Ahilerle yakın ilişkisi olan Türk tarikatıdır. Necmeddin-i Kübra (ö. 618 / 1221) tarafından kuruldu. Otuz beş yaşında medrese eğitimini tamamlayan Necmeddin-i Kübra, Ammâr Yâsir ve İsmail el-Kasrî tarafından irşat edildi. Kurduğu tarikat, XIII ve XIV. yüzyıllarda Orta Asya, İran, Hindistan ve Irak’ta yayıldı. Sultanü’l-Ulema Bahaeddin Veled (ö. 1231), Şeyh Necmeddin-i Kübra’nın büyük halifelerinden biriydi. Kübreviyye Tarikatı, Anadolu’ya Mevlâna Celâleddin-i Rumi’nin (ö. 1273) babası Sultanü’l- Ulema Bahaeddin Veled ile geldi. Kübrevilerle Mevleviler arasındaki temaslar Konya’da Mevlâna’nın sağlığında da devam etti. Kübreviyye’nin kurucusu Şeyh Necmeddin-i Kübra’nın tasavvufa dair birçok eseri bulunmaktadır. Mustafa Kara, Tasavvufî Hayat adını verdiği eserde bunlardan “Usûlu Aşere”, “Risâle ile’l-Hâim” ve “Fevâihu’lCemâl”i yayımladı., Eserlerinde mutasavvıfların daha çok dünya nimetlerinden uzak kalmasını öğütleyen Necmeddin-i Kübra, “Usûlu Aşere” adlı eserinde “zühd” ve “uzlet” üzerinde ayrıntılı olarak durdu. Buna karşılık çalışmanın insan için önemi hakkında herhangi bir fikir beyan etmedi. Kendisi de tam bir züht hayatı yaşadı. Kübreviyye Tarikatı’nın temelinde dünyadan el etek çekme düşüncesi yatmaktadır.
Kübreviyye dervişleriyle Fütüvvet erbabı arasındaki ilişki, Horosan’da başladı. Kübreviyye’nin kurucusu Necmeddin-i Kübra ile fütüvvet şeyhlerinden Evhadüddin-i Kirmani’nin (ö. 1237) birbirleriyle anlaşamadıkları bilinmektedir. Horosan’da başlayan ihtilafın daha sonra Konya’ya taşındığı görülmektedir. Nitekim Bahaeddin Veled, Kübreviyye’den gelen fikirleriyle oğlu Mevlâna’yı derinden etkilemiş; tıpkı şeyhleri Necmeddin-i Kübra gibi Mevlâna, Konya’da Fütüvvet teşkilatını kurmaya çalışan Şeyhi Evhadüddin-i Kirmani’ye karşı tavır almış; onun hal ve hareketlerini beğenmemiş; bu konuyla ilgili Eflâkî birçok menkıbe anlatmıştır. Mevlâna’nın çevresindekilere: “Evhadüddin, dünyada kötü bir miras bıraktı. Bu kötü mirasın ve bu kötü mirasla amel edenin günahı onun boynuna” dediğini Eflâkî nakletmektedir. Şu halde Mevlâna, Evhadüddin-i Kirmani’nin Konya’da Fütüvvet teşkilatını kurarak esnafları tasavvuf düşüncesi çerçevesinde örgütleme çalışmalarını çok kötü bir iş olarak görmüştür.
Mutasavvıflar, kendilerine inanan devlet adamlarıyla, varlıklı kişilerin yaptırarak vakıflar tahsis ettikleri tekke ve zaviyelerde faaliyette bulunuyorlardı. Mevlevilik de aynı yolu takip etmiş; daha Mevlâna Celâleddin Rumi’den sonra devlet adamlarının tahsis ettiği vakıf gelirleri, hediyeler ve nezirler dervişler ile tekkenin görevlilerine dağıtılmaya başlanmış; Sultan Veled (ö. 1231 ) başta olmak üzere Mevlâna’nın eşi Kira, kızı Melike hatunlara bunlardan tahsisat ayrılmıştır. Oysa Ahilik, bu anlayıştan farklı olarak Fütüvvet esasları gereği üyelerinin bir meslek veya sanata sahip olmalarını, üretmelerini ve kimseye yük olmadan hayatlarını devam ettirmelerini öngörmüş, bunu toplumda da yaymaya çalışmıştır. Ahiler, ehl-i tasavvuf gibi dindarlığa da son derece önem vermişlerdir. Horosan orijinli tasavvuf anlayışına uygun olmayan ve Fütüvvet adı verilen bu yeni yapılanma, Kübreviyye’ye müntesip mutasavvıfları rahatsız etmiş, bu yüzden Ahilerle mücadeleye başlamışlardır. Özellikle Konya’da dinî hayata hâkim durumda olan Kübreviyye’nin kolu durumundaki Mevleviliğe bağlı olanlar, Ahiler ortaya çıkıp zaviyelerde teşkilatlanmaya başlayınca, bundan rahatsız olmuşlar; bu yüzden birtakım tatsız olaylar meydana gelmiştir. Mevlâna’nın ölümünden sonra yumuşama olmuş; bu ortamda Sultan Veled, Divan adlı eserinde yer yer Ahi ileri gelenlerini övmüş; onların iyilik ve meziyetlerini mübalağalı bir şekilde dile getirmiştir. Bu olumlu hava, kısa sürede Ahiler’in tuttukları yolun uygar bir toplum için gerekli olduğu anlayışının yaygınlaşmasına, bunun sonucu tasavvuf erbabının Ahiler’e sempati duymaya başlamasına zemin hazırlamıştır.
Ahiler’in Kübreviye’nin Anadolu versiyonu olan Mevlevilikle yakın ilişkileri, Osmanlılar’ın Konya’yı topraklarına katmasından sonra daha da gelişti. XV. yüzyılın sonlarında Ahiler’le Mevleviler hemen her alanda artık yan yana görülmektedirler. Abid Çelebi’nin (ö. 1496) 1501 tarihli Mevlevi vakfiyesinde dönemin önemli Mevlevi simalarından Divane Mehmed Çelebi (ö. 1529) ile birlikte birçok Ahi oğlunun şahit olarak imzaları bulunmaktadır. Yine 1509 tarihli Şems-i Tebrizî Zaviyesi’ne ait Abdürrezak oğlu Emir İshak Bey’in Mevlevi vakfiyesinde de Ahi şahitler bulunmaktadır. Bu yakınlaşma, zamanla Mevleviler’in de meslek sahibi olma konusunda Ahiler’den etkilenmesine neden olmuş, bazı Mevlevi ileri gelenleri Ahiler gibi üretime yönelik iş yerleri açmaya başlamışlardır. Nitekim Mevlâna Dergâhı Postnişini Seyyid Abdurrahman Efendi oğlu Seyyid Şeyh Hacı Mehmed Arif Efendi, 1143 (1730) yılında, Konya’da Keçeciler Çarşısı’nda bulunan çok sayıdaki keçeci dükkânını satın alarak Konya’nın keçe imalatını eline geçirmiştir.
Yusuf KÜÇÜKDAĞ
KAYNAKÇA
Hocazâde Ahmed Hilmi, Hadîkatü’l-Evliya, İstanbul 1979, s. 236245; Hamid Algar, “Necmeddîn-i Kübra”, DİA, XXXII, İstanbul 2006, s. 498-506; Yusuf Küçükdağ, “Ahiliğin Konya’da Kuruluşu ve Türk Tasavvufuna Getirdiği Yeni Boyut”, Türk Tasavvuf Araştırmaları, Konya 2005, s. 12-17.