları öldürmekten ve tabiata zarar vermekten sakındırıl-maları çok manidardır.
Hz. Peygamber (s.a.s) Efendimiz hayatta iken bu konuda da -bırakınız keserek, ya-karak yok etmeyi- bize örnek olacak şekilde boş arazileri ormanlaştırmıştır. Resûlullah (s.a.s) Zû-Kad gazvesinden dönerken -bir zamanlar orman olan- Zureybu’t-Tavîl’e gel-diği zaman, Ensar’dan Harise oğulları; Ya Rasulallah burası bizim deve ve koyunları-mızın otlağı, kadınlarımızın gezintiye çıktığı yerlerdir, diyerek el-Gâbe’nin yerini işaret ettiler. Bu konu üzerine Allah Resûlü “Kim buradan bir ağaç kesecek olursa, onun karşılığı bir ağaç diksin” diye emretmiştir. Bundan sonra ağaçlar dikilmiş ve el-Gâbe (ormanı) meydana gelmiştir (Belâzûrî, Fütûhu’l-Buldan, Beyrut 1958, 1/17).
Yine bu konuda “Elinizde bir ağaç fidanı varsa kıyamet koparken bile olsa eğer dikme-ye fırsat bulursanız mutlaka dikin” (Buhârî, Edebü’l-Müfred, Kahire 1379, s.168) emriyle biz-leri yönlendiren Peygamberimiz Medine ve Taif şehirlerini de koruma altına almıştır. Sevgili Peygamberimizin bu güzel uygulaması doğrultusunda İslam hukukçuları da koruma düşüncesiyle, mezarlık ve vakıf arazilerinden kamu yararına kullanılmak şartıyla ağaç kesileceği zaman yerine yenilerinin dikilmesi şartını koymuşlardır.
Resûlullah’ın bu örnekliğine uyan tüm Müslümanlar çağlar boyu gönüllü birer çevreci olarak ağaçlarla ve Allah’ın yarattığı diğer tüm canlılarla ilgilenerek onları korumuşlar ve kurdukları şehirlerde, mezarlıklarında, yaptıkları cami, medrese vb. yerlerde ağaçlandırmaya önem vermişlerdir. Nitekim bazı yörelerde insanımızın do-ğum veya ölüm vesilesiyle hatıra ağaçlar dikmesi gelenek hâlini almıştır. Bu konuda insanımız, dikilen ağacın meyvesinden veya gölgesinden istifade edildikçe sadaka sevabına kavuşulacağı inancıyla hareket etmiştir.
Netice itibariyle içinde yaşadığımız dünyada beşikten mezara kadar olan ağaç ihtiyacımızı karşılarken elimizde bulunan ormanları atalarımızdan miras değil yav-rularımızdan ödünç aldığımız bilinciyle kullanmalı, bu konuda israfa, cehalete, hat-ta kötü bir şekilde kullanarak hıyanete düşmemeliyiz. Elimizde bulunan ormanları yok etmenin kolay, yetiştirmenin zor olduğunu, ormanların azaldığı ülkelerde eroz-yon, heyelan, düzensiz yağış, sel felaketi, kuraklık ve kıtlığın etkili olabileceğini hatırımızdan çıkarmamalıyız.