Amerikan yaşamının biçimlenmesinde sınır bölgesinin büyük etkisi oldu. Tüm Atlas Okyanusu kıyı bölgesinde egemen olan koşullar, yeni yerleşim bölgelerine göçü teşvik etti. Kıtanın iç kesimlerindeki zengin topraklardan yararlanmak amacıyla, toprağın verimli tahıl ürünü alınmasına elverişli olmadığı New England’daki çiftliklerinden ve köylerinden ayrılan yerleşimciler, akın akın bu yörelere geldiler. Kıyı bölgesi pazarlarına ulaşımı sağlayacak yollar ve kanallar olmadığı için sıkıntı çeken ve büyük çiftilik sahiplerinin siyasal üstünlüğünden zarar gören, North Carolina, South Carolina ve Virginia’daki küçük çiftçiler de batıya doğru harekete geçtiler. 800’e gelindiğinde, Mississippi ve Ohio Nehirleri’nin vadileri, büyük bir sınır bölgesi olmaya başlamıştı. “Haydi bakalım gidiyoruz. Ohio’da nehir boyunca ilerliyoruz” (Hi-o, away we go, floating down the river on the O-hi-o) şarkısı, binlerce göçmenin dilinde dolaşır oldu.
XIX. yüzyılın başlarında nüfusun batıya akması sonucu, eski topraklar bölündü ve yeni sınırlar çizildi. Yeni eyaletler kabul edilince, siyasal harita Mississippi Nehri’nin doğusunu dengeledi. 1816-1821 arasında altı yeni eyalet yaratıldı: Indiana, Illinois ve Maine (özgür eyaletler) ile Mississippi, Alabama ve Missouri (köle eyaletleri). İlk sınır yerleşim bölgesi Avrupa’ya, ikinci ise kıyı yerleşim bölgelerine yakından bağlıydı; buna karşın, Mississippi Vadisi bağımsızdı ve halkı da doğuya değil batıya yönelmişti.
Sınır bölgesi yerleşimcileri değişik bir grub oluşturuyorlardı. Bir İngiliz gezgin onları şöyle tanımlamıştı: “berbat kulübelerde yaşayan atılgan, dayanıklı insanlar… Kaba saba ama konuksever, yabancılara karşı anlayışlı, dürüst ve güvenilir kimseler. Biraz mısır, balkabağı ve domuz yetiştiriyorlar; bazen bir iki inekleri oluyor… Tüfekleri ise yaşamlarını sağlamaktaki temel araç.” Balta sallamakta, tuzak hazırlamakta, olta kullanmakta çok becerikli olan bu insanlar, ormanlarda yeni patikalar belirlediler, ilk kütük kulübeleri kurdular ve topraklarını işgal ettikleri Kızılderililerle karşı karşıya geldiler.
Vahşi bölgelere giderek çoğalan sayıda yerleşimci girdikçe, bunların avcılık yapan büyük kesimi aynı zamanda çiftçiliğe yöneldi. Kulübelerin yerini, camlı pencereleri, bacası ve ayrı odaları olan kütük evler aldı; dereden su kullanmak yerine kuyular açıldı. Çalışkan yerleşimciler, hemen topraklarını ağaçlardan temizliyor, çıkan odunu kül elde etmek için yakıyor ve kökleri de çürümeye bırakıyorlardı. Kendi tahıllarını, sebzelerini ve meyvalarını kendileri yetiştiriyorlar; ormanda geyik, yabani hindi avlıyor, bal topluyorlar; yakınlarındaki akarsularda balık avlıyorlar; inek ve domuz besliyorlardı. Arazi spekülatörleri, bol bol ucuz toprak alıp fiyatlar yükselince bunları satıyor ve daha batıya doğru göç ederek yerlerini yeni gelecek olanlara bırakıyorlardı.
Çiftçileri kısa bir süre sonra doktorlar, avukatlar, dükkan sahipleri, gazeteciler, vaizler ve siyasetçiler izledi. Yine de koşullara en dayanıklı olanlar çiftçilerdi. Yerleştikleri yerde kalmayı düşünüyor ve çocuklarının da oradan ayrılmayacağını umuyorlardı. Büyük ahırlar, tuğla ya da ahşap evler kurdular. Daha iyi cins hayvanlar getirdiler, toprağı beceriyle sürdüler ve verimli tohumlar ektiler. Bazıları un değirmenleri, bıçkıhaneler ve damıtma evleri kurdular. Dayanıklı yollar yaptılar, kiliseler ve okullar kurdular. Birkaç yıl içinde büyük bir dönüşüm görüldü. Sözgelimi, Illinois’nin Chicago kenti 1830 yılında, gelecek vaad etmeyen ve kalesi olan bir ticaret köyünden başka bir şey değildi; buna karşılık, ilk yerleşimcilerin pek çoğu ölmeden önce, ülkedeki en zengin kentlerden biri konumuna gelmişti bile.
