“Kim azgınlık eder ve dünya hayatını tercih ederse, şüphesiz, cehennem onun sığınağıdır. Kim de, Rabbinin huzurunda duracağından korkar ve nefsini arzularından alıkoyarsa, şüphesiz, cennet onun sığınağıdır.” (Nâzi’ât, 79/37-41)
Zikrettiğimiz ayetlerde Rabbimiz, kıyamet gününde iki insan tipinden bahsedi-yor. Mutlular ve bedbahtlar. Dünyayı âhirete tercih edip kendini müstağni hisseden, plan ve programını sadece dünyaya göre yapan, ahiret diye bir derdi olmayan; öm-rünü inkâr, isyan ve taşkınlıkla geçirerek tövbe ve iman etmeden Allah’ın huzuru-na çıkanlar bedbahtlardır. Bu gibi kimseler, yaratılış gayesinden uzak, sadece bu dünyaya yönelik yaşarlar. Onların varacağı yer Kur’an’ın ifadesiyle cehennemdir. Ancak Rabbinin huzurunda hesap vereceğine inanıp Allah karşısında kötü duruma düşmekten, O’nun huzuruna günahkâr olarak çıkmaktan korkanlar, düşünce, ey-lem ve planlarında Allah’ı hesap ederek kendini boş şeylerden uzak tutup nefislerini kötülüklerden arındıranlar ise, bahtiyar kimselerdir ve onların varacağı yer de yine Kur’an’ın ifadesiyle cennettir.
Rabbimiz bizlere müminin hayatında nelere önem vermesi gerektiğini bildir-miş, hesap günündeki ceza ve mükâfatın ölçüsünü açıklamıştır. Rabbimizin rızasına ve lütfuna nail olabilmek için dünyadaki sorumluluklarımızın bilincinde olmalıyız. Ona göre bir hayat tarzı yaşamalıyız. Henüz dünyada iken, elimizde imkân ve fırsat-lar varken, kendi muhasebemizi yapmalıyız. Yüce Allah’ın bizi daima gözettiğinin bilincinde olmalı ve buna göre hayatımıza çeki düzen vermeliyiz. Müminin Allah’a olan inancı ve sevgisi onu kötü bir iş yapmaktan ve nefsinin aşırı isteklerine boyun eğmekten alıkoymalıdır. Mümin kimse, Allah’a ve kullarına karşı sorumluluklarını bilerek ona göre yaşamalıdır. Şayet mümin, bu hassasiyetle yaşarsa, dünyada mutlu olduğu gibi ahirette de Cennete girmeye hak kazanır. Kişinin, günaha düşmekten kendini koruyup iyiliklere ciddiyetle yönelebilmesi için, Allah’a inancının tam ol-ması, O’nun emirlerine muhalefet etmekten korkması, O’nu sevmesi ve nimetlerini ümit etmesi gerekir. İnsan bu inanç ve yaklaşımıyla Rabbinin vaat etmiş olduğu cennete, ebedî huzur ve mutluluğa, bitmez tükenmez nimetlere ulaşır.
İnsan lehinde ve aleyhinde olan hususları iyi bilmelidir. Şu iki şey, insanın düş-manıdır: Nefsî arzular ve sonu olmayan emel. Nefsî arzulara uyarak onların peşi sıra koşmak, hakkı görüp ona tabi olmaya engeldir. Sonu olmayan emel ise, kişiye ahiret hayatını unutturur. Dolayısıyla ölüm, insanı gafil avlar ve kişinin çalışma zamanı bittiğinden yapabileceği bir şey kalmaz. Ebedî hayatta mutlu olabilmemizin yolu, dünyada iken Allah Teala’yı razı edecek bir hayat sürdürmemize bağlıdır. Bugün ne isek yarın da oyuz. O halde ölmeden nefis muhasebesi yapmalıyız. Allah bizi hesaba çekmeden önce biz nefsimizi hesaba çekmeliyiz.
Acaba bu gün ölürsek hâlimiz nice olur? Allah’ın hoşnut olacağı bir hayat yaşı-yor muyuz? Allah için ne yapıyoruz? gibi sorularla kendimizi her zaman yoklamalı, iman ve ibadetle bir hayat sürmeyi ve son nefesimizde iman üzere ölmeyi Allah’tan istemeliyiz. Zira yüce Rabbimiz Kur’an’da bizlere Müslüman olarak can vermeyi dilememizi öğütlemektedir:
“Benim canımı Müslüman olarak al ve beni iyilere kat.”
“Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört, canımızı iyilerle beraber al.”(Âl-i İmrân, 3/193)
O halde biz de yaşayışımızda aynı istikamette çalışmalı ve Rabbimize dua etme-liyiz:
“Allah’ım bizim canımızı Müslüman olarak al, bizi senin katında iyi olan kulla-rından kıl, onların işlediği yararlı işleri işlemeye bizi de muvaffak kıl, onların ölme-leri gibi ölmeyi ve onların derecelerine nail olmayı bize nasip eyle.” Âmin!