Erken dönem İslam tarihinde bilhassa Basra’da Hasan el-Basri’nin çevresinde oluşan bir züht hareketi dikkati çekmiştir. Bu hareket, nefsi arınmaya, tevazuya ve bireysel dindarlığa vurgularıyla ön plana çıkmış ve zamanla tasavvuf olarak adlandırılacak olan bir geleneğin oluşumuna ze min hazırlamıştır. Hasan el-Basri’nin saygın kişiliği, engin kültürü ve etkili konuşmaları sayesinde bu anlayış Basra’yı aşarak Horasan’ dan Mısır’a ka dar İslam dünyasının çeşitli bölgelerine yayılma imkanı bulmuştur.
Başlangıçta tasavvufun bir zihin hareketi değil gönül hareketi ola rak ortaya çıkmış olması dikkat çekicidir. Ancak bu hareket zamanla baş lıca iki farklı çizgide gelişmiştir. Ebu Sa’id el-Harraz, Cuneyd el-Bağdadi, Haris el-Muhasibi, Serrac, Kelabazi, Kuşeyri ve Gazzali gibi mutasavvıfla rın temsil ettiği Sünni karakterli birinci çizgi geleneksel İslam’ı koruma, diğer dini ilimlerle uyumlu kalma çabasını sürdürmüştür. Bayezid-i Bis tami, Hakim et-Tirmizi, Hallac-ı MansGr, Ebu Sa’id Ebu’l-Hayr, İbnu’l Arabi, lbnu’l-Farız gibi mutasavvıfların temsil ettiği ikinci çizgi ise büyük ölçüde dış kültürlerden aldığı yeni etkilerle her alanda külli hakikate ulaşma yetkisini kendinde gören, bu sebeple zaman zaman geleneksel dini ve akli ilimleri küçümseyerek dini, varlığı, evreni, oluşu ve insanı yeniden yorumlayan ve buna uygun bir hayat felsefesi oluşturan bir dü şünce hareketi haline gelmiştir. Özellikle bu ikinci akımın başta vahdeti vücut olmak üzere çeşitli inanç, düşünce ve yaşam tarzları erken dönem lerden itibaren İslam’ın tevhit akidesine aykırılık, Kur’an ve Sünnet kay- . naklı özgün İslami anlayışa ters olmakla eleştirilmiştir.