Kendisini, beyan, alemler için öğüt, doğruluk rehberi, yol gösteri ci, rahmet, müjdeci, açık bir delil ve nur olarak tanımlayan Kur’an, A rapça olarak nazil olan bir kutsal kitaptır.
O, Kuran’ı Allah’ın izniyle kendinden öncekini tasdik ederek, yol gösterici ve inananlara müjdeci olarak senin kalbine indir miştir (2. Bakara, 97) .
… Kuran uydurulabilen bir söz değildir. Fakat kendinden ön ceki kitapları tasdik eden, inanan millete her şeyi açıklayan, doğru yolu gösteren bir rehber ve rahmettir (12. Yusuf, 11 1).
Biz onu, anlayasınız diye, Arapça bir Kuran olarak indirdik (12. Yusuf, 2).
Kur’an metni ‘sure’ olarak adlandırılan farklı uzunluklardaki çeşit li bölümlerden oluşur; her bölüm ise ayetlerden meydana gelir. Bazı su reler yalnızca üç ayetten oluşurken bazıları ise yüzlerce ayetten meyda na gelmektedir. Kur’an surelerinin mevcut dizilişine göre ilk sure Fatiha son sure ise Nas’tır. Kur’an’ın nüzulü dikkate alındığında ilk nazil olan ayetler Alak surenin baş kısmıdır. Sure olarak ise Fatiha’nın Kur’an’ın ilk nazil olan suresi olma ihtimali yüksek olduğu düşünülmektedir.
Kur’an’ın yirmi üç yıllık bir sürede Mekke’de ve Medine’de nazil olduğu dikkate alındığında bazı surelerin Mekke’de bazılarının ise Me dine’de nazil olduğu anlaşılacaktır. Buna göre Mekke’de nazil olan su relere Mekki, Medine’de nazil olanlara ise Medeni denilmektedir. Sure lerin Mekki ve Medeni olmasıyla ilgili görüşler arasında en fazla kabul göreni, indiği yere bakılmaksızın hicretten önce nazil olan ayet ve sure lerin Mekki, hicretten sonra nazil olanların Medeni sayılması gerektiği şeklindedir. Yaygın olan görüşe göre surelerin seksen altısı Mekki, yirmi sekizi Medeni’dir. Bazı Mekki sureler içinde Medeni ayetler de bulun maktadır. Kur’an’ın Mekki olan ayetlerinde daha çok inanç konuların dan, müşriklerin içine düştüğü çelişkilerden, geçmiş ümmetlerin başına gelen hadiselerden, ahlaki ve insani değerlerden bahsedilmiş olup bu ayetler çoğunlukla kısa ve şiirsel bir anlatıma sahiptir. Buna rağmen Rahman suresi gibi bazı Medeni surelerin Mekki surelerdeki üslubu ta şıdığı da görülmektedir.
Hz. Muhammed’in yaşadığı dönemde Mekke’de Allah’a ortak koşma, putperestlik, kabileci, maddeci, hazcı bir ahlak ve hayat anlayışı hakim olduğu için bu dönemde nazil olan surelerde ağırlıklı olarak Al lah’ın birliğine, kudretine ve lütufkarlığına, ahiret gününe ve ba’s, haşir, amellerin karşılığı gibi ahiret meselelerine dair ayetlerle insanlarda mer hamet ve feragat duygularını geliştirmeyi, temel haklar bakımından in sanlığın eşitliği fikrine dayalı bir ahlak bilinci oluşturmayı hedefleyen ayetler geniş yer tutar. Bu surelerde genellikle tevhit ve ahiret konuları hakkında, insanın bizzat kendi oluşumundan, canlı ve cansız tabiattan ontolojik, kozmolojik ve psikolojik deliller gösterilir. “Dinin ana gayele ri” denilen din, can, akıl, mal ve nesebin korunması hususundaki temel hükümlerle fazilet ve ahlak prensipleri de Mekki surelerin ağırlıklı ko nularındandır. Daha çok Mekke döneminin ortalarında nazil olmaya başlayan ve hacimleri gittikçe genişleyen surelerde (mesela Hicr, İsra, Meryem, Enbiya, Şuara, Saffat, Zuhruf, Kamer, Nuh sureleri) Araplar’ın en azından bir kısmı hakkında bilgi sahibi oldukları Nuh kavmi, Ad, Se mud, İsrailoğulları gibi eski kavimlerle onlara gönderilmiş olan pey gamberlerin hayatından ibret ve ders almaya değer bilgiler verilerek Hz. Muhammed’in davet ettiği dindeki temel ilkelerin bütün peygamberle rin tebliğlerinde yer almış evrensel ilahı hakikatler olduğu, önceki pey gamberlerin de tebliğ faaliyetleri sırasında Hz. Muhammed’in çektikleri ne benzer sıkıntılar yaşadıkları ve bunlara göğüs gerdikleri, onların da vetlerini kabul edenlerin kurtuluşa erdikleri, inkar edenlerin ise Allah’ın mutlak yasası (Sünnetullah) gereğince helak olup gittikleri bildirilir.
