“De ki: Bizim için siz, (şehitlik veya zafer olmak üzere) ancak iki güzellikten birini bekleyebilirsiniz. Biz de, Allah’ın kendi katından veya bizim ellerimizle size ulaştıracağı bir azabı bekliyoruz. Haydi bekleyedurun. Şüphesiz biz de sizinle birlikte beklemekteyiz.” (Tevbe, 9/52)
Bu âyet-i kerime savaşa katılmaktan kaçınıp bu konuda Hz. Peygamberden izin isteyen münafıklara karşı, Hz. Peygamberin buyruklarına mal ve canlarıyla gönül-den boyun eğip seferber olan müminlerin akıbetini müjdelemektedir. Âyet, insanlık tarihinin kaçınılmaz gerçeği olan savaş hâline işaret ederek müminlere bu konuda manen destek olmakta, onların moral bozukluğuna düşmemeleri gerektiğini bildir-mektedir. Zira gerek Allah yolunda gerekse özgürlük ve yurtlarını koruma uğrunda Müslümanların verdiği savaşın sonucu, iki güzelliği beraberinde getirir: Ya şehitlik ya da gazilik. Gerçekte inananlar için bir muharebenin sonucunda üçüncü bir şık söz konusu edilmez. Yani mümin hak uğrunda mücadele edip, bunun için elinden gelen gayreti gösterdiği takdirde sonuç istediği gibi tecelli etmemiş olsa da Allah indinde yine zafer olarak yazılır. Yeter ki hadiseleri iyi değerlendirip ibret almasını bilelim. Tıpkı bizzat Peygamberimiz Hz. Muhammed’in iştirak edip kumanda ettiği Bedir ve Uhud savaşlarında olduğu gibi. Bedir mutlak zafer iken, Uhud, müminle-rin gönül burukluğuyla sonuçlanmıştı. Ama Uhud ibret alma yolunda müminlerin önünü açan ve daha nice başarıları peşi sıra getiren gerçek bir zafere dönüşmüştü.
Önemli olan vatan müdafaası, hakikat ve hak uğrunda gerektiğinde savaşabil-mek, canını ve malını vermekten kaçınmamaktır. Böyle bir iman ve anlayışla verilen her mücadelenin mutlak sonucu Allah indinde başarı ve mükâfattan başka bir şey değildir. Allah’ın kullarından istediği, inanç, amel ve samimiyetle işine sarılmaktır. O, hiçbir kimseyi kendi güç ve kudretini aşan işlerden dolayı sorumlu tutmaz. Bu itibarla bize göre mağlubiyet gibi görünen bir sonuç Allah katında zafer olarak ya-zılabilir. Bunun zafer, ölümün tecelli ettiği durumda “şehitlik” makamına ulaşmış olmak, ölümün tecelli etmediği durumda ise “gazilik” denilen manevi rütbeyi hak etmiş olmaktır.
Yine âyet-i kerimede iki güzellik olarak nitelendirilen sonuç şu şekilde anlaşı-labilir: Müslüman hayatta ya hayır ve bereketlerle karşılaşır; Allah’a şükrederek sa-yısız sevap alır, ya da bela ve musibetlerle karşılaşır; sabır ve tahammül göstererek karşılığında yine büyük sevaplar alır. Öyle ki ölüm bile mümin için güzelliklerle doludur. İnsanlar çalışarak ve emek sarf ederek birçok rütbe elde edebilir. Ancak bu rütbelerin, gerek Allah katında gerekse insanların yanında en ulvi olanı şehitlik ve gaziliktir. Bu fedakârlığın ne kadar ulvî bir davranış olduğu hepimizce malumdur. Nitekim yüce Allah; “Allah yolunda öldürülenlere ‘ölüler’ demeyin. Hayır, onlar diridir-ler, ancak siz bunu bilemezsiniz” (Bakara, 2/154) buyurmuş ve şehitliğin ne kadar ulvi olduğunu bize ifade etmiştir.
Aynı şekilde Allah Resûlü de gaziliğin ne anlama geldiğini anlatırken; “Bir kimse Allah yolunda şehit olmayı can-ü gönülden isterse, yatağında ölse dahi Allah onu şehitler derecesine ulaştırır.” (Müslim, “İmare”, 46) buyurarak hem şehitliğin hem de gaziliğin önemini vurgulamıştır.