Kadı ne demek? Osmanlı devletinde kadı nedir? Kadılar nasıl atanır? Kadıların görevleri nelerdir?

13 mins read

Kazalarda esnaflarla ilgili problemlerin çözümünde birinci derecede rol oynayan hukuk adamıdır. Kaza, ticarî ve kültürel üstünlüğü ile çevrenin merkezi olmuş bir kasaba veya şehir ile bir topluluk merkezini çevrelemiş köylerin teşkil ettiği idarî bir birliktir. Bundan dolayı kazaların doğuşu, ekonomik, sosyal, coğrafî ve kültürel şartların belirlediği tarihî bir seyir içerisinde vuku bulmuş demektir. Kaza merkezi olan şehirlerin büyük çoğunluğu, Osmanlı öncesi devirlerde de bulundukları bölgenin siyasî, iktisadî ve kültürel bakımdan merkezî durumda olan yerlerdir.

Osmanlı Devleti, adlî teşkilat bakımından, birçok kaza bölgesine ayrılmıştı. Her kaza birimi doğrudan merkeze yani Divan-ı hümayuna bağlıydı. Eyalet-sancak şeklindeki askerî teşkilattan ayrı olarak tamamıyla sivil karakterli bir de kaza idaresi mevcuttu. Kaza merkeziyle beraber çoğu defa sancak sınırları içerisinde kalan bir de kaza bölgesi bulunmaktaydı. Fakat bazı sancaklarda birden fazla kaza bölgesi de olabilirdi. Sancağa bağlı bütün köyler, idarî-askerî açıdan sancakbeyine, kazaî açıdan kadıya bağlıydılar. Kadı, kazanın en büyük ve en önemli âmiri idi. Yargı görevinin dışında mülkî, beledî, askerî, malî ve noterlik konularında da geniş yetkilere sahipti.

Kadılar, en yüksek dereceli medreselerden mezun olurlardı. Mezuniyetten sonra kadıaskerliğe müracaat eden kadı adayları görev beklerlerdi. İlk önce mahlûl yani boş bulunan en küçük bir kazaya atanırdı. Birkaç küçük kazada görev yaptıktan sonra zamanla terfi ederek sancak ve vilayet kadılıklarına getirilirdi. Görev yeri büyüdükçe gelirleri de artardı. Kadı, görevine ancak iki sene müddetle atanabilir, iki yılın sonunda İstanbul’a giderek mülâzemette yani maaşsız hizmette beklerdi. Bu durumda 30 yıl kadılık yapan birisinin 10 yılı mülâzemette geçiyor demekti.

Kadılıklar, kadıların görev yaptıkları kaza bölgesinin durumuna göre belli derecelere ayrılmıştı. Bunlar, kaza kadıları ve sancak-eyalet kadılarıdır. Kaza kadılıkları küçük merkezler olup kadıaskerler buralara doğrudan kadı tayin edebilirlerdi. Mevleviyet sayılan İstanbul, Edirne, Sofya, Selanik, Bursa, Konya gibi büyük şehir kadılıklarına ise XVI. yüzyılın ortalarına kadar kadıaskerlerce kadı tayin edilirken, bu zamandan sonra şeyhülislamın sadrazam vasıtasıyla yaptığı inhâ üzerine tayin yapılmaya başlanmıştır. Mevleviyet olan kadılıklar da kendi aralarında kadıların aldıkları yevmiyelere göre, 150, 300 ve 500 akçelik şeklinde gruplara ayrılmıştı. Bunlara bağlı ayrıca kazalar da vardı. Molla durumundaki büyük kadılar buralara nâibler yollarlar idi.

Kaza idaresinin başı olan kadı umumiyetle kaza merkezi olan ve nefs tabir edilen şehirde otururdu. Kaza bölgesi içinde kalan bütün köylerin davaları meclis-i şer‘ denilen mahkemede görülürdü. Hukukî açıdan kadı, şer‘î mahkemenin başkanıdır. Mahkeme, kadının oturduğu konağın alt katında kurulurdu. Şayet böyle elverişli bir konak yoksa kasabanın en büyük camisinde yargı işleri yürütülürdü. Yargılama sabah namazından sonra başlar, öğleye kadar sürerdi. Sicillerdeki hükümlere göre davacı veya davalının oturduğu yer mutlaka belirtilmektedir. Her türlü anlaşmazlıklar ve cezaî müeyyideyi gerektiren suçlar kadının başkanlık ettiği mahkemede çözümlenir; kadının hükmü olmadan hiç kimse cezalandırılamazdı. Her türlü alacak borç ve miras davaları ile arazi ihtilafı; ehl-i örf, reaya ve esnaflarla ilgili hemen her türlü anlaşmazlıklar

