“Hayır hayır! Doğrusu onların kazanmakta oldukları kalplerini paslandırmıştır.” (Mutaffifîn, 83/14)
Yukarıdaki âyet, insanın helal-haram, günah-sevap, emir-nehiy adına işlediklerinin, kazandıklarının, kaybettiklerinin kalbe etkisini dile getirmektedir. Kalp ya da gönül dün-yamız, diğer insanlarla ve yüce Yaratıcıyla ilişkilerimizin şekillenmesinde ve eylemlerimi-zin Allah katındaki değerinin tespitinde önemli ve can alıcı bir konuma sahiptir.
Gönül dünyamız, kabın içerisinde olanı yansıtması misali, bizim aynamız, davranışla-rımıza yön veren mihenk taşıdır. Bu itibarla gönlü kirlenen insanın, hareket ve davranışları da doğal olarak kirlilik zeminine oturmuştur. Buna karşılık gönül sarayını güzelliklerin süslediği kimsenin eylemleri de güzellikler dizisi şeklinde tezahür edecektir. Aslında kalp, gerek insanlarla gerekse yüce Mevlamız ile olan ilişkilerde belirleyici bir konuma sahiptir. Güzellikler açısından imanın, sevginin, aşkın, hayatın merkezidir kalp. Aynı zamanda o, kinin, öfkenin, nefretin, küfrün de merkezi olabilecek bir özelliktedir. Güzellikler veya kö-tülükler, günahlar veya sevaplar adına onun hâkim eğilimi, bütünüyle bizi esir alabilmek-tedir. Onun cezp edici alanına giren gören göz, görmez olur, duyan kulak duymaz olur, meydan okuyan akıl akletmez olur. Öyle ki hayat ve memat, varlık ve yokluk, adeta ona kilitlidir. O, fiziksel açıdan işlevsiz hâle geldiğinde nasıl hayat duruyorsa, manevi alanda da kalbin işlevsiz hâle gelişi, Peygamberimizin ifadesiyle Allah’a sığınılacak bir durumdur. Allah Resulü şöyle duada bulunuyor:
“Allah’ım! Korkmayan/katılaşmış kalpten, kabul görmeyen duadan, doymak bilmeyen nefis-ten, faydasız ilimden sana sığınırım…” (Tirmizî, “Da’avât”, 69)
Zira böylesi kalbin ve onun etrafında şekillenen kişiliğin, bireysel ve toplumsal ilişkile-rinde kırmızı çizgileri yoktur ya da yok olmaya yüz tutmuştur.
Cana kıymanın, hırsızlığın, fuhşun, ilişkiler bütününde sahtekârlığın, kul ve kamu haklarının ihlal ve gaspının, yüz kızartıcı kabul edilen diğer suçların, insanın gönül dünya-sı ile ilintisinin olmadığı söylenebilir mi? Hemen herkes tarafından “kırmızı çizgiler” olarak nitelendirilebilecek bu ve benzeri hususların işlenmesine sadece gönlü/kalbi katılaşmamış kimseler “dur” diyebilecektir. Onun içindir ki Kur’an-ı Kerim’de kalp insanların manevi hayatına yön veren bir merkez/motor olarak telakki edilir ve onun bağlamında kişinin manevi hayatına değişik vesilelerle vurgular yapılır. (Bk. Bakara, 2/7, 74; Âl-i İmran, 3/7-8,154; Nisa, 4/156; Maide, 5/13, 41; En’âm, 20/25)
Örneğin, “Sonra, onun ardından birçok peygamberi kendi toplumlarına gönderdik. Onlara apaçık mucizeler getirdiler. Fakat onlar önceden yalanlamakta oldukları şeye inanacak değillerdi. İşte biz haddi aşanların kalplerini böylece mühürleriz.” (Yûnus, 109/74), “İşte onlar, Allah’ın; kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimselerdir. İşte onlar gafillerin ta kendileridir.” (Nahl, 76/108) âyetlerinde, insanın maneviyat, insani duygular ve erdemler adına merkezi konumunda olan kalbinin işlevsiz hâle gelişi dile getirilmektedir. Bu konumdaki insan-ların pozisyonuna Kur’an’da, “Andolsun biz, cinler ve insanlardan, kalpleri olup da bunlarla anlamayan, gözleri olup da bunlarla görmeyen, kulakları olup da bunlarla işitmeyen birçoklarını cehennem için var ettik…” (A’râf, 7/179) âyetiyle işaret edilmektedir.
Kur’an’da, kişinin olumlu ya da olumsuz eylemlerinin, ihlal ettiği kırmızı çizgilerin kal-bi doğrudan etkilediği belirtilir. “Hayır hayır! Doğrusu onların kazanmakta oldukları kalpleri-ni paslandırmıştır.” (Mutaffifîn, 66/14) âyeti, kişinin işlemiş olduğu günahların, haramların, isyanların, onun kalbini kirlettiğini, katılaştırdığını ifade etmektedir.
Sevgili Peygamberimiz de “…Dikkat edin. Vücudunuzda bir çiğnemlik et parçası vardır. Eğer o sağlıklı/fonksiyonel olursa vücudun tamamı sağlıklı olur. Şayet o bozuk/işlevsiz olursa vü-cudun tamamı bozuk olur. Haberiniz olsun bu et parçası kalptir.” (Buharî, “İman”, 39) sözüyle, kalbin önemine vurgu yapmıştır.
İnsanın kendisini mükemmeliyete ulaştıracak ilke ve kuralları zaman zaman ihlal veya ihmalinde, korkmayan, katılaşmış bir kalbe sahip oluşu önemli bir etkendir. Başka bir deyişle bu tür eylemler, gönül/kalp/yürek kirliliğinden kaynaklanmaktadır. Çağımızda kirlilik denildiğinde öncelikle ekolojik dengenin bozulmasında etkin olan çevre kirliği hemen akla gelmektedir. Oysa ahlakî değerlerdeki erozyon, insanlardaki gönül kirlilik-leri üzerinde durulması gerekli önemli sosyal ve toplumsal sorunlardan biri belki de en başta gelenidir. Zira hemen her kirliliğin temelinde, gerçek anlamda Allah’tan korkmayan kalplerin, kirlenen yüreklerin önemli bir etken olduğu inkâr edilemez. Gönülde, sözde, ahlakta kirlenen, hiçbir değer tanımayan insan, sadece çevre için değil toplumun huzur ve güveni açısından da büyük problem teşkil etmektedir.
Gerçek şu ki insanlığın yaşadığı sıkıntı ve huzursuzlukların temelinde gönül ya da kalp kirliliği yatmaktadır. Allah’tan korkan bir kalbe sahip oluş, yaratılışın esrarını, iliklerine kadar hissetme ve kavramadan geçer. Böylesi bir kalp, gönle ve görünene hâkim olmaktır. Ne olduğunu, ne olacağını, yaratılış hikmet ve gayelerini idrak ederek iç duygularına ve eylemlerine bu çerçevede yön vermektir. Bunun doğal sonucu kendiyle, diğer insanlarla ve yüce Mevla ile barışık olma hâlidir.
Ya Rab! Korkmayan kalpten, icabet edilmeyen duadan, doymak bilmeyen nefisten, faydası olmayan ilimden sana sığınırız.