Arapça, lügatta köle insan için kullanılır. Bir insanın kalbi, Allah’ın gayri herşeyden sıyrılmadıkça, kul olamaz. Bu durumda olan kişiye de, Allah’ın kulu denir. Allah mümin kulunu “abd” dan daha güzel bir isimle anmamış, Kur’an’da “ibâdun mukramun” (ikram olunmuş kullar)” (Enbiya/26) buyurmuştur. Nebilerini ve Resullerini de bu isimle anmıştır : “kullarımızdan İbrahim’i an” (Şad/45), “kulumuz Eyyub’u an” (Şad/41), “ne güzel kul” (Şad/30). Hz. Muhammed (s) de ibadetten ayakları şişip kendisine : “Ya Rasulullah (s), Senin geçmiş ve gelecek bütün günahların afvolmadı mı?” diyen eşine : “Şükreden bir kul olmayayım mı?” karşılığını vermiştir. Yine Hz. Peygamber (s) şöyle der : “Melik peygamber olmakla kul peygamber olmak arasında serbest bırakıldım, ikinci şıkkı tercih ettim” Allah ile mahlukat arasında kulluktan daha yüksek bir derece olsaydı. Rasulullah onu kaçırmaz. Allah da, O’na verirdi. O, bu yüzden şehadet kelimesinde” abduhü ve resulüh” diye anılır. Görüldüğü veçhile, kulluk bir insan için en yüksek makamdır. Tasavvufta, aşağıdan yukarıya doğru manevi yükselişi ifâde eden makamların başına tevbe, en üst zirvesine de kulluk konulmuştur. Kul olun kişi gerçek hürriyet sahibidir. Zira o, Rab’dan başka kimseye boyun eğmez. O, sadece Allah’ın emirlerine sarılır. O’ndan başka herşeyden bağımsız ve hür olur. Allah’ın emirlerine uzak kalan kimse, nefis veya şeytanın esareti altında demektir.
Mutasavvıflar, abd lafzını er-Rabb mukabilinde kullanırlar.
Ubudiyyet salih kula mahsus olup, Allah onu birine nasip etti mi, artık o, Allah tarafından yardım görmüş demektir. Bu şekilde kulun nefsinin ve nevasının hazları örtülür. Sonunda, Allah onu kulluk nimetlerine daldırır ve sadece kendisi ile meşgul eder.