“Görmedin mi, Allah güzel bir sözü nasıl misal getirdi? (Güzel bir söz), kökü sağlam, dalları göğe yükselen bir ağaç gibidir. Bu ağaç Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara misaller getirir. Kötü bir sözün durumu da; yerden koparılmış, ayakta durma imkânı olmayan kötü bir ağacın durumu gibidir.” (İbrahim, 14/24–26)
Bu ayetler, bizlere iyinin kötüye, güzelin çirkine, imanın küfre, tevhidin şirke, hakkın batıla üstünlüğünü etkileyici bir benzetmeyle tasvir ediyor. Buna göre “güzel söz” dalları göklerde, kökleri de yerin derinliklerinde olan hoş bir ağaç; çirkin söz ise, kökleri yerden kopmuş kötü bir ağaç gibidir. Şimdi veciz bir ifadeyle hakkın ve batılın resmini çizen bu “güzel ağaç” ve “çirkin ağaç” benzetmesini biraz açalım:
Hakkı temsil eden güzel ağacın iki temel özelliği olduğunu görüyoruz. Birincisi sağlam olması, diğeri de verimli olmasıdır. Sağlamdır; en şiddetli rüzgârlar karşı-sında bile sarsılmaz ve yıkılmaz, çünkü kökleri yerin derinliklerindedir. Verimlidir; çünkü her yıl meyve verir. Batılı temsil eden çirkin ağaç ise kökleri yerin yüzeyinde olduğundan temeli sağlam değildir. Sabit bir yeri ve dayanağı da yoktur. Tıpkı hak-kın karşısında batılın sağlam dayanaklardan yoksun olması gibi. Bu yüzden en hafif rüzgârlar karşısında bile savrulmaya müsaittir. Peygamberler “hoş sözü” temsil eden “hoş ağacın” en güzel örneklerini teşkil ederler. Bu durumda “söz”ü sadece ağızdan çıkan bir kelimeye indirgememiz doğru değildir. Buradaki söz aynı zamanda bir tavrı, duruşu, inancı ve öğretiyi ifade etmektedir. Tefsirlerimizde, ayetteki “güzel söz”den kastın tevhid inancının özü lâ ilâhe illallah olduğu ifade edilmektedir. Ger-çekten de en güzel söz kelime-i tevhiddir. Zaten bütün doğru sözler, güzel huylar ve davranışlar bu yüce kelimenin yansımaları değil midir? Tüm peygamberler bu kelimeyi yüceltme uğruna mücadele vermemişler miydi? Bu durumda çirkin ağaç ise, peygamberlere ve onların ilettikleri mesajlara karşı duran, bu mesajları etki-siz kılmaya çalışan her türlü söz, düşünce ve davranışı temsil eder. Kökü toprağın yüzeyinde kaldığı için topraktan da ona hayat veren yağmurdan da faydalanamaz. Meyve vermediği gibi gölgesinden de bir hayır gelmez. İşte bu şekilde batılın da ne kendisine ne de insanlığa sağladığı veya sağlayacağı bir yarar vardır.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), bir hadisinde Müslüman şahsiyeti tarif ederken ‘yaprakları düşmeyen ve her mevsim meyvesini veren bir ağaç’ benzetmesini yapar ve ashabına bunun hangi ağaç olduğunu sorar. Kimseden ses çıkmayınca “hurma ağacıdır” diyerek kendisi cevap verir (Buhârî, “Tefsîr (İbrahim)”, 1). Burada hurma ağacı-nın veya meyvesinin faydalarını sıralayacak değiliz. Ancak çoğunlukla meyvesini yi-yerek karınlarını doyurdukları, serinlemek ve dinlenmek için gölgesinden yararlan-dıkları göz önüne alınırsa kurak çöl ortamında yaşayan müminler için bu ağacın ne kadar hayati bir değeri olduğunu anlamamız zor olmayacaktır. İşte mümin, Allah’ın elçisinin gözünde böyle bir ağaç gibidir. Düşüncesiyle, sözüyle ve davranışıyla çev-resine yararlı olur. Yine Resûl’ün ifade buyurduğu gibi “insanların elinden ve dilin-den emin olduğu kimsedir mümin.” (Buhârî, “İman”, 4) Mümini bu kadar yücelten şey şüphesiz ki en yüce olan Allah’ın sözünü (Tevbe, 9/40) vicdanının derinliklerinde ve davranışlarında taşımasından kaynaklanmaktadır. Bu yüzdendir ki, aynı zamanda mümini temsil eden “güzel ağacın” dalları yükseklerdedir. Çünkü faydalı davranış-larıyla “güzel sözü” göklere, yücelere taşıyan mümindir (Bk. Fâtır, 35/10).
Müminin, Allah ve Resûlü nazarındaki bu itibarı, inananlar olarak bizleri onur-landırmakla beraber aynı zamanda bize ağır bir sorumluluk da yüklemektedir. Zira bu şerefe nail olabilmek onu liyakatle taşıyabilme çabasıyla mümkündür. O halde Allah Resûlü’nün benzetmesinde ifadesini bulan hurma ağacı misali her tarafımız-dan fayda dökülen bir karaktere sahip olmak durumundayız. Bizler bu çaba içinde olduğumuz müddetçe şuna kesin olarak inanmalıyız ki Allah hem dünya hem de ahirette sahip olduğumuz bu sağlam inançla ve sözle bizleri ayakta tutar. Ancak bu sayede çeşitli bela ve musibetlere karşı dayanma gücüne sahip oluruz.