kadı tarafından halledilirdi. Esas itibariyle ehl-i örf kadının denetimi altındaydı. Ayrıca ilmiye sınıfına mensup müderris, mütevelli ve diğer vakıf görevlileri ile vakıflardan yararlananların tayin ve azilleri kadının arzı ile mümkün olurdu. Esnaf örgütlerinde çalışan şeyh, kethüda, ahi baba gibi görevliler de Kadının arzıyla atanırdı. Kadı’nın hükmünü ancak dîvân-ı hümâyûn bozabilirdi. Bu sebeple kadının verdiği kararı beğenmeyenler divana başvurabilirlerdi.

Öte yandan kadı, bulunduğu şehrin belediye hizmetlerinin yürümesinden sorumlu en üst âmirdi. Ayrıca şehir kethüdası, çöpcübaşı, mimarbaşı, esnaf kethüdaları, pazarbaşı ve muhtesib gibi kişilerden müteşekkil bir çeşit belediye meclisinin başkanı idi. Esnafın sattığı her türlü ticarî mallara mevsimine göre muayyen bir fiyat vermek şeklinde tanımlanabilecek olan narh işleri de kadıya aitti. Askerî görevleri arasında ise avarız hanelerinin tespiti ve avarız bedellerinin toplanması, kürekçi bedelinin toplanması, nüzül ve sürsat zahiresi adı altında ordunun iaşe işlerinin halledilmesi geliyordu. Kadı, diğer tekâlif-i divaniye denilen örfî vergilerin toplanmasına nezaret ederdi. Yine iltizam gibi bir takım malî meselelerin hallinde kadının rolü vardı. Kadının görev alanı bunlarla sınırlı değildi. Bulunduğu kazada asayişin temininden sorumluydu. Bunu subaşı ve asesler vasıtasıyla yürütürdü. Kadı ayrıca bugünkü noterlerin işlevini de görmekte olup, her türlü tasdik işi ona aitti.

Kadı’nın mahkeme işlerinde yardımcısı olan bir kısım memurlar mevcuttu. Bunların başında nâib geliyordu. Nâib, kadının bulunmadığı hallerde duruşmaları idare etmek, serbest dirlikler içerisinde yer almayan köylerdeki davaların yerinde görülmesi için olay mahalline gitmek gibi görevleri ifa ediyordu. Bundan başka kadıya yargı işlerinde yardımcı olan subaşı, muhzırbaşı ile emrinde muhzırlar, asesbaşı ve asesler, mukayyid gibi görevliler vardı. Ayrıca her duruşmada hazır bulunan ve kazanın doğruluğu ve dürüstlüğü ile tanınmış ileri gelenlerinden seçilmiş bir nevi tanık mevkiindeki şühûdü’l-hâl denilen bir heyet mevcuttu. Bazan birkaç kişi bazan da 20-30 kişi olabilen şühûdü’l-hâl, kadının kararlarının kanuna uygun olup olmadığını takip ederlerdi. Çünkü kadılar, her ne kadar şer‘î ve örfî hukuku iyi bilirlerse de mahallî örf ve âdetlere yabancı olduklarından dolayı tereddüt ettikleri hususlar da olabilirdi. Böyle durumlarda şühûdü’l-hâl ile müşavere ettiği gibi, fıkhî meselelerde kaza müftüsünden veya şeyhülislamdan fetva isteyebilirdi. Bu durum kadının karar almasını kolaylaştırırdı. Gerçi kadı, devleti temsil ediyordu ve müftünün görüşüne uymak zorunda değildi. Ancak müftü bir mesele hakkında dinin görüşünü bildiriyordu ki, bu da kadı için meşruiyet kaynağı teşkil ediyordu. Kadı sadece şer‘î değil, örfî hususlarda da müftüden fetva sorabiliyordu.

