Sadri Maksudî’nin “Emeller üstâdı” olarak andığı “ulu milletçi” ve Yusuf Akçura’nın tâbiriyle hiç kimsenin onun kadar “bütün Türklük gayesini vuzuh, sebat ve ısrarla nazariyatta takip, fiiliyatta tatbik etmeye” çalışmadığı, Türklüğün, milliyetçilik târihi içinde yer alan en büyük öğretmenlerinden olan İsmail Gaspıralı, Bahçesaray’a iki saatlik mesafedeki Avcıköy’de doğdu. Gaspıralı unvânı ise babasının doğduğu, Kırım sâhilindeki Yalta ve Alupka şehirleri arasında yer alan Gaspıra köyünden gelmiştir. On yaşı civârında Akmescit Gymnasium’una gönderilip burada iki sene kaldıktan sonra Varonej şehrindeki askerî mektebe naklolunup oradan da Moskova Askerî İdâdîsi’ne yerleştirildi. Bu Rus başkentinde Türk düşmanı Slavcı bir muhit içinde yer alması, gönlünde ilk millî canlanışlara vesîle olmuş olmalıdır ki 1867’de Girit isyânını bastırmak için kanlarını döken Osmanlı soydaşlarına katılmak üzere bir arkadaşıyla İtil ve Özü nehirlerini kürekle kırk beş günde geçerek Kırım’a gelip Odesa’ya ulaştılar; fakat pasaportları olmadığı için İstanbul’a gidemediler. Hamdullah Suphi Tanrıöver bu yolculuk için, “İsmail Bey’in bu küçücük genç ruhunun Türk’e yardım için bu atılışı ömrünün son nefesine kadar devam etti” diyerek hayâtının sonraki safahatını bu millî çıkışıyla belirlediğini ifâde edip bu sergüzeşte “Yarın Turan şairleri millî beyitlerinde bu yolculuğu yırlayacaklar, ressamlarımız mekteplerde okuyan çocuklarımız için, baba ocaklarında gözlerini açan yavrularımız için onun resmini yapacaklar, yarınki genç analar çocuklarına bu yolculuğun hikâyesini ilâhî, kutsî eserleriyle anlatacaklardır” sözleriyle millî bir kutsiyet atfetmiştir.
Bu hâdiseden sonra Moskova’ya dönmeyen ve Bahçesaray’daki Zincirli Medresesi’nde Rusça muallimliğine tâyin edilen, Zincirli’de bulunduğu zaman zarfında Rus düşüncesi ile bizdeki “Halka Doğru” hareketine de esin verecek halkçı ve Batılılaşma yanlısı cereyanlar hakkında kafa yormuş olan Gaspıralı, 1869’da Yalta’daki Dereköy mektebine gönderilmiş, burada vazîfesi hâricinde Türkçe dersleri de vermiştir. Gaspıralı’nın aklında Türkiye’ye gelip zâbit olmak fikri hep vardı; fakat Rusya’da yarım bıraktığı askerî eğitimle bunun olamayacağını anlayınca görgü ve bilgisini artırıp Fransızca öğrenmek için evvelâ Paris’e gitmesi gerektiğine kanaat getirdi. Böylece 1872’de Yalta’dan ayrılarak 1874’e kadar kalacağı, bu vesileyle Avrupa medeniyetini, Yusuf Akçura’nın tâbiriyle “olduğu gibi, güzellik ve çirkinlikleriyle, iyilik ve kötülükleriyle öğrenmek ve bu hayâtın bin türlü mevâni ve müşkilâtıyla cenkleşe cenkleşe” yaşayarak tanıma imkânı bulacağı Paris’e gitti.
1874’te Marsilya üzerinden İstanbul’a gelen Gaspıralı, cerîde-i askerîyede tercümanlık eden amcasının yanında kalarak bir yandan zabitlik imkânları için çeşitli kapıları çalmaya başladı; fakat talepleri sürüncemede bırakıldığı için 1875’te Kırım’a döndü. 1878’de Bahçesaray belediye başkanı seçildi ve bu görevde dört sene kaldı.
Gaspıralı, 1882’de Kazan eşrâfından Akçuralar âilesine mensup fabrikatör İsfendiyar Beyin kızı Zühre Hanımla tanışıp zengin ve soylu bir derebeyi neslinden gelen İsfendiyar Beyin muhâlefeti sebebiyle onu kaçırarak evlenmiş ve böylece Türkçülüğün bizdeki öncü sîmâlarından olan Yusuf Akçura ile de hısım olmuştur; zîrâ Zühre Hanım, Akçura’nın halasıdır.
