Türklerin Montesquieu’sü veya Machiavelli’si olarak anılan, arz ve lâyihâlar hâlinde yazarak Sultan (IV.) Murad’a ve Sultan İbrâhim’e sunduğu risâlelerinde, imparatorluğun çeşitli meselelerine dâir -bilhassa eski zamanları, orada bir altın çağ tasavvur edip örnek vermek sûretiyle- yapılması gereken ıslâhatları anlatan Osmanlı ıslâhatçısı mütefekkir. 19. asırdaki reform ihtiyaçları dolayısıyla çok baskısı yapılan bu risâleler için bir tanıtma yazısı kaleme alan meşhûr edîbimiz Şinâsî’nin tâbiriyle, “Pek büyük bir memur olmadığı hâlde arz tezkerelerinde her asırda yürürlükte olan kâideler ile içinde bulundukları asrın ıslâhı yolunda yerinde tedbirler göstererek sergilediği hamiyet sâyesinde ilelebet hayırla yâd edilmesi gereken Koçi Bey”in hayâtına dâir elimizde çok fazla bilgi yoktur.
Sicill-i Osmânî’ye göre çocukluğunda İstanbul’a girip Enderun’da eğitim gören, I. Ahmed’den (IV.) Murad zamanına dek hizmette bulunup Sultan İbrahim’e dahi risâleler yazmış olan Koçi Bey, (IV.) Mehmed devri başlarında vefât etmiş, siyâset işlerine vâkıf, kâmil ve akıllı bir kişiydi.
Murad ve İbrâhim devirlerine âit in’am defterlerinde, muhtemelen Arnavutluk’taki Görice’den geldiği ve yüzünün kırmızılığından kinâye Arnavutça’da kırmızı anlamındaki kuç’tan kaynaklanan, -yanlış bir şekilde bir lakap olduğu söylenen- Koçi’ye rastlanmamaktadır. Diğer yandan Bursalı Mehmed Tâhir’in Kâhire’deki bir kütüphâne kataloğunda “lakab”ının yanında gördüğünü söylediği Mustafa ismi dolayısıyla in’am defterlerinde çokça tesâdüf edilen ve Evliya Çelebi Seyahatnâmesi’nde de musâhib-i sâbık silâhtar Mustafa Ağa olarak geçen bir Has Odalının Koçi Bey olma ihtimâli üzerinde durulmuştur. Risâlelerin bir yazma nüshasının başında kendisinden “Has Odadan çıkma” olarak bahsedilmesi de bu fikri güçlendirmektedir; fakat hakkında TDV İslâm Ansiklopedisi’ne (DİA) madde yazan Ömer Faruk Akün bu iddiayı reddetmektedir. Ona göre, “Devlet mekanizmasının çeşitli şube ve müesseseleriyle işleyişine, idarî usul ve tatbikata dair derin vukufu, onun en azından ve hiç değilse Dîvân-ı Hümâyun kalemlerinin gün görmüş bir emektarı olduğunu düşündürür.” Koçi Bey de kendisini hânedana yedi nesilden beri hizmet veren bir âilenin çocuğu ve aynı hizmetleri sürdürüp şimdilerde pîr olmuş bir emektar kul olarak tanıtmıştır.
Koçi Bey Risâleleri’nin en önemli özelliği, tagayyür ve fesat olarak adlandırılan devlet müesseselerindeki çürümüşlüğün, idârî bozuklukların, geçmişle mukâyese edip kânun-ı kadîm olarak andığı, mâzîdeki örnek nizamlara ve kurallara dönülmek sûretiyle ıslâhını öneren “altın çağ”cı tutumudur. Bu anlamda “Osmanoğullarının ulu soylarından gelen padişahlar arasında, her şeyden önce memeketinin genişliği, hazinenin çokluğu ve ululuk yönünden en üst mertebeye çıkanı merhum ve mağfur Sultan Süleyman Han’dı. Ve yine âlemin bozulmasına sebep hâller dahi onun zamanında ortaya çıktı” demekle Kânûnî dönemini hem devletin şevket ve kudretinin en üst noktaya vardığı örnek bir dönem olarak niteler hem de bozulmanın bu devirde başladığını belirterek eleştirir.
Mehmet Öz, Koçi Bey’in nasihatlerinin, kul taifesinin zabt u raptı ve sultânın otoritesinin tesisi, rüşvetin kökünün kazınması, mansıpların ehil ellere bırakılması, tımar sisteminin düzeltilmesi, dirlik sâhiplerinin durumlarının gözden geçirilmesi, gelir – gider dengesi gibi konularda bilhassa (IV.) Murad’ın ıslahatlarına ışık tutmakla birlikte yapılanların gelenekçi bir ıslahattan çok pragmatik bir nitelik taşıdığını ifâde eder. Bizim için ilgi çekici olan bu büyük ıslahatçı mütefekkirin dediklerinin yapılıp yapılmadığı veya hangi sâikle yapıldığından ziyâde kendi içsel tutarlılığıdır. O, önerilerinin kıymetini padişaha vurgulayarak hatırlatmış, Sultan Murad’a, bozulan devlet düzenini tesis etmekle meşgûl olmanın nice mescit ve cami yaptırmaktan hayırlı olduğunu, bahsi geçen sıkıntıların düzeltilmemesi hâlinde bunların hesabının Kıyâmet Günü pâdişahtan sorulacağını cesur bir ideâlist olarak söylemekten imtinâ etmemiştir.