“Şüphesiz Kârûn, Musa’nın kavmindendi. Onlara karşı azgınlık etti. Biz ona, anahtarlarını (bile taşımak) güçlü bir topluluğa ağır gelecek hazineler verdik. Hani, kavmi kendisine şöyle demişti: Böbürlenme! Çünkü Allah, böbürlenip şımaranları sevmez.” (Kasas, 28/76)
Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de bizlerin ders alması için anlatılan pek çok kıssa vardır. Bu kıssalar Kur’an’ın ifadesiyle gerçekte yaşanmış olaylardır. Yani misal getirmek için hikâye tarzında anlatılan olaylar değildir. Kur’an-ı Kerim’de Hz. İsa ile ilgili kıssa anlatıldıktan sonra olayın bir misal getirme olmadığını belirtmek için yüce Allah, “Şüphesiz bu anlatılanlar gerçek kıssalardır.” (Ali-İmran, 3/62) diye buyurmaktadır. İşte bu kıssalardan bir tanesi de Hz. Musa’nın kavminden olan Kârûn hakkındaki kıssadır.
Kârûn, Allah’ın lütfettiği nimet sayesinde çok mala sahip olan zengin bir kişi idi. Hazinelerini değil, sadece anahtarlarını bile taşımak güçlü bir topluluğa dahi ağır gelecek kadar çok idi. Yani malı çok fazlaydı. Ama o, sahip olduğu bu malı Allah’ın kendisine olan bir lütfu olarak görmüyor, ziynetlerini, takılarını takarak kavminin karşısına çıkarak böbürleniyor, büyüklük taslıyor, diğerlerini hor ve hakir görüyordu.
Allah Teala tarafından verilen malın şükrünü eda etmesi için kendisine; “Allah’ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana iyilik yaptığı gibi sen de iyilik yap ve yeryüzünde bozgunculuk isteme. Çünkü Allah bozguncuları sevmez.” diyenlere karşı Kârûn yine böbürlenerek, “Bunlar bana bendeki bilgi ve beceriden dolayı verilmiştir” diyordu. Sonunda Allah Teala büyüklenmesi, kibirlenmesi, Allah’ı tanımaması ve malının şükrünü ödememesi sebebi ile Kârûn’u feci bir şekilde cezalandırmış, onu ve sarayını yerin dibine batırarak yok etmiştir. Adamları da Allah’ın bu cezasına karşılık ona yardım edememişlerdir. Kendisi de kendini savunup kurtaramamış, malı, mülkü hazineleri de ona bir fayda sağlamamıştır (Kasas, 28/76-81).
Bu ayetten bizlerin çıkarması gereken derslerden bir tanesi böbürlenmenin yanlışlığıdır. Böbürlenmek İslam ahlakının yasakladığı davranışlardan bir tanesidir. Yukarıda belli ölçülerde hayat hikâyesi anlatılan Kârûn örneğinde olduğu gibi yüce dinimiz İslam böbürlenmeyi, kibirlenmeyi, başkalarına karşı büyüklük taslamayı açık bir şekilde yasaklamıştır. Bu şekilde büyüklük taslayanlar, malıyla, mülküyle övünerek Allah’a karşı gelenler hem Kârûn örneğinde hem de diğer örneklerde olduğu gibi yüce Allah tarafından acı bir şekilde cezalandırılmışlardır.
Böbürlenmek sadece mal çokluğuyla değil bazen makamla mevki ile bazen güçlü kuvvetli olmakla, bazen çoluk çocuğun çokluğu ile bazen de Allah’ın insana vermiş olduğu güzellikle yapılmaktadır. Ama bunların hepsi gelip geçicidir. Önemli olan Allah’ın rızasını kazanmak olmalıdır. Güzellik her an yerini çirkinliğe, güçlülük güçsüzlüğe bırakabilir, makam mevki elden çıkabilir, onca çoluk çocuk bir kazada depremde felakette yok olabilir. Onun için sahip olduğumuz bu şeylere güvenerek böbürlenmeye, kibirlenmeye yönelmemeli, her zaman tevazu içerisinde olmalıyız. Böbürlenmek dinimizde ne kadar yasak ise, bunun tam tersi olarak alçak gönüllü olmak o kadar tavsiye edilmiştir.
Kârûn ile ilgili olarak anlatılan bu kıssadan çıkarmamız gereken bir diğer mesaj da böbürlenmenin, büyüklenmenin, yeryüzünde bozgunculuk yapmanın yanlış olduğu kadar, aynı zamanda Allah’ın bizlere vermiş olduğu malın şükrünü eda etmenin gerekli olduğudur. Her şeyin şükrü vardır. Mala mülke sahip olmanın şükrü de zekât ve sadakadır. Yukarıdaki Kârûn örneğinde de olduğu üzere bizler, yüce Rabbimizin bizlere vermiş olduğu malın şükrünü zekât ve sadaka ile gözetmeli, fakiri fukarayı düşünmeliyiz. Ben bu malı kazanmak için ter dökerken, onlar benimle beraber ter döktü mü ki; malımı, paramı kendi ellerimle fakirlere vereyim dememeliyiz. Böyle diyen Kârûn ve benzerlerinin sonunu hiçbir zaman hatırdan çıkarmamalıyız.