Kafasındaki millî projeleri hayâta geçirmek için o devrin en önemli münâkale aracı olan bir gazete çıkarmak isteyen Gaspıralı’nın bu yoldaki ilk çabaları 1879’da reddedildi. Emeline, 1883 yılında erişti ve bir muharririn ifâdesiye, “bahar güneşiyle dünya dirilip çiçeklendiği günlerde, uzun yıllardan beri karlı kefenlerle örtülüp ölü gibi uyuklayan şimâl Türklerinin de ilk beyaz bahar çiçeği” olarak Tercüman gazetesi yayın hayâtına başladı. 1917 yılına kadar neşredilen ve ilk devirlerinde küçük formada Rusça çevirisiyle birlikte 4 sayfa hâlinde çıkan Tercüman, 1905’e kadar Rusya Türklerinin yegâne gazetesi olarak kaldı ve Kırım, Kazan, Kafkasya, Sibirya, Azerbaycan, Batı ve Doğu Türkistan ile Türkiye’de okunarak kendisinden sonraki hiçbir gazeteye nasîb olmayan bir millî coğrafyaya müşterek bir lisanda seslenmiştir. Gaspıralı’nın bu gazete vâsıtasıyla yarattığı umûmî yazı dili, Türkçülüğün dil birliği gâyesinin en önemli ve tek çabası olarak milliyetçilik târihimizde parıldamaktadır. Hedeflediği dilde birlik fikri, 1905 buhrânı sonrasında serbest bırakılan neşir faaliyetleri sonucu sayısı artan Türkçe gazetelerde “Tercüman dili”nin kullanılmasıyla semerelerini vermiştir. İlginçtir ki 19. asrın sonları ve 20. asrın başlarında İstanbul’da basılan bir yayının Kazan’da veya Kâşgar’da bulunmasıyla tesis edildiğini bildiğimiz bu önemli Türklük merkezleri arasındaki râbıta, sonraki yıllara göre çok daha kuvvetliydi.
İsmail Gaspıralı, dilin sâdeleştirilmesi konusunda bizdeki “Yeni lisân” hareketinden çok daha önce, Şinâsî’nin açtığı çığırın hemen sonrasında, 1880’lerden îtibâren yazmaya başlamış, bir imlâ birliği olmamasını, “Türk dili umum tarafından kabul olunmuş kavâide tâbi olmayıp herkes bildiği gibi gelişigüzel söyle(yi)p yazar” sözleriyle eleştirmiştir. Ayrıca özellikle Türkiye’deki “Osmanlı şivesinin Türklükten çıkıp kavmî lisan suretini kaybettiğini” belirterek her ne kadar “şive-i Osmanî”yi cinsleştirmeye, yâni millîleştirmeye çalışan yazarlar olsa da büyük bir sözlük tertip edilmeden bunun mümkün olamayacağını, bu sözlüğün işinin de Türk ulemâsından kurulmuş büyük bir meclis tarafından deruhte edilmesi gerektiğini söylemiştir.
Gaspıralı’nın bir diğer önemli hizmeti de “Usûl-i cedid” adını verdiği yeni bir yöntemle okullardaki eğitimi ıslâh ve bunu bütün Türk coğrafyasına teşmîl etmek düşüncesiydi. 1884’te bu programa uygun ilk mektebi de kendi imkânlarıyla Bahçesaray’da açmıştır. Bu düşünceye hizmet edecek öğretmenleri Bahçesaray’a dâvet edip, gidecekleri yerlerde en az üç kişiyi yetiştirecekleri sözüyle ücretsiz eğitmek, programının yaygınlaşması için bulduğu bir çözümdü. Bu meseleyi tüm İslâm milletleri için ele almış olan Gaspıralı, 1907’de Mısır’da bir İslâm kongresi toplamak için girişimlerde bulunmuş, konu hakkında âlim, fâzıl, edib ve eşraftan 5 – 6 bin kişiye Kâhire’de bir nutuk da îrâd etmiştir. Bu târihlerde Rusya Türklerinden 11 genç onun tavassutuyla İstanbul’a eğitim almak üzere gönderilmiş ve bunlara Rıza Tevfik kendi evinde özel dersler vermiştir. Aynı yolda çalışmak üzere 1910’da Hindistan’a gitmiş, burada aradığı muallimleri bularak “hissiyât-ı İslâmiye”lerini uyandırdıktan sonra “Usûl-i savtiye”yi öğretmiş ve bu usulle eğitim veren ilk müslüman mektebini de iki aylık devam masrafını Tercüman gazetesi kasasından temin ederek açmıştır. Burada üç kişiyi Hindistan’ın bir tarafına giderek yeni usûllerle eğitim verecek okullar açmak sözü karşılığında “Tanrı’nın ve Hint müslümanlarının himmetine havâle edip” Kırım’a dönmüştür. Görülüyor ki onun Türkçülüğü Kırımer’in de belirttiği gibi “İslâmcılığı ile berâber yürümüş ve birbirini itmâm etmiştir.” Akçura’nın, Gaspıralı’nın İslâm’a bakışının “millî hayata derece-i nef’i (faydası) noktasında” olduğunu ifâde etmesine rağmen, Kırımer “İslâm âleminin yükselmesi gayesinde samimî ve buna cidden taraftar” olduğunu kaydetmiştir.
İsmail Gaspıralı’nın hizmet ve gayretleri 1908 inkılâbından sonra Türkiye’de pek çok millî mecrâ ve teşekkülde takdîr toplamış ve bunlardan sitâyişle bahsedilmiştir. Ölümünden bir gün önce ettiği dua, hayat ve gayretlerinin muhassalası gibidir ve onu millî vicdânımızda ebediyen yaşatmaya yetecek samîmî uğraşlarının yarım kalmış tarafları için omuzlarımıza mukaddes bir ödev yüklemektedir: “Büyük Allahım! Altmış üç yıl yaşadım. Bu hayatın otuz beş senesini müslümanların uyanması, terakkisi, taalisi ve tekâmülü uğrunda sarf ettim. Milletimin selâmet ve saadeti için elimden her ne geldi ise hepsini yaptım. Yarabbi!.. Ey büyük Tanrım! Meydana getirmek istediğim birçok şeyler daha vardı… fakat buna muvaffak olamayacağım… artık… artık ne varsa hepsi senin, her şey senin elindedir. Allahım!..”