“Kendi içinde bölünmüş olan bir ev ayakta kalamaz. Bu hükümetin, sürekli biçimde yarı-köle yarı-özgür kalmaya katlanamayacağına inanıyorum.”
Abraham Lincoln – 1858
Amerika Birleşik Devletleri, XIX. yüzyıl ortalarına gelindiğinde, sürekli olarak yabancı ziyaretçi çekmeye başlamıştı. Bir tarihçinin belirttiği gibi: “Kolonicilerin sömürüsü altında kalmış, bir parça silik görünümlü ve zaman zaman romantikleştirilmiş olan bir kırsal bölge, neredeyse bir gece içinde, incelenmesi gerekli bir olgu ve değerlendirilmesi zorunlu siyasal ve ahlaki bir deneyim konumuna gelivermişti.”
Birleşık Devletler’e gelmiş olan hiçbir ziyaretçi, seyahatlerini ve görüşlerini, Fransız yazar ve siyasal kuramcı Alexis de Tocqueville’nin yaptığı gibi kalıcı bir biçimde belgelememiştir. İlk kez 1835’te yayınlanan Amerika’da Demokrasi adlı kitabı, günümüzde bile, Amerika’daki toplumsal ve siyasal uygulamaları en güçlü bir biçimde ve derinliğine çözümleyen yapıtlar arasında yer almaktadır. Tocqueville, Amerika Birleşik Devletleri’ni eleştirmekten kaçınmayacak kadar kurnaz bir gözlemciydi; fakat, temelde olumlu kanılara erişmişti. “Gönenç dağılımı, siyasal haklar kavramını toplumun her üyesinin erişebileceği bir konuma getirmiş olduğu gibi, demokratik hükümet de, siyasal haklar kavramını en sıradan vatandaşın düzeyine indirmiştir” diye yazmıştı. Buna karşın, Tocqueville, kabaca belirlenmiş böyle bir eşitliğin, giderek büyüyen ve endüstri çalışanları ile yeni ortaya çıkmış bulunan iş çevresi ileri gelenleri arasında ayrılıklar oluşturma tehdidi yaratan fabrika sistemi karşısında yaşayıp yaşayamayacağı konusunda ilk kez kuşku duyan bir dizi düşünürden sadece bir tanesiydi.
Diğer bazı ziyaretçiler, “tarım, ticaret ve büyük bayındırlık yapıtlarında gönencin ve hızlı gelişmenin en tartışmasız örneklerini” her yerde görebildikleri bu ülkenin büyümesini ve canlılığını hayranlıkla izliyorlardı; fakat, Amerikan deneyimi konusundaki bu iyimser gözlemler hiçbir anlamda genelleşmemişti. Kuşku duyanlardan biri, Amerika Birleşik Devletleri’ni ilk kez 1841-1842’de ziyaret etmiş bulunan İngiliz romancısı Charles Dickens’tı. Bir mektubunda, “Görmeyi beklediğim Cumhuriyet bu değildi” diye yazmıştı. “Düşlerimde yarattığım Cumhuriyet bu değil… Gençliğini ve gücünü ne denli önemsersem, binlerce açıdan, o derecede daha yoksul ve önemsiz olarak karşıma çıkıyor. Halkın eğitimi ve yoksul çocukların bakımı dışında, övünme nedeni saydığı her konuda, belleğimde oluşturduğum düzeyin ölçülemeyecek oranda altına düşüyor.”
Dickens bu konuda yalnız değildi. Amerika, XIX. yüzyılda ve tarihi boyunca, çok kez hem daha az gösterişli hem de daha karmaşık olan gerçeklerle uyuşmayan beklentiler ve tutkular yaratmıştır. Büyüklüğü ve çeşitliliği, genelleştirmelere daha şimdiden engel olmuş ve çelişkiler yaratmıştı: Amerika, hem özgürlüğü seven hem köleliği sürdüren bir toplumdu; yaygın ve ilkel sınır bölgelerinin yanı sıra, ticaretin ve endüstrileşmenin büyümekte olduğu kentlere sahipti.