İyi yapmak, birisini seçm.ek, dostlar, için davet ve ziyaret tertip etmek vs. gibi manaları ifade eden Arapça bir kelime. Allah’ın kulunu güzel ahlâkla süslemesi, onu nefsanî özelliklerden sıyırıp, iyi özelliklerle muttasıf kılması. Allah, bu dereceyi enbiyâ ve sıddîklara tahsis etmiştir. Nitekim Tâhâ sûresinin 41. âyetinde, “seni kendim için ayırdım” ifadesi ile Hz. Musa’nın, İlâhî bir terbiyeye maruz kaldığını görürüz. Buradaki ıştına’, ifade ettiği mana ile, Allah’ın sıddîklara olduğu gibi, nebîlere de tahsîs ettiği yüksek bir makamdır. Harraz bu konuyu açıklarken, “Allah’tan gelen ilk şey, bu gibi kulları kendi için ayırması (seçmesi) dır. Bu da, sürekli tevhid halinin ortaya çıkışı bakımından, tevhide ilk giriştir.” der. Bu mânâda sâlikin, Allah’a doğru (yani mükemmelleşmeye doğru) yol alırken, tüm kötü özelliklerinden, nefsinin arzularından ve şehvetlerinden sıyrılması ve Allah’da, Allah’tan, Allah için ve Allah’la varlığını sürdürmesi, söz konusudur. Böylece kul, itaatkâr, Allah’a bağlı ve Rabbânî hale gelir. Tam anlamıyla sâdık ve sıddîk olur. Ancak, Allah için nazar eder, ancak Allah’ın gözü ile bakar ve Allah’ın nuru ile görür, velayeti tamamlayarak sıddîklık makamına hak kazanır. Ancak ıstınâ’da veli ve nebinin sınanmaması diye bir şey söz konusu değildir. Allah, ezelî ilmiyle onun ne olacağını bilmekle birlikte, onu minnet ve nimetleriyle denemeye maruz bırakır. Hattâ veli ve nebiler, insanlar içinde en çok mihnete ve belâya uğrayan kişilerdir. Allah’ın bir veli veya nebiyi, kendisi için seçmesi (ıstına’), onu nimetleri ile denemesinden başkası değildir.