Kur’an-ı Kerim, son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.)’in en büyük mucizesidir. O şiir olmadığı gibi nesir de değildir. Kendine özgü üslûbu olan ilâhî bir nazımdır. İlk hitap ettiği toplumun dilini, herkesin bildiği anladığı kelimelerle öy-lesine güzel ve tatlı bir şekilde kullanmıştır ki, İslâm’ın en azı-lı düşmanları bile onu dinlemekten kendilerini alamamışlardır.
Kur’an-ı Kerim, nazil olurken Arap edebiyatı zirve döne-mini yaşıyordu. Kur’an-ı Kerim, o günün şairlerine ve ediple-rine çağrıda bulunarak şöyle meydan okudu:
“Eğer kulumuza (Muhammed’e) indirdiğimiz (Kur’an) hak-kında bir şüphede iseniz, haydin onun benzeri bir sûre getirin ve eğer doğru söyleyenler iseniz, Allah’tan başka şahitlerinizi çağı-rın (ve bunu ispat edin).” (Bakara sûresi, âyet, 23)
Kur’an-ı Kerim’in bu meydan okuyuşu karşısında en bü-yük Arap şairleri ve edipleri âciz kalmışlardır. Çünkü o Allah kelamıdır, eşsizdir. Onun icazına ve belagatına insan gücünün yetişmesi mümkün değildir. Kur’an’ın bu meydan okuyuşu, kıyamete kadar sürecektir.
Kur’an-ı Kerim’in eşsizliğini ortaya koyan bildiğimiz, bilmediğimiz pek çok özelliği bulunmaktadır. Nazil olurken, gelecekte vuku bulacağını açıkladığı bazı olayların, haber ver-diği şekilde gerçekleşmesinin tarihen sabit olması; insanlığın, hakkında hiç bilgi sahibi olmadığı bazı hususlarda bilgiler vermesi; insanın yaratılışı ve birtakım kâinat olaylarının mey-dana gelişi gibi bazı ilmî gerçeklere ilişkin işaret ve ifadeleri-nin ilmen doğrulanması, onun Allah’ın sözü olduğunu ve eş-sizliğini ortaya koymaktadır.