Her ümmet için, Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine ismini ansınlar diye kurban kesmeyi meşru kıldık. İşte sizin ilahınız bir tek ilahtır. Şu halde yalnız O’na teslim olun. Alçak gönüllüleri müjdele!” (Hac, 22/34)
Kurban, insanın Allah’a yakınlaşmasına vesile olan ve ibadet maksadıyla belirli vakitte ve belirli cinste kesilen hayvanlara denir. Kişi kurban kesmekle Allah’a olan bağlılığını ve O’nun emrine boyun eğip, kulluk bilincini koruduğunu canlı bir bi-çimde ortaya koyar.
Kurban ibadeti, tarih boyunca hemen bütün dinlerin ve dinî kültürlerin ana temalarından birini teşkil eder. Her millet, inancına göre kendi nazarında kıymetli olan bir şeyi kurban etmeyi gelenek hâline getirmiştir. Kur’an bize, kurban müesse-sesinin Hz. Âdem’in çocuklarıyla başladığını bildirir. Ayrıntı verilmeden zikredilen bu hadisede, Hz. Âdem’in iki oğlunun Allah’a kurban takdim ettikleri, bunlardan birinin (Hâbil) kurbanının kabul edildiği, diğerinin (Kâbil) ise reddedildiği belirtilir (Maide, 5/27). Bu olay bize kurbanın, Hz. Âdem’den beri yerine getirilen dinî bir iba-det olduğunu göstermektedir. İzahını yaptığımız ayette de, ilâhî dinlerin hepsinde kurban hükmünün konulduğuna işaret edilmektedir.
Kur’an’da, Hz. İbrahim’le Hz. İsmail’den bahsedilen ayetlerde de kurban olayı-na değinilir. Ayetin ifadesine göre, Hz. İbrahim’e rüyasında oğlunu kurban etmesi emredilmiş, o bu durumu açıklayınca, Hz. İsmail büyük bir teslimiyet içerisinde.
Allah’tan gelen emre uyacağını ifade ederek, babasına kendisini kurban etmesini söylemiştir. Hz. İbrahim bu emri yerine getirmek için oğlunu yüz üstü yere yatırdığı sırada, Allah Teala büyük bir kurbanlık göndererek bunu kesmesini emretmiş ve Hz. İsmail’i kurban olmaktan kurtarmıştı (Sâffât, 37/102-107). Böylece Hz. İbrahim’le oğlu İsmail ideal bir itaat, teslimiyet ve fedakârlık örneği sergilemişlerdir. Bu neden-le kurban, Hz. İbrahim ile oğlu İsmail’in Allah’a karşı göstermiş oldukları büyük sadakat ve teslimiyetin hatırasını taşımakta ve inananlar tarafından her yıl kurban bayramı günlerinde büyük bir coşkuyla yerine getirilmektedir.
Hz. Peygamber (s.a.s) de hicretin 2. yılından itibaren vefat edinceye kadar her yıl düzenli olarak kurban kesmiş ve imkânı olan her Müslüman’ın bu ibadeti yerine getir-mesini istemiştir. Kurban bayramı günlerinde kişiyi Allah’a yaklaştıracak en güzel ve en sevimli şeyin kurban kesmek olduğunu belirten sevgili Peygamberimiz (s.a.s), kesilen hayvanın kanı yere düşmeden kişinin Allah katında yüce bir makama erişeceğini, bu nedenle gönül hoşluğu ile bu ibadetin yerine getirilmesini istemiştir (Tirmizî, “Edâhi”, 1).
Bütün ibadetler, kulun kendini olgunlaştırması, hayatı anlamlandırması ve yüce yaratıcısına yaklaşması gibi gayelerin yanında üstün amaçlarla yapılmalıdır. Kurban ile bir hayvanın eti veya derisi için kesimi arasındaki en temel fark, kurbanın ibadet amaçlı yani Allah’ın rızasını kazanma ve O’nun isteğine boyun eğme gayesiyle kesil-miş olmasıdır. Kur’an’da kurbanın kan ve etinin değil kesenlerin dinî duyarlılıkları-nın (takvâ) Allah’a ulaşacağının belirtilmesi (Hac, 22/37) böyle bir anlam taşır. Diğer ibadetlerde olduğu gibi, kurbanda da asıl olan samimiyet, dinî duyarlılık ve Allah rızasıdır. Bu nedenle Kur’an, Allah’tan başkası adına kurban kesmeyi yasaklamış, bu şekilde kesilen kurbanların etlerinin yenilmesini haram kılmıştır.
Gerek fert, gerekse toplum açısından son derece yararlar taşıyan kurban iba-deti, toplumda kardeşlik, yardımlaşma ve dayanışma ruhunu canlı tutarak, sosyal adaletin gerçekleşmesine katkı sağlar. Ayrıca, insanlar arasında sevgi ve dostluğun yaygınlaşmasına zemin hazırlar. Zekâtta olduğu gibi kurbanda da zengin olan kişi, malını Allah rızası için başkalarıyla paylaşma yolunda harcama alışkanlığı kazanır ve böylece cimrilik hastalığından, dünya malına tutkunluktan kurtulur. Bu açıdan değerlendirdiğimizde kurban, bir taraftan kişiyi Hakk’a yaklaştırırken, diğer taraf-tan da halka yakınlaştırmaktadır. Çünkü Hakk’a yakın olmayı hedefleyenler, halkla kaynaşabilen insanlardır.
İlahî buyruğa uyarak kesmiş olduğumuz kurbanlar, bir taraftan bize Hz. İbrahim ve oğlu İsmail’in teslimiyetlerini ve her ikisinin de Allah’a itaat konusunda verdikleri zorlu imtihanı nasıl geçtiklerini hatırlama imkânı verirken, diğer taraftan da yoksullara yardımda bulunma zevkini kazandırır.