Medeni surelerde ise Mekki surelerin ihtiva ettiği başlıca konula rın yanında ibadetler ve muamelat konuları ağırlık kazanmıştır. Medine şartlarında gelen ayetlerde, burada cereyan eden olaylarla ilgili başka konuların ve içe dönük yeni bir hitap tarzının ağırlık kazandığı görülür. Böylece bir yandan İslam dışı topluluklarla (müşrikler, münafıklar, Ehl-i Kitap), öte yandan yeni İslam toplumunun içyapısıyla ilgilenmek, iç dü zenini kurmak ve geliştirmek gerekiyordu. Nitekim seksen sekiz yerde tekrar edilen “ey iman edenler” şeklindeki hitap tarzının tamamı Medi ne’de inen ayetlerde yer almaktadır. Başta Medeni surelerin en uzunlarrından olan Bakara ve Al-i lmran olmak üzere bu dönemde inen bazı surelerde Yahudiler’e ve genel olarak Ehl-i Kitaba, onların tarihlerine ol dukça geniş yer verilmiştir.
İslam’ın tarihte hızlı yayılışı ve kısa zamanda birçok farklı etnik unsurun İslam egemenliğine girmesi ve Müslümanlaşması, metin olarak Arapça olan Kur’an’ın anlaşılması açısından yerli dillere tercüme edil mesi çalışmalarını ortaya çıkardı. Bu çerçevede Kur’an ilerleyen zaman içerisinde Farsça, Türkçe ve benzeri dillere çevrildi. Kaynaklarda belir tildiğine göre ilk tercüme Farsça’ya çok yakın olan Huzistan diliyle yapı lan, Mu’tezile alimi Ebu Ali el-Cübbai’ye (ö. 303/916) ait çeviridir. Ca hız’ın verdiği bilgilerden anlaşıldığına göre Musa b. Seyyar el-Esvar1 de Kur’an’ı Farsça’ya çevirmiştir. tık Türkçe Kur’an tercümesinin tarihi ve mütercimi ise bilinmemektedir; ancak bu çalışmanın Hicri 4-5. (Ms 10-1 1) yüzyıllarda gerçekleştiği sanılmaktadır. Kur’an’ın çeviri faaliyetleri özellikle son yüzyıllarda hızla artmıştır; öyle ki bugün dünyanın yaygın olarak konuşulan hemen her dilinde Kur’an tercümeleri bulunmaktadır. Ortaçağ’da bazı gayrimüslimlerin de çeşitli amaçlarla kısmen ya da ta mamen Kur’an çeviri çalışmaları yaptıkları bilinmektedir. Bu çeviri faali yetlerinin iki temel amacından birisi Müslümanların temel kaynağını ta nıyarak ona karşı reddiyelerde bulunmak bir diğeri ise Müslümanlara karşı yürütülecek misyonerlik benzeri faaliyetlerde Kur’an metinlerini kullanmaktır. Örneğin Batı dillerine yapılmış ilk Kur’an tercümesi olan Robertus Ketenensis (Retinensis) ile Hermannus Dalmata’nın Latince tercümesi (1143) bu düşüncelerle kaleme alınmıştır.