“Katolik” ifadesi, ilk defa Antakyalı Aziz Ignatius (Mö 107) tarafın dan kullanılmış ve bu ifade, tarihin çeşitli dönemlerinde belli noktaları ön plana çıkarılarak değişik anlamlar ifade etmiştir. Tarihi süreç içerisin de yapılan bu tanımlarda Katolik kelimesi genellikle; yerel cemaatlere karşın Hıristiyan kilisesinin evrenselliğini, aykırı ve ayrılıkçı inançlar karşısında doğru inancı ve bu inanç ile uygulamaların tarihsel devamlılığını ifade etmiştir.
Hıristiyanlığın ilk yüzyıllarında da Katolik terimi -yukarıda belirtilen şekliyle yerel Hıristiyan cemaatlerin ötesinde, Hıristiyan Kilisesinin evrenselliğini ve her koşulda bütün Hıristiyanlar tarafından kabul edilen ortak inanışı ifade etmek amacıyla kullanılmıştır. Ortaçağda, özellikle sapkın kabul edilen çeşitli Hıristiyan topluluklarının ortaya çıkmasıyla birlikte bu terim; sapkınlığın karşıtı olarak, gerçek ve doğru Hıristiyanlığı ifade etmek için kullanılmıştır. Doğu (İstanbul) ile Batı (Roma) Kiliseleri nin birbirinden ayrılmasından sonra, merkezi İstanbul olan Doğu Kilise si; doğru inanış anlamına gelen ‘Ortodoks’ adını, Roma merkezli Batı Ki lisesi ise doğru inancın ve gerçek Hıristiyanlığın evrensel temsilcisi oldu ğunu ifade etmek amacıyla ‘Katolik’ adını kullanmaya başlamıştır. Bu ne denle Doğu ile Batı Kiliseleri arasındaki ayrışmadan sonra Katolik keli mesi, geleneksel anlamı yanında iki büyük Hıristiyan mezhebinden biri nin adı haline gelmiş ve bu durum 16. yüzyıla kadar devam etmiştir. 16. yüzyıldan itibaren Katolik dünyasında yeni bir bölünme süreci yaşanmış ve Katolik Kilisesinin geleneksel Hıristiyanlık anlayışını reddeden Pro testan mezhepleri doğmuştur. Bu mezheplerin ortaya çıkmasından son raki süreçte ise Batı dünyasında ‘Katolik’ terimi, genellikle ‘Protestan’ te riminin karşıtı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bu bağlamda, Reform sürecinde Protestan akımlara kapılmayarak Roma’daki Papa’ya bağlılığı nı sürdüren Hıristiyanlar, Katolik olarak adlandırılmıştır. Bu şekilde Ro ma’daki Papaya bağlı kalan Kiliseler, gerçek ve evrensel Kiliseye mensu biyet için Roma’ya bağlılığın şart olduğunu, sadece bu birliğe bağlı olan ların Katolik olarak adlandırılabileceğini savunmuştur. Roma Kilisesi ger çek ve evrensel Hıristiyan Kilisesinin yegane temsilcisi olduğu iddiasını sürdürmüştür. Ancak Roma Kilisesinin, Hıristiyanlığın ilk on bir yüzyılın da doğudaki Hıristiyan gruplar üzerinde denetimi kaybetmesinden son ra zaten oldukça tartışmalı hale gelen evrensellik iddiası, 16. yüzyılda ba tıda ortaya çıkan Protestan ayrışmasıyla önemli bir yara almıştır.
Katolik Kilisesi, kendisinin everensel Hıristiyanlığı temsil ettiği id diasının, tarihsel gerçeklere dayandığını savunmakta ve buna İncil’den de deliller getirmeye çalışmaktadır. Buna göre Roma Kilisesi, lsa’nın baş havarisi ve halefi olan Petrus tarafından kurulmuştur. İncil’de İsa, “Ben kilisemi bu kayanın (Petrus’un) üzerine kuracağım … Göklerin melekCıtu nun anahtarlarını sana vereceğim.”2 diyerek Petrus’a, havariler ve ilk Hı ristiyan cemaatinin diğer üyeleri arasında birinci sırayı vermiştir. Ayrıca “koyunlarımı güt” 3 ifadesiyle onu Hıristiyan cemaatine önderlik etmekle görevlendirmiştir. Bu konumuyla Petrus, İsa’nın halefi ve Hıristiyan top lumunun lideri kabul edilmiştir. tık Hıristiyan toplumunun lideri olarak Petrus, cemaat üyelerine önderlik etmiş ve İsa’nın öğretisini yaymaya ça lışmıştır. Bu faaliyetleri çerçevesinde o, tahmini olarak MS 42 yılının son larında Roma İmparatorluğu’nun başkenti olan Roma’ya gelmiş ve bura da bir cemaat oluşturmuştur. Petrus’tan bir süre sonra, MS 59-60 yılların da, Hıristiyan toplumunun en aktif üyesi olan ve bugünkü Hıristiyanlığın asıl mimarı olarak kabul edilen Pavlus da Roma’ya gelmiş ve burada fa aliyetlerini sürdürmüştür. İmparator Neron’un, MS 64 yılında yaşanan bü yük Roma yangınından, bu yeni dinin mensuplarını sorumlu tutması üzerine de birçok Hıristiyan ile birlikte Pavlus ve Petrus Roma’da öldü rülmüştür. Bu konumuyla Roma Kilisesi, sadece Petrus’un kurduğu de ğil, aynı zamanda Petrus ve Pavlus’un, Hıristiyan inancına göre şehit edildiği yerde kurulmuş olan bir Kilisedir. Dolayısıyla Roma Kilisesi, hem İsa’nın baş havarisi Petrus tarafından oluşturulan hem de Hıristiyan Kilisesinin en önemli iki şahsiyeti, Petrus ve Pavlus’un şehit edildiği yer de bulunan bir kilise olarak kendisinin diğer bölge kiliselerinden daha ayrıcalıklı bir konumda olduğunu iddia etmektedir. Bu iddiaya göre İsa’nın baş havarisi ve yeryüzündeki halefi olan Petrus; diğer havarilerin ve tüm Hıristiyanların önderi statüsünde olduğu gibi Petrus’un kurduğu kilise de diğer havarilerin kurduğu kiliselerin önderi konumunda olmalı dır. Petrus’un kurduğu Roma Kilisesinde Petrus’un yerine geçen ve ona halef olan piskoposlar (papalar) da, İsa’nın halefi Petrus’un ve dolayısıy la da İsa’nın yeryüzündeki temsilcisi konumundadır. Roma Kilisesinin bu temsilciliğinin ve diğer kiliseler karşısındaki üstünlüğünün bütün Hı ristiyanlar tarafından kabul edilmesi gerektiği savunulmaktadır.
Mehmet Katar