Kadının en önemli görevlerinden birisi de kaza ekonomisi ile doğrudan ilgili olmasıydı. Kadı, esnaf teşkilatının işleyişinde mühim role sahipti. Her esnaf grubunun kendi arasında oluşturduğu lonca denilen bir teşkilatı vardı. Loncanın altılar denilen altı kişilik ihtiyar ustalardan müteşekkil bir yönetim kurulu mevcuttu. Bunlara nizam ustaları da denirdi. Bu altı kişi, esnafın en yaşlı ve en itibarlı ustaları arasından lonca üyesi ustalar tarafından seçilirdi. Altılar, kadıya ve muhtesibe karşı sorumlu idi.

Her esnaf topluluğu, meslekî konularda tâbi bulunacağı özel kuralları kendisi kararlaştırır ve bunu yazılı olarak kadıya sunardı. İhtisab Kanunnâmesi denilen bu belgeyi kadı, şer‘î ve örfî hukuka, göreneklere uygun olup olmadığına bakar ve incelemesini tamamladıktan sonra divana arz ederdi. Divanın tasdikinden sonra esnaf için bağlayıcı bir belge ve bir çeşit yönetmelik halini alırdı. Aynı loncada yer alacak ustaların çoğunluğuna ait iradeyi yansıtan ihtisab kanunnâmesinde ustalık, kalfalık gibi meslekî unvanların nasıl kazanılacağı, çıraklık ve kalfalık süreleri, çalışma şartları, üretilecek malın cinsi ve kalitesi, ham maddenin temin ve dağıtımı, dükkânların yeri, sayısı gibi konular yer alırdı. Zaman içerisinde değişmeler olursa yine aynı şekilde kadıya müracaat edilerek belge yenilenirdi. Kadı esnaf birlikleri arasındaki anlaşmazlıkları karara bağlar, kanun ve nizamlara aykırı hareket eden esnafı cezalandırırdı. Şehirdeki esnaf sayısının belirlenmesi de kadının görevleri arasındaydı.

Üretilen malların standartlara uygun olup olmadığı ve kalitesi lonca yönetim kurulu mesabesindeki altılar tarafından kontrol edilirdi. Esnaf teşkilatı, kadının kontrolü altında faaliyet göstermekle beraber belli bir özerkliğe sahipti. Esnaf içinde ortaya çıkabilecek anlaşmazlıklar ve davalar teşkilat içinde halledilir, mahkemeye nadiren başvurulurdu. Lonca, üyesi olan esnafın her şeyi ile ilgilenirdi. İçki içip, tütün kullanmasına kadar karışırdı. Orucunu ve namazını ihmal edip etmemesine kadar gözler, lüzum görürse müdahale ederdi.

Lonca’nın altı kişilik yönetim kurulundan birisi başkan olurdu. Buna kethüda denirdi. Kethüdayı çoğu defa esnaf seçerdi. Şayet merkezden tayin olunacak ise esnafın onayı alınırdı. Seçim bir yıl için yapılır, süre sonunda yenilenirdi. Kethüda seçimi kadının huzurunda yapılırdı. Esnaf çoğunluğu kethüdadan memnun değilse kadıya müracaat ederek yeni bir kethüda seçebilirdi. Esnafın diğer esnaf örgütleri ile yani mal aldığı veya sattığı zümrelerle ve kamu otoriteleri ile olan ilişkileri kethüda doğrudan kendisi sağlardı. Kentteki bütün kethüdaların üstünde ise şehir kethüdası yer alırdı. Şehir kethüdası şehrin diğer ileri gelenleri ile birlikte kenti ve kent çalışanlarını devlet nezdinde temsil ederlerdi.

Kethüdanın yanında ona esnafın teşkilat içi ilişkilerinde yardımcı olan bir de yiğitbaşı seçilirdi. Yiğitbaşı loncaya gerekli olan hammaddeyi piyasadan sağlar, bunların uygunluğunu denetler ve bu malları diğer loncaya veya dükkânlara teslim ederdi. Tecrübeli lonca ustaları arasından seçilen yiğitbaşı, gerektiğinde kethüdanın görevlerini de yüklenirdi. Bu tür işlerde yeni ustalar arasından seçilen ve ehl-i hibre adı verilen bilirkişiler yiğitbaşıya yardım ederlerdi. İpekli dokumacılık gibi uzmanlık ve kalite denetimi gerektiren üretim dallarında bilirkişinin seçimi özel önem taşırdı. Daha büyük ve gelişmiş loncalarda ise bu görevliler loncanın fiili yönetim kurulunu oluştururdu. Kent düzeyindeki lonca hiyerarşisinin en önemli işlevlerinden biri de devletin loncalardan talep ettiği vergi yükümlülüklerini loncalar ve lonca ustaları arasında dağıtmak ve daha sonra bu vergileri toplayarak devlet temsilcilerine teslim etmekti.

