Hem okunan ve ezberlenen hem de yazılan bir vahiy olarak Kur’an, henüz Hz. Muhammed döneminde birçok sahabi tarafından ez berlenmiş ve ‘vahiy katibi’ adı verilen kişilerce parçalar/fragmentler ha linde yazıya geçirilmiştir. Hz. Peygamber, gelen vahiyleri öncelikle in sanlara tebliğ etmiş ardından da bunu vahiy katiplerine yazdırmıştır, ay rıca birçok kişi Kur’an metinlerini ezberlemiştir. Hz. Peygamber tarafın dan görevlendirilen vahiy katipleri, nazil olan ayetleri develerin kürek ve kaburga kemikleri, tabaklanmış deri parçaları, taşlar, hurma dalları, seramik parçaları, tahta, parşömen ve papirüs gibi çeşitli malzemeler üzerine yazmışlardır. Kur’an ayetlerinin Hz. Peygamber’in sağlığında bir araya getirilerek kitap şeklini aldığına dair bir bilgi bulunmamaktadır. O dönemde Kur’an’ın iki kapak arasına alınmamasının asıl sebebi Resulul lah hayatta olduğundan vahyin ne zaman kesileceğinin bilinmemesidir. Çeşitli kaynaklarda Ramazan aylarında Hz. Muhammed ile Cebrail’in o güne kadar inen ayetleri birbirlerine karşılıklı olarak okudukları, dolayı sıyla o güne kadar inzal olmuş olan Kur’an metnini baştan aşağı tekrar ettikleri anlatılmaktadır.
Hz. Muhammed’in vefatı öncesi dönemde son ayetin “Bugün si zin için dininizi ikmal ettim …” (5. Maide, 3) şeklinde başlayan ayet ol duğu ifade edilir. Bunun akabinde Hz. Muhammed vefat etmiş ve böy lelikle Kur’an’ın vahyi son bulmuştur. Peygamberin vefatından sonra Kur’an’ın derlenip toplanması çalışmaları başlamıştır. Bu çalışmalar önemli ölçüde buna duyulan bir ihtiyaçtan kaynaklanmıştır. Zira özellikle Yemame savaşı ile diğer bazı savaşlarda hafız sahabilerden bir kıs mının şehit olması, başta Hz. Ömer olmak üzere birçok Müslümanı te laşlandırarak harekete geçirmiştir. Kaynaklarda anlatıldığına göre Kur’an’ın toplanması (cem) fikrini Halife Ebu Bekir’e açan Hz. Ömer bu hususta onu ikna etmiş, Hz. Ebu Bekir de bu görevi Zeyd b. Sabit’e ver miştir. Yapılan duyuruyla, yanlarında yazılı Kur’an nüshaları ve parçala rı/fragmentleri olanların bu metinlerin Kur’an ayetleri olduğuna dair iki şahitle birlikte görevli heyete başvurmaları istenmiştir. Zeyd ve diğer heyet üyeleri son okumayı da dikkate alarak ashabın getirdiği yazılı me tinleri kontrol etmiş ve yazmışlardır. Böylece Kur’an yazılı malzeme ve ezber yardımıyla eksiksiz olarak toplanmış ve Hz. Ebu Bekir’e teslim edilmiştir. İki kapak arasındaki bu derlemeye ‘Mushaf’ adı verilmiş, bu kitap Ebu Bekir’den sonra Ömer’e, onun vefatı ile kızı ve aynı zamanda Resulullah’ın eşi olan Hz. Hafsa’ya intikal etmiştir.
Hz. Ömer ve Osman devrinde artan fetihlerle genişleyen İslam coğrafyasında Arapların dışındaki Müslümanlar, kendi bölgelerinde meşhur olan sahabinin mushaf ve kıraatiyle (okuyuşuyla) Kur’an’ı öğre nip okuyor, muhtemelen bu mushaflardan kendileri için özel nüshalar çıkarıyorlardı. Bu uygulama devam ederken “yedi harf” ruhsatına ve A rap dilinin yapısına bağlı olarak ortaya çıkan bazı kıraat farklılıklarını doğru biçimde değerlendiremeyenler, bunu önemli bir ihtilaf sebebi olarak gördüler ve ciddi tartışmalar başlattılar. Bu bağlamda ortaya çı kan tartışmalar bazı Müslümanları endişelendirdi. Örneğin Huzeyfe b. Yeman, Suriyeli ve Iraklı askerler arasındaki kıraat ihtilafından rahatsız oldu ve Halife Osman’ın yanına gelerek konuya bir çözüm bulmasını teklif etti. Muhtemelen başka şikayet ve ihtilafları da göz önünde bulun duran Hz. Osman, Hafsa’nın elindeki Ebu Bekir mushafını çoğaltarak belli başlı merkezlere göndermeye karar verdi. İstinsah ve çoğaltma işi için başkanlığını yine Zeyd b. Sabit’in yaptığı bir heyeti görevlendirdi. Yardımcılarla birlikte üyelerinin sayısı on ikiye ulaşan heyet çalışmaları nı başarıyla tamamladı ve orijinal nüsha Hafsa’ya iade edildi. Hicri 25-30 (Ms 646-651) yılları arasında gerçekleştirilen bu çalışma sonunda çoğal tılan Kur’an nüshaları Mekke, Küfe, Basra, Şam, Yemen ve Bahreyn’e gönderilmiş, bir nüsha da Medine’de bırakılmıştır.
Böylelikle Kur’an’ın derlenip iki kapak arasına alınması ve çoğal tılması işi tamamlanmıştır. Kur’an, içeriği yanı sıra, oldukça erken dö nemde henüz Peygamberin yaşamı esnasında hem yazılı hem de şifah olarak kayıt altına alınan özelliğiyle de diğer evrensel dinlere ait kutsal metinlerden ayrılmaktadır. Kur’an’ın Hicri takvimin henüz başlarında kayıt altına alınan metni, o günden bu güne otantizmini/sahihliğini ko rumuş ve günümüze kadar varlığını devam ettirmiştir.
Prof. Dr. Şinasi Gündüz