“Şüphesiz ‘Rabbimiz Allah’tır’ deyip de, sonra dosdoğru olanlar var ya, onların üzerine akın akın melekler iner ve derler ki: ‘Korkmayın, üzülmeyin, size (dünyada iken) vaad edilmekte olan cennetle sevinin! Biz dünya hayatında da âhirette de sizin dostlarınızız. Çok bağışlayan ve çok merhametli olan Allah’tan bir ağırlama olarak, orada canlarınızın çektiği her şey var, istediğiniz her şey orada sizin için var.” (Fussilet, 41/30-32)
Kur’an-ı Kerim’de doğruluk, en geniş şekilde fayda ve hikmetleriyle açıklan-mıştır. Allah’a, ahirete, meleklere ve kitaplara iman edenler; mallarını akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, köle ve esirlere harcayanlar; namazı kılan, zekâtı veren, sözünde duran ve sabredenler “doğrular” ve takva sahibi kişiler olarak nitelendirilmişlerdir. Ayrıca istikamet (doğruluk) Müslümanların ortak vasfı olarak tanımlanmıştır (Bakara, 2/177).
Yüce Allah peygamberleri ve ümmetlerini, kul olma açısından aynı sorumluluk-lara tabi tutmuştur. Bunlardan biri de Resûlullah (s.a.s)’a hitaben emredilen “isti-kamettir” ki şöyle buyurulur: “Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Beraberindeki tövbe edenler de dosdoğru olsunlar. Hak ve adalet ölçülerini aşmayın. Şüphesiz O yap-tıklarınızı hakkıyla görür.” (Hûd sûresi, 11/112) İstikametin önemini en üst düzeyde hisseden Hz. Peygamber Hûd sûresinin özellikle bu sûredeki “dosdoğru ol” em-rinin kendisini ihtiyarlattığını, saçlarını ağarttığını belirtmiştir (Tirmizî, Tefsiru Sûre, 56/6). Zira doğruluk/sıdk peygamberliğin en önemli sıfatlarından biridir. Yüce Allah, çok büyük imtihanlardan geçmiş peygamberlerden Hz. İbrahim, Hz. İsmail ve Hz. İdris’i doğruluk ve sözlerindeki sadakatleriyle övmüş, bütün peygamberlerini doğ-ruluk örneği olarak takdim etmiştir.
“Bizi dosdoğru olan yola ilet” (Fâtiha, 1/6) âyetinin devamında, bu yolun kendileri-ne nimet verdiklerinin yolu olduğu açıklanır. Bu nimet verilenler de peygamberler, sıddîklar, şehitler ve Allah’ın salih kullarıdır. Mümin, Allah’ın salih ve sadık kulları ile beraber olur, onları sever, ilim ve sohbet meclislerinde bulunursa Cenâb-ı Hak onun doğru yolu bulmasını ve onda devamını kolaylaştırır.
Bu bakımdan iyi insan vasıfları arasında en başta doğruluk yer almış ve temel prensip olmuştur. İnanan ve inancının gereğini yerine getiren, doğru insandır. Doğ-ruluk; sözde, düşüncede ve davranışta gerçekleşmesi gereken bir erdemdir. Allah’tan gerçek manada korkmak, iyiliğe yönelmek, rahatlık ve gönül huzuru duymak, ancak doğrulukla mümkündür. Doğru ve dürüst insanlar, en güç ve çetin işleri, doğruluk-ları sayesinde başarabilirler. İstikametin karşıtı hıyanettir ki; doğruluğu bırakıp, hak ve hukuka tecavüz etme, verilen sözde durmama ve ahde vefasızlık demektir. Şey-tan insanları doğru yoldan uzaklaştırmak için devamlı çaba harcamakta, ön, arka, sağ ve sollarından girmeye çalışmaktadır (A’râf, 7/16-17). Bunun bilincinde olan insan, doğruluk mücadelesini önce içindeki nefis düşmanına karşı vermek durumundadır.
Doğruluk, dürüstlük, her türlü işte itidal üzere bulunmak, adalet ve doğruluk-tan ayrılmayıp din, akıl ve ilmin ışığında yürümek, din ve dünya ile ilgili işlerimizi emr olunduğumuz gibi yapmaya çalışmak bir Müslüman olarak hepimizin temel prensibidir.
Doğruluk, insanın Allah’a karşı yerine getirmek için önceden verdiği bir söz, bir misak ve bir ahiddir. İnsan bu yaradılış ahdine vefa gösterdiği ölçüde sadıktır; sadakatın mükâfatı da verilecektir.