İbadet için kulun kendini bir yere hapsetmesi anlamında Arapça bir kelime. Bakara Suresi 187. âyeti başta olmak üzere bu kelimenin türevleri, Kur’an’da dokuz yerde geçer. Muhyiddin ibn Arabi, itikafı şehvetin kontrol altına alınması için, nefse yaptırılan ekstra bir uygulama olarak değerlendirir. Bunu da, itikafta yeme içme serbestliğinin bulunmasına, buna karşılık cinsel perhizin devam etmesine bağlar. Hz. Peygamber (s) her Ramazanın son on günü, mescid-i şerifde itikafa çekilirdi. Bir keresinde Ramazan itikafına girmemişti. Bunu telafi için, ertesi senenin Ramazanında 20 gün itikaf yapmıştı, itikatlar ise müstehabdır. Hacı Zihni Efendi, fakihlik yönüyle şöhret bulmuş olmasına rağmen, itikafı değerlendirirken şu açıklamayı yapar: “Mu’tekif (itikafa giren kişi) kalbini dünyadan ayırmak ve nefsini Mevlâ’ya teslim etmekle, Kerîm (cömert) olan Allah’ın kapısına mülazim (yapışmış), hâl diliyle, Rabbim beni mağfiret etmedikçe ben bu kapıdan ayrılmam, demiş olur.” Tasavvuftaki halvet (çile) uygulamasının şer’î dayanağı, işte bu itikaf olayıdır.