Klâsik Türk mûsıkîsinin en güçlü ve mütebahhir icrâcılarından; naathan, mevlidhan, gazelhan Kâni Karaca Adana’da dünyâya gelmiş ve çok küçük yaşta gözlerini kaybetmiştir. İlk hocası, aynı zamanda ilkokul öğretmeni de olan Hâfız Ali Nergis’tir. Ayrıca doğduğu muhitteki Hacı Şefika Hatun Camii’nin imamı da kendisine Kur’an tilâvetinin inceliklerini ve çeşitli makamları öğretmiş, bu dinî tedrîsâtın yanında Halkevleri’nde amatör sâzendelerin konserlerini dinleyerek geçen çocukluk evresinin, Kâni Karaca’nın üzerinde önemli etkileri olmuştur. 1950’de İstanbul’a gelen ve Adanalı tüccarların tavassutuyla Karaköy’deki Kurşunlu Mahzen Camii olarak da bilinen ve Bizans döneminden müdevver Kastellion Kalesi’nin bodrumundan devşirilmiş Yeraltı Camii’nde Hâfız Ali Efendi’yle tanışarak onun rahle-i tedrîsinden geçen Karaca’nın eğitiminde Sâdeddin Kaynak’ın da önemli bir yeri vardır. Yeni Cami’de onunla tanışma imkânı bulan ve Kaynak’ın “Bana bu ten gerekmez can gerektir” mısrâıyla başlayan şehnaz ilâhisini meşk ederek eğitimine başlamış, ayrıca Ahmed Hamdi Bey’in 119 makâmı topladığı Kâr-ı Nâtık’ı yine Kaynak’tan meşk etmek sûretiyle, gazel ve kasîde gibi hâkimiyet gerektiren doğaçlama formlarını ustaca icrâ edebilmesinin yolunu açılmıştır.
Tophane’deki Kadîrîler tekkesinde Mevlevî âyinlerini meşk eden Kâni Karaca’nın bir diğer önemli hocası da Sâdettin Heper’dir. Âyin-i şeriflerin tamamını ondan meşk etmiş ve bu eğitim sürecinde kendisini gören ve sonradan klâsik eserler konusunda kendisine yol gösterecek Mustafa Cemil’in Heper’den ricâcı olmasıyla İstanbul Radyosu’nda çalışmaya başlayarak, 50’lerin sonu 60’ların başında, o zamana dek okunmamış klâsik formları seslendirmek sûretiyle sesini bütün memlekete duyurmuştur. M. Halil Poyraz, Refik Fersan, Mustafa Cemil, Münir Nurettin Selçuk ve Alaeddin Yavaşça gibi isimlerden de istifâde eden Kâni Karaca, 1976’da kurulan Türk Mûsıkîsi Devlet Konservatuvarı’nda, M. Aka Gündüz’ün desteğiyle kudüm ve ritm dersleri vermeye başlamıştır.
Kâni Karaca’nın sesini, icrâ sanatında gösterdiği olağanüstü başarıyı “mucize” gibi mefhumlarla anlatan üstadlara göre kendisi, erişilmesi güç bir tegannî sanatçısıdır. Hem dinî hem profan mûsıkîmizin seslendirilmesinde üstün bir performans sergileyen ve ileri yaşlarında dahi gücünü kaybetmeyen bir sese sâhip olan Kâni Karaca, Alaeddin Yavaşça’ya göre, “akordu iyi yapılmış bir saz gibidir. Mûsıkîmizin perdelerini, aralıklarını ondan daha güzel, emin ve sağlıklı basabilen başka bir ses sanatçısı yoktur.” O, irticâlen melodi üretebilen büyük bir kaabiliyetin sâhibi olduğu gibi, meyân içinde meyân açan bol geçkili üslûbuyla alışılmadık nâmeler icrâ eden bu irticâli söyleyiş gücünü, üstad bir sâzendenin bile tâkip etmekte zorlanacağı, perde bulamayacağı söylenmiştir. Bir diğer enteresan özelliği de son devrin önde gelen bütün hâfızlarını taklit edebilmek olan Karaca, bu yeteneği ve lâtife olsun diye sesinin perdesini ancak hassas ölçüm âletlerinin tespit edebileceği dar bir aralıkta hiç fark ettirmeden değiştirerek kendisine refâkat eden saz heyetinin, “akordumuz bozuldu” zannıyla icrâyı bırakmasına sebep olan muazzam hançeresiyle, gerçekten mucizevî nitelendirmesini hak eden büyük bir sanatçıydı.
Pek çok Mevlevî âyininin mühim bir sîmâı olarak konserler vermiş, Mevlânâ Kültür ve Sanat Vakfı’nın girişimiyle Amerika’da verdiği bir konser sonrasında World Music Institute tarafından “asrın en büyük sesi” olarak tavsif edilmiştir. Kâni Karaca’nın, kendisine âit besteleri de bulunmaktadır.