“Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen yeri asla yaramazsın, boyca da dağlara asla erişemezsin.” (İsrâ, 17/37)
İnsan nimetler içerisinde iken çabuk kibirlenen ve şımaran bir yapıya sahiptir. Kendisine verilen imkânları bir nimet ve imtihan sebebi ve sorumluluk doğuran bir durum olarak göremez. Her zaman bu nimet ve imkânların kalıcı olduğunu düşünür, bundan dolayı aldanır. İnsanı kibirlendiren şey mal, evlat, makam gibi hususlardır. Bunlara bakarak her şeyin üstesinden geleceğine inanır. Nitekim Ebu Leheb de Müslümanlara ahiretteki cezayı hatırlatmalarına karşılık malını harcayarak bundan kurtulacağını zannederdi. İnsanın kendisini yeterli ve zengin görmesinden dolayı azgınlık ettiği ayette haber verilmektedir (Alak, 96/6-7). Bu bakımdan kişinin zenginlik hissine kapılıp gurura düşmesi kendisini felakete sürükler. Genellikle zen-ginleştikçe şımarır, azar, dünyanın bir imtihan yeri olduğunu unutur, hatta Allah’ı dahi tanımaz hâle gelir.
Konumuzu oluşturan İsrâ suresindeki ayette insanın, böbürlenerek yürümesi kınanıyor. Zira insanın ne kadar büyüse de boyunun da dağlara ulaşamayacağı, ağır-lık bakımından da yeri delemeyeceği belirtilerek böbürlenmenin boş, anlamsız bir kuruntu ve kötü bir huy olduğu vurgulanıyor. Yeryüzünde böbürlenerek, büyüklük taslayarak yürümek kişinin kendisini olduğundan fazla göstermeye çalışması, etra-fındaki insanlara tepeden bakması, toplumda uygunsuz söz ve davranışlarda bu-lunması, her zaman kendisini haklı görüp başkalarını küçümsemesi sebebiyle olur.
Kibirli olmak insanı azdırır. Başkasının hakkını ihlal etmeye sebep olur. Çünkü hiç kimsenin kendisinden hesap soramayacağını, herkesin kendisinden korktuğu-nu zannederek kişi, hak hukuk tanımaz zalim konumuna düşer. Kur’an-ı Kerim, övünenleri ve kibirlileri Allah’ın sevmediğini (Hadîd, 57/23) belirterek, kibirden uzak kalmayı, insanlardan yüz çevirmemeyi ve yeryüzünde böbürlenerek yürümemeyi emretmektedir (Lokman, 31/18). Çünkü kibirlenmenin ahirette cezasının büyük olcağı, ebedî olarak cehennem kapılarından girileceği ayette haber verilmektedir (Zü-mer, 59/72). Müminler ise, yeryüzünde mütevazı olarak yürürler (Furkân, 25/63) ve birbirlerine karşı merhametli davranırlar. Allah’ın adı anıldığı ve kendilerine nasihat edildiği zaman derhal secdeye kapanır, Rab’lerini överek tesbih eder, büyüklük tas-lamazlar (Secde, 32/15).
Peygamberimiz (s.a.s), kalbinde hardal tanesi kadar kibir bulunan kimsenin cennete giremeyeceğini (Müslim, “İman” 147), kişinin kendisini büyük görüp halktan uzak kalmasıyla cebbarlar arasına katılacağını ve onların başına gelen musibetin kendisine ulaşacağını (Tirmizî, “Birr”, 61) haber vermektedir.
Kibir, boş kuruntudan başka bir şey değildir. Gerçekten; değerli, akıllı, bilgili ve erdemli insanlar daima alçak gönüllü, ağır başlı olurlar. Bunun en güzel örneğini de Peygamber Efendimiz göstermiştir. Peygamberimiz kibirden nefret etmiş, bütün Müslümanlara karşı mütevazı olmayı değişmez bir davranış kuralı hâline getirmiştir. Müslümanların Peygamberimizi çok sevmelerinde de alçak gönüllülüğünün önemli bir payı olmuştur.
“Alçak gönüllü, mütevazı ol ki, Allah seni yüceltsin” sözü darbı mesel hâline gelmiştir. Burada yasaklanan kibirlilik sadece birey için değil İslam toplumu için de geçerlidir. Öyle ki İslam devletinin yöneticileri ve komutanları her tür kibir, zorba-lık, gurur, kendini beğenme, yüksekten bakma gibi davranışlardan uzak kalmışlar-dır. Hatta savaş alanında bile gurur ve kibre neden olacak sözlerden kaçınmışlardır. Yaşayışlarında hep sadeliği tercih etmişlerdir. Bu nedenle onlar hiçbir zaman fethet-tikleri yerlerin halkını kibir ve gururla korkutup ezmemişlerdir.
Kişi, üzerinde yürüdüğü yerin altında kendisinden nice güçlü kuvvetli insanla-rın yattığını düşünmeli, o bakımdan mütevazı olarak yürümelidir. Yani zorbaların, azgınların yürüdüğü gibi, yeryüzünde böbürlenerek, sağa sola eğilip çalım satarak yürümemelidir. Böyle bir yürüyüş büyüklenme alametidir. Kuşkusuz ki kişi bu dav-ranışıyla yeri delemediği gibi boyca da dağlara ulaşamaz. Başka bir ifade ile sağa sola bükülmekle, övünmekle ve kendini beğenmekle dağların tepelerine ulaşamaz.
Büyüklük ve övünmek hastalığına yakalananlar toplum içinde sevilmeyen ve say-gı gösterilmeyen insanlardır. Sevilmiş olsalar bile bu sevgi yapmacık olur. Bunların makam ve mevkileri servetleri ellerinden çıkınca çevresindeki kişilerin dostlukları da sona erer. Dünyada yalnızlığa terk edildikleri gibi ahirette de yalnız kalacaklardır.
Öyleyse; her şeyin sahibinin Allah olduğunu, mülkü verenin de alanın da O olduğunu idrak etmeli, Allah’ın nimetlerini tüketirken böbürlenmenin bizi alçalta-cağını bilmeliyiz.