“Rablerinin çağrısına cevap verenler ve namazı dosdoğru kılanlar; işleri, aralarında şûrâ (danışma) ile olanlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcayanlar, bir saldırıya uğradıkları zaman, aralarında yardımlaşanlar içindir.” (Şûrâ, 42/38-39)
Cenab-ı Hak insanı medeni yani sosyal bir varlık olarak yaratmıştır. Yüce Al-lah, yaratılışın gereği olarak hayatımızı sürdürebilmek için bizi birbirimize muh-taç kılmıştır. Bu ihtiyaç insanları bir arada yaşamak zorunda bırakmıştır. Halkımız arasında sıklıkla söylene geldiği gibi ‘yalnızlık Allah’a mahsustur’. Bir arada hayat, ihtiyaçlarımızın karşılanmasında olduğu kadar yaptığımız işlerde de birbirimize da-nışmamızı gerekli kılmıştır. Zira halk deyimiyle “danışan dağlar aşmış, danışmayan düz ovada şaşmıştır.” Bir arada yaşamak aynı zamanda birbirimize karşı sorumlu-luklarımıza, hak ve hukuka riayet etmeyi gerektirir. Hak ve hukukun korunması, adaletin gözetilip toplumsal barış ve huzurun temini için yöneticinin ve yönetim erkinin olması da kaçınılmazdır.
Yukarıda mealini verdiğimiz âyet-i kerimelerden, “şûrâ”nın yani istişare ve da-nışmanın sosyal dayanışma ve yardımlaşma anlamına geldiği anlaşılmaktadır. Zira bu âyetlerin bağlamına baktığımızda, önceki âyetlerde müminlerde olması gereken güzel davranışlar sıralanmaktadır. Bu âyetlerde de Allah’ın davetine icabet ederek namaz kılan biz müminlerin önemli özelliklerinden birinin “istişare” olduğu vurgu-lanmaktadır. Âyet-i kerimede “onların işleri aralarında şûrâ (danışma) iledir” buyu-rulduktan sonra, “onlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler” buyrularak müminlerin önemli özelliklerinden birinin infakta bulunmak olduğu vurgulanmak-tadır. Takip eden âyette ise “Bir saldırıya uğradıkları zaman aralarında yardımlaşırlar”
buyrularak müminlerin bir diğer sorumluluğunun da zorda ve darda kaldıklarında aralarında yardımlaşmaları gerektiği hatırlatır. Bu durum, şûrâ ya da istişarenin sa-dece bir fikir alışverişi ve danışmadan ibaret olmadığı, gerektiğinde insanların fiilen yardımlaşması ve dayanışma içerisinde olmaları anlamına geldiğini de hatırlatır.
Diğer taraftan Âl-i İmran sûresi 159. âyette de özel olarak Peygamberimiz (s.a.s)’in şahsına hitaben “Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davran-dın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah’tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et, (ona dayanıp güven). Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.” buyrulmak suretiyle yöneticinin ve yönetim erkinin maiyetindekilerle ya da toplumla istişareye önem vermesi emredilir. Ayrıca bu âyet, Peygamberimiz (s.a.s) şahsında bir yöneticide olması gereken özelliklere dikkat çe-kerek “istişare”nin ne anlama geldiğini açıklamış olmaktadır. Bu âyette vurgulanan husus sorumluluk mevkiinde olan insanların, halkın ve maiyetindeki kimselerin görüşlerine değer vermesi, onlara karşı yumuşak kalpli olması, katı yürekli ve ken-di başına buyruk olmamasıdır. Toplumsal dayanışmanın, birlik ve beraberliğin de ancak bu davranış biçimi ve “istişare” yoluyla temin edilebileceği hatırlatılmaktadır. Bu davranışın merhamet sahibi olan Allah’tan bir nimet ve lütuf olarak algılanması talep edilmektedir. Öyleyse yapmaya karar verdiğimiz işlerde ancak bu davranış biçimleri sergilendikten sonra Allah’a tevekkül etmemiz doğru olur.
Demek ki “şûrâ” diye ifade edilen “istişare/danışma” kavramını iki şekilde an-lamamız mümkündür: Birincisi müminin bizzat kendi nefsinde olması gereken yumuşak kalplilik, alçak gönüllülük ve başkalarının görüşlerine değer verip ken-di başına buyruk olmamak. İkincisi, yapılan işlerde fikir alışverişi önemli olmak-la birlikte meseleyi sadece bir fikir danışmanlığından ibaret görmeyip; sorunların çözümünde imkânlar el verdiği ölçüde maddi ve manevi bakımdan yardımlaşmak, dayanışma içerisinde olmak ve fiilen yardımda bulunmak anlamına gelir.
Bu itibarla ister toplumun bağımsız bir ferdi isterse sorumluluk mevkiindeki bir kimse olalım, ‘bir arada yaşamanın gereği ve toplumsal huzur, barış ve asayiş için kendi başımıza buyruk hareket etmemiz doğru değildir. Her hareketimizin, yaptığımız her işin ve attığımız her adımın ailemizi, komşularımızı ve toplumun diğer bireylerini etkileyeceğini düşünmek zorundayız. Bu düşünce ve sorumluluk bilinci, kişisel ahlakımızın ve sosyal benliğimizin şekillenmesinde ve gelişmesinde önemli bir etkendir. Bu bakımdan istişare, yapmayı düşündüğümüz herhangi bir iş konusunda özel olarak konunun uzmanlarına veya o işi bilenlere danışıp fikir almak anlamına gelmekle birlikte, bundan daha geniş bir anlam ifade eder.