Lonca sistemi, devletin uyguladığı narh politikasının en önemli yürütme ve denetim cihazını oluşturmuştur. Esnafın iç düzeni, serbest rekabet prensibi yerine karşılıklı kontrol ve yardım esasına ve imtiyaz ve tekel usullerine, fiyat istikrarını sağlayıcı bir anlayışa dayanıyordu. Üretilen ve piyasaya arz edilen ürünler kadının bilgisi dahilinde idi. Narh politikasının amacı, aracıların ortaya çıkmasını önlemek, ürünlerin üreticiden tüketiciye en kısa yoldan ve en elverişli fiyatlarla intikal etmesini sağlamaktı.

Şehir halkının temel tüketim ihtiyaçlarının sağlanması, kentlerdeki iktisadî hayatın canlı tutulması, devlet için yalnızca ekonomik açıdan değil, siyasî yönden de büyük önem taşımaktaydı. Kadının kontrolündeki loncalar ise kentlilerin iktisadî hayatlarında büyük rol oynamaktaydılar. Sarayın, ordunun ve donanmanın temel ihtiyaçlarının düzenli bir şekilde karşılanması da devlet için önemliydi. Bu işi de loncalar vasıtasıyla kadılar sağlardı. Diğer taraftan devlet loncalardan vergi toplamaktaydı. Kentlerdeki üretim ve ticaret faaliyetlerinin vergilendirilmesini de esnaf loncaları vasıtasıyla yine kadılar temin ederdi. Nihayet geleneksel düzenin vazgeçilmez bir parçası olan loncalar vasıtasıyla devlet şehir ekonomilerini üretimden tüketime kontrol etmiş olurdu ki bu politikanın icra âmiri kadılardı.

Ayrıca Osmanlı ordularında, ordudaki askerlerin türlü ihtiyaçlarını temin etmek üzere ordu ile birlikte saraç, demirci, arabacı, nalbant, aşçı, bakkal ve daha birçok esnafın nöbetleşe ve silahlı olarak sefere katılmaları mecburi idi. Bunlara orducu veya orducu esnafı denirdi. Orducu esnafının seçilmesinde de devlet, kadıları muhatap alırdı.

Kadıların devletin ekonomik politikasının yürütülmesinde en önemli görevlerinden birisi de narh vermekti. Kadı bu konuda geniş yetkilere sahipti.

Osmanlı devletinin temel prensibi toplumun huzur, refah ve adalet içerisinde yaşamasıdır. Bu sebeple devlet üretici ve tüketiciyi fiyatlar karşısında sürekli koruyan ve kollayan bir iktisat siyaseti takip etmiş ve fiyat politikasında müdahaleci bir yaklaşımı benimsemiştir. Devlet bir malın üretiminden nihaî tüketimine kadar her aşamada müdahale etmekte ve kadı aracılığıyla pazarı kontrol altında tutmaktaydı. Müdahalecilik, paranın resmî kurunun belirlenmesinde, yılda iki defa belirlenen narhta, büyük şehirlerin iaşesi için uygulanan mubayaa emirlerinde kendini gösterirdi. İslam ulemasının bir kısmı narh politikasının İslam’a uygun olmadığı görüşünü ileri sürmüşlerse de büyük çoğunluk narhı İslam’a aykırı görmemiştir. Osmanlı ekonomisinde fiyatlara tesir eden belirli unsurlar vardır. Bunları, iktisadî zaruretler, devletin ekonomik anlayışı ve uygulamaları, siyasî ve sosyal olaylar ve tabii afetler olarak sıralayabiliriz. Fiyatları etkileyen bir önemli unsur ise piyasadaki para hacmidir. Piyasadaki altın ve gümüş paranın bolluğu fiyatları düşürür, tersi olursa fiyatlar yükselirdi. Devlet, zaman zaman yapılan sikke tashihleri ile piyasadaki para hacmini kontrol altına almaya çalışmıştır. Fakat madeni para devrinde özellikle günlük alışverişlerde en çok kullanılan akçenin içerisindeki gümüş miktarının azaltılması doğrudan fiyatlara tesir ederdi. Devletin uyguladığı narh politikası fiyatların oluşumunda belirleyici en önemli unsurlardan birisidir. Devlet, iaşeci yaklaşımı sebebiyle fiyatları uyguladığı narh politikası ile kontrol altında tutmaya çalışırdı. Ancak mal arzının yeterli olmadığı durumlarda fiyatları belli bir seviyede tutmak mümkün değildi. Aksi halde bir malın resmî fiyatı, bir de piyasa fiyatı ortaya çıkar veya kara borsacılık başlardı. Öte yandan narh politikası daha çok halkın temel ihtiyacı olan gıda maddeleri ve giyim kuşam ve çeşitli kullanım malzemeleri için uygulanırdı. Lüks tüketime yönelik mallar, sanat eserleri, ince kuyumculuk işlerinde fiyat kendiliğinden oluşurdu.

