“Ey iman edenler! Allah’ın (koyduğu din) nişanelerine , haram aya , hac kurbanına, (bu kurbanlıklara takılı) gerdanlıklara ve de Rab’lerinden bol nimet ve hoşnutluk isteyerek Kâ’be’ye gelenlere sakın saygısızlık etmeyin. İhramdan çıktığınızda (isterseniz) avlanın. Sizi Mescid-i Haram’dan alıkoydular diye birtakımlarına beslediğiniz kin, sakın ha sizi, haddi aşmaya sürüklemesin. İyilik ve takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) üzere
yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın. Allah’a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah’ın cezası çok şiddetlidir.” (Mâide, 5/2)
Bu ayet-i kerime bizlere, hukuka riayeti, intikam duygularından kaçınarak hak ve adalet ölçüleri içerisinde, iyilikler hususunda yardımlaşma ve dayanışmada bu-lunmayı emretmekte, günah işleme ve düşmanlık yapma gibi İslam’ın özüyle bağ-
daşmayan her türlü yardımlaşmayı da yasaklamaktadır. Bu ayetin bulunduğu sure, en son inen surelerdendir. Müslümanları daha ilk an-dan itibaren iyilik yapma, hayır işleme ve kötülükten sakındırma hedefine yönelten Kur’an-ı Kerim, yirmi üç sene süren bir terbiye sürecinin sonunda da bu ilkelere yeniden vurgu yapmaktadır. Böylelikle, yirmi üç sene boyunca fertlerin ruhlarına ektiği iyilik tohumlarının mahsulünü toplum çapında devşirmekte, birer fazilet abi-desi hâline getirdiği insanlardan, büyüklüklerine yaraşır bir şekilde ve takatlerince iyilik ve takva üzere yardımlaşma beklemektedir.
Aynı ayette yer alan, “Sizi Mescid-i Haram’dan alıkoydular diye birtakımlarına bes-lediğiniz kin, sakın ha sizi, haddi aşmaya sürüklemesin…” ifadeleri de aynı hassasiyeti destekler mahiyette olup, dikkatlerimizi aynı noktaya çekmektedir. Çünkü ayetin birinci derecede muhatapları, geçmişte haksızlığa uğramış, ancak şimdi üstün du-ruma gelmiş ve kendilerine zulmedenlerden intikam alabilecek duruma ulaşmış kişilerdir. Mekke fethedilmiş; Müslümanları Kâbe’yi ziyaret etmekten alıkoyanlar kısa zamanda mağlûp duruma düşmüşlerdir. Kur’an onları böyle bir durumda iken uyarmakta, onlara faziletin adresini göstermekte ve adeta şöyle demektedir:
“Hani, düşmanlarınız, birbirlerine yardım ederek size haksızlık etmişlerdi ya, sakın siz de aynı şeyi onlara yapmayın. Kin ve intikam hisleriyle hareket etmeyin; onlar gibi kötülük ve düşmanlık için yardımlaşmayın. Size yaraşan; intikam almak, düşmanlık güt-mek, haksızlık yapmak değildir. Size yakışan; iyilik ve takvadır; siz bunlarda birbirinizle yardımlaşmaya bakın.”
Zekât vermekten, tatlı söz ve güler yüzle davranmaya varıncaya kadar her şeyin iyilik kapsamında bulunduğunu düşünürsek, dinimizin yardımlaşma sınırını ne ka-dar geniş tuttuğunu daha iyi kavrarız.
“İyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, (ihtiyacın-dan dolayı) isteyene ve (özgürlükleri için) kölelere verenlerin; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır.” (Bakara, 2/177)
Takva; erdemli davranmak, kulluk bilincini içimizde canlı tutmak, yüce Allah’a iman edip O’nun emir ve yasaklarına uyarak O’na karşı gelmekten sakınmak, dünya ve ahirette insana zarar verecek, ilâhî azaba sebep olabilecek inanç, söz ve davranış-lardan sakınmak, Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle davranmaktır.
Saymakla bitirilemeyecek kadar çok olan iyiliklerin bir yarış havası içinde ya-pılması ve Müslümanların bu hususta birbirleriyle yardımlaşması dinî bir görevdir. Dinimiz, fertlerin birbirleriyle yardımlaşma ve dayanışmalarını, birbirlerine iyilikte bulunmalarını inanç ve takvadan kaynaklanan kardeşliğin bir gereği olarak görmek-tedir.
Şüphesiz, yardımlaşma ve dayanışma sosyal bir varlık olmanın ve birlikte yaşa-manın bir gereğidir. Ancak bu yardımlaşma hukuk ve ahlak ilkelerine, insanlığın ortak değerlerine aykırı olmamalıdır. Çünkü hukuk ve ahlak esasları gözetilmeden yapılan yardımlaşmanın İslam nazarında hiçbir değeri yoktur; çünkü İslam, haksız-lığa yardımı zulüm sayar ve engellenmesini emreder. Sevgili Peygamberimiz, “Zalim de olsa mazlum da olsa kardeşine yardım et!” buyurmuş, bunun üzerine ‘Ey Allah’ın
Resulü! Kardeşim mazlum ise yardım ederim, zalim ise nasıl yardım edeyim?’ diye sorulduğunda, Hz. Peygamber, ‘Onun zulmetmesine engel olursun, senin ona yardımın budur’ cevabını vermiştir.” (Buharî, “Mezalim”, 4, “İkrah”, 7)
Hiç şüphesiz hayır üretme idealindeki insanlar arasındaki yardımlaşmalar, iyi-liği yayma amacına yönelik yardımlaşmadır. Herkesin yapabileceği bir iyilik de mutlaka vardır. Müslüman yalnız bu iyilikleri yapmakla kalmamalı, başkalarının da bunları yapmasına yardımcı olmalı, onları da iyilik ve yardım konusunda teşvik etmelidir. Çünkü yüce Allah, iyilikte ve kötülükten sakınmada yardımlaşmamızı emretmiştir. Allah için iyilik yapan, Allah için maddî ve manevî yardımda bulunan kimsenin mükâfatını da şüphesiz yüce Mevlâmız verecektir (Bk. Şûrâ, 42/23).
İyilikte yardımlaşmak kadar kötülükten alıkoymaya çalışmak da Müslümanların dinî-ahlakî görevleri arasındadır. Allah Teâlâ; “Günah ve düşmanlıkta yardımlaşmayın” buyurmuştur. Kur’an-ı Kerim’de, “iyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak”, erdemli insanların özelliği olarak zikredilir. Bütün peygamberler bu emri yerine getirmiş ve kendilerine gönderildikleri toplulukları fenalıktan alıkoymaya çalışmışlardır. Pey-gamberlerinin öğütlerini dinlemeyen İsrâiloğulları hakkında Cenab-ı Hakk;
“Onlar, birbirlerini, yaptıkları kötülükten alıkoymazlardı. Gerçekten ne kötü iş yapı-yorlardı” (Mâide, 5/79) buyurmuştur.
Bu yüzden, dinimiz, iyiliği emretmeyi ve kötülükten alıkoymayı (emr-i bi’l-ma’rûf, nehy-i ani’l-münker) Müslümanların yapmaları gereken önemli görevler arasına almıştır.