Tasavvufî gelenekte kırk sayısının bir özelliği vardır. Bu da, Hz. Musa (a)’nın Tur Dağı’nda, Allah ile olan kırk günlük münâcâtıyla temelini bulur. Hiyerarşik veliler zümresinde, kırklar da, dünyanın hükümranlığına iştirak ederler.Kırk ile ilgili bazı atasözleri ve deyişler şunlardır:
Kırk dükkan süprüntüsü : Eski istanbul’da çocuklar, kırk dükkandan süprüntü toplarlar, bunları çörek oluyla karıştırıp ateşe atarak tütsü yaparlar, bunun nazara iyi geldiğine inanırlardı.
Olgunluk yaşı olarak kırk görülür. Hz. Peygamber (s) Efendimize bile, peygamberlik kırk yaşında gelmiştir. Bunun için kullanılan atasözleri ve deyişler şöyledir: “Kırkına gelmek”, “kırkını aşmak”, “kırkına varmak”, “kırkına vardı, hâlâ adam olmadı”, “kırkını aştı, hâlâ uslanmadı”, Bir sözün tutulması “kırk kere söyledim”, “kırk yıldır söylerim” gibi deyişlerle anlatılır. Kırklamak: Dünyaya yeni gelmiş bir çocuğun, hamamda, anasıyla beraber yıkanmasına kırklamak denir. Tasın suyla, kırk kere besmele okunarak doldurulup dökülmesiyle, kırklama geleneği yerine getirilmiş olur. Bu banyo, hamamda, törenle, eş-dost beraberliğinde yapıldığı için “kırk hamamı” diye de anılır.
Biri uzun süre ortada görülmezse, “kırklara karıştı” denilir. Bir şeyin eski oluşu, “kırk yıllık” deyişiyle anlatılmak istenir. Olgunluk geldiği halde, çiğ davranış sergileyenlere, “kırkından sonra azanı, teneşir paklar” denir. Hüküm sona göredir, bunun için “kırk gün günahkar bir gün tevbekâr” denmiştir, “kırk derviş bir sofrada yemek yer, iki padişah bir ülkeye sığmaz” atasözü, dervişlerde paylaşım, işar ve katılım, saltanatta ise bencillik hastalığının bulunduğunu ifade eder.