Fiyatları etkileyen unsurlardan birisi de uygulanan gümrük politikasıydı. Dışarıdan ithal edilen mallardan devlet belirli oranlarda gümrük vergisi alırdı. Alınan bu vergiler de o malın fiyatına etki ederdi. Gerçi devlet provizyonist politikalar gereği piyasadaki mal arzını yüksek tutmak için ithalatı kolaylaştırıcı bir politika takip ederek ithalatta gümrük vergilerini sık sık düşürme yoluna gitmiştir.

Bu bağlamda devletin ithalat ve ihracat politikalarının uygulanmasında da kadılara önemli roller düşüyordu. Devlet içeride halkın temel ihtiyaç maddeleri olarak değerlendirdiği hububat başta olmak üzere koyun, deri, bakır, demir, kurşun, pamuk, pamuk ipliği, yapağı, balmumu ve benzeri mallara ihracat yasağı koyuyor, bu yolla piyasada herhangi bir malın sıkıntısının yaşanmamasını sağlamaya çalışıyordu. Buna karşılık ithalata uygulanan vergilere mümkün olduğu kadar düşük gümrük vergileri koyarak içeride mal bolluğunu sağlama yoluna gidiyordu. İhracı yasak malların takibi kadıların vazifesi idi. Bu konuda zaman zaman bilhassa sahil kadılıklarına ve İran sınırındaki kazalara fermanlarla ihracı yasak mallar listesi gönderiliyordu. 

Mehmet Ali ÜNAL

KAYNAKÇA

M. Tayyib Gökbilgin, “XVI. Asırda Mukataa ve İltizam İşlerinde Kadılık Müessesesinin Rolü”,IV. Türk Tarih Kongresi, Ankara 10-14 Kasım 1948, Ankara 1952, s. 433-444; İlber Ortaylı, Hukuk ve İdare Adamı Olarak Osmanlı Devleti’nde Kadı, Ankara 1994; İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devletininİlmiye Teşkilatı, Ankara 1984; Yaşar Yücel, “Osmanlı İmparatorluğunda Desantralizasyona Dair Genel Gözlemler”, Belleten, XXVIII/152 (1974), s. 657708; Ahmet Tabakoğlu, Türk İktisat Tarihi, İstanbul 1994; Ömer Lütfi Barkan, “Osmanlı İmparatorluğunda Esnaf Cemiyetleri”, Ömer Lûtfi Barkan’a Armağan, İÜİFM, XLI/1-4, İstanbul 1985, s. 39-46; Ömer Lütfi Barkan, “Türkiyede Din ve Devlet İşlerinin Tarihsel Gelişimi”, Cumhuriyetin 50. Yıldönümü Seminerleri, Ankara 1975, s. 86-90; Mehmet Ali Ünal, Osmanlı Müesseseleri Tarihi, Isparta 2013; aynı eser, Osmanlı Sosyal ve Ekonomik Tarihi, İstanbul 2013; Ebülulâ Mardin, “Kadı”, İA; VI, 42-46; İlber Ortaylı, “Kadı” (Osmanlı Devleti’nde Kadı), DİA,  XXIV, s. 69-73; Şenol Çelik, “Şehir Kethüdâsı”, DİA, XXXVIII, s. 451-453.

Rate this post
Haber Oku
Tidings Globe