Çiftlik sahibi olmak kolaydı. 1820’den sonra, kamu arazisi yarım hektarı 1,25 dolara satın alınabiliyor; 1862 tarihli Yerleşim Yasası’nın kabulünden sonra ise araziyi işgal edip işlemek yeterli oluyordu. Kaldı ki, toprak işleme aletleri de kolaylıkla sağlanabiliyordu. John Soule’nin yazdığı ve gazeteci Horace Greeley’in ün kazandırdığı gibi, “genç insanların batıya gidip ülke ile birlikte büyüyebilecekleri” günler yaşanıyordu.
Tarımsal bölge sınırlarının batıya doğru ilerlemesi, Meksika’nın elinde bulunan Texas dışında, 1840 yılına kadar Missouri’nin ötesine geçmedi. Amerika Birleşik Devletleri, Amerikan vatandaşlarının 5 milyon doları bulan hak iddialarına karşılık, 1819’da İspanya’dan hem Florida’yı hem de Oregon bölgesi üzerindeki haklarını aldı. Bu sırada, Uzak Batı, büyük ölçüde kürk ticareti yapılan bir alan konumuna gelmiş ve bu faaliyet, kürklerin değerinin çok ötesinde bir önem kazanmıştı. Kürk tüccarları, Mississippi Vadisi’nde Fransızlar tarafından keşifler yapıldığı günlerde olduğu gibi, Mississippi’nin batısına geçen yerleşimcilere bir kılavuzluk görevinde bulunuyorlardı. Fransız, İskoçyalı ve İrlandalı kürk hayvanı avcıları, büyük nehirler ve kolları boyunca yeni keşifler yaparak ve Rocky ve Sierra Dağları’ndaki tüm geçitleri bularak, 1840’lardaki göç hareketine ve ondan sonraki yıllarda da ülkenin iç kesimlerinin işgaline olanak yarattılar.
Tüm olarak ele alınırsa, ülke olağanüstü oranda büyümüştü: nüfus 1812’de 7,25 milyonken 1852’de 23 milyonu aşmıştı ve yerleşime elverişli arazinin yüzölçümü de 4,4 kilometre kareden 7,8 milyon kilometre kareye yükselerek, Avrupa’nın yüzölçümüne erişmişti. Buna karşın, kesimler arasındaki anlaşmazlıkların doğurduğu sorunlar çözülmemiş olarak bekliyordu ve 1860’lara gelindiğinde iç savaş patlak verecekti. Ayrıca, batıya doğru yayılma sonucu yerleşimciler, kaçınılmaz olarak, bölgenin yerli halkıyla, yani Kızılderililerle çatışıyorlardı.
XIX. yüzyılın ilk yarısında, bu çatışmalara adı karışan en ünlü kişi, Beyaz Saray’da görev yapan ilk “Batılı” olan Andrew Jackson’dı. 1812 Savaşı’nın tam ortasında, o sıralarda Tennessee milis güçlerinin komutanı olan Jackson güney Alabama’ya gönderildi ve oradaki Creek Kızılderlilerinin ayaklanmasını acımasızca bastırdı. Bundan kısa bir süre sonra Creekler topraklarının üçte ikisini Amerika Birleşik Devletleri’ne terk ettiler. Jackson, bundan sonra da, Seminole Kızılderilileri çetelerini, İspanya’ya ait bulunan Florida’daki barınaklarından uzaklaştırdı.
Başkan Monroe’nun Savaş bakanı olan John J.Calhoun 1820’lerde, eski Güneydoğu’da geri kalan kabileleri yerlerinden alıp Mississippi’nin ötesine yerleştirme siyaseti güttü. Jackson da, başkan olarak aynı siyaseti sürdürdü.
Kongre 1830’da, doğudaki kabilelerin Mississippi’nin ötesine taşınması için ödenek sağlayan, Kızılderililerin Yerlerinden Alınması Yasası’nı kabul etti. 1834’te, şimdi Oklahoma olan bölgede, özel bir Kızılderili arazisi belirlendi. Jackson’un görev yaptığı iki dönem süresinde, kabileler toplam 94 andlaşma imzaladılar ve milyonlarca hektarlık araziyi federal hükümete devrederek düzinelerle kabileyi atalarından kalma yerleşim bölgelerinden kopardılar.
Bu talihsiz tarihin en kötü bölümü, batı North Carolina ve Gerogia’daki toprakları 1791’den başlayarak andlaşma ile güvence altına alınmış bulunan Cherokeelerle ilgili olanıdır. Doğulu kabileler arsında en çok gelişmişi olan Cherokeelerin kaderi , 1829’da arazilerinde altın bulunmasıyla kesin biçimde çizildi. Yüksek Mahkeme tarafından lehlerine bir karar alınmasının da pek fazla yardımı olmadı. Jackson hükümetinin göz yumması üzerine Cherokeeler 1835’te Oklahoma’ya doğru uzun ve acımasız bir yürüyüşe başladılar. “Gözyaşı Yolu” olarak bilinen yürüyüş sırasında pek çokları hastalıktan ve yolluktan öldüler.