“İnkâr edenler, ‘Kıyamet bize gelmeyecektir’ dediler. De ki: Hayır, öyle değil, gaybı bilen Rabbime andolsun ki, Kıyamet size mutlaka gelecektir.
Ne göklerde ve ne de yerde zerre ağırlığında bir şey bile ondan gizli kalmaz. Bundan daha küçük ve daha büyük ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.” (Sebe, 34/3)
Bizim inancımıza göre, âlem mahlûktur, yani sonradan yaratılmıştır. Sonradan meydana gelen her şey fanidir. Bu madde âlemi de günün birinde sona erecektir. Di-nimiz bu büyük hadiseyi, kıyamet olarak ifade etmektedir. Bir başka ifadeyle kıyamet, dünyanın ölümüdür. Bütün semavî dinler, dünyanın ölümünden, kıyametten, bu bü-yük ölümden sonraki diriliş ve hesap gününden bahsetmektedir.
Kıyamet inancı, imanımızın altı temel esasından biri olan, ahiret inancının bir par-çasıdır. Ahiret hayatı kıyametle başlar. Bunu; haşir, hesap, insanların cennetlik ve ce-hennemlikler olarak ayrılması, cennetliklerin cennete, cehennemliklerin cehenneme gitmeleri ve ebedî bir hayatın başlaması gibi safhalar takip eder.
Yukarıda arz ettiğimiz iki ayetten birincisinde; Allah, sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’e hitap ederek, insanlardan bir kısmının kıyametin ne zaman kopacağını sorduklarını bildirip, kıyametin vaktini Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceğini haber vermekte-dir. ‘Cibril hadisi’ diye meşhur olmuş hadis-i şerife göre de; bir gün Cebrail (a.s) Peygamberimiz (s.a.s)’e bir insan kılığında gelerek; iman, İslam ve ihsan terimlerinin ne anlama geldiğini sormuştur. Peygamberimiz (s.a.s), bunların anlamlarını açıkladıktan sonra Cebrail (a.s), kıyametin ne zaman kopacağını da sorularına eklemiştir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) bu soruya; “Bu konuda soruya muhatap olan kişi, sorandan daha fazla bir şey bilmiyor” diye cevap vererek, kendisinin de Cebrail (a.s) gibi kıya-metin ne zaman kopacağını bilmediğini ifade etmiştir (Buhârî, “İmân”, 37).
Ayrıca ayette, kıyametin belki de yakında gerçekleşeceği bildirilerek, bizim her an ona hazırlıklı olmamız, yaşayışımıza çeki düzen vermemiz, yarın kıyamet kopacakmış gibi yaşamamız ve hazırlıksız yakalanmamız gerektiğine işaret edilmiştir. Esasen kıya-metin bizimle ilgili olan tarafı da budur. Biz Rabbimizin emirlerini yapar, yasakladık-larından kaçınırsak, kıyamete dair bir endişemiz de kalmaz. Çünkü kıyametten sonra cennetliklerin gideceği yer cennet olacaktır. Biz cenneti kazanacak şekilde davranmaya gayret edelim ve Rabbimizden bizim günahlarımızı bağışlamasını niyaz edelim.
İkinci ayette ise; “Kıyamet bize gelmeyecek” diyen inkârcılara, Peygamberimiz (s.a.s)’in vereceği cevap anlatılmaktadır: Kıyamet mutlaka gelecektir. Onun ne zaman geleceğini bilen Allah, yerdeki ve göklerdeki zerre ağırlığındaki küçük şeyleri bile bil-mektedir. Evrendeki bütün varlıklar ve olayların en küçük ayrıntısına kadar her şey apaçık bir kitapta kayıtlıdır. Bu kitaba biz, “levh-i mahfuz” diyoruz.
İnsanların yaptığı, küçük bir tabak büyüklüğündeki bilgisayarlarda CD’ler; ciltler-le dolusu kitabı içine alabilirse, Allah’ın yarattığı “levh-i mahfuz” kim bilir ne kadar ayrıntılı bilgileri ihtiva eder… Demek ki, ister geçmişe isterse geleceğe ait olsun, her konu ve olay hakkındaki bilgi, Allah katında apaçık bir kitap gibi malumdur, bütün ayrıntılarıyla O’nun tarafından bilinmektedir (Kur’an Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir, DİB. Yay., Ankara 2006, IV/412).
Zamanı bilinmeyen kıyametin ansızın gelip çatacağı gibi (En’âm, 6/31; Yûsuf, 12/107), bu kadar büyük bir olayın icra edilmesi de Allah için çok kolay bir şeydir. Kı-yametin bir göz kırpması gibi veya daha az bir zamanda oluvereceğini, çünkü Allah’ın her şeye hakkıyla gücü yettiğini Kur’an-ı Kerim bize haber vermektedir (Nahl, 16/77).
Allah’ın Kitabıyla gönderdiği esaslara inanmayan, onun emir ve yasaklarına dikkat etmeyen, insanları öldüren, onlara zulmeden kişilerin kıyamet gününde çok şiddetli azaba maruz kalacaklarını (Bakara, 2/85), kıyamet gününde adalet terazilerinin kuru-lup kimseye zerre kadar haksızlık yapılmayacağını (Enbiya, 21/47), kıyamet sarsıntısı-nın çok büyük bir şey olduğunu (Hac, 22/1), yeryüzünün parça parça olup dağılaca-ğını (Fecir, 89/21) ve sonuçta ona döndürüleceğimizi (Zuhruf, 43/85) hep hatırımızda tutarak, O’nun rahmet ve mağfiretine sığınalım.