Milliyetçilik ve Tarih – M Nermi
Önemli ilim şahsiyetlerinde bile kendisini çok defa hissettiren hatalı bir telakki, milliyetçilik konusunda açık bir fikir sahibi olmak isteyenleri büyük müşküller karşısında bırakır. Bu da; milliyetçilik konusunun şimdiye kadar esaslı ve kesin bir surette tetkik edilmemiş olmasından ileri gelir. Çok defa öyle zannediliyor ki, milliyetçilik; bir milletin en karanlık ve meçhul asırlara kadar uzanan tarihi demektir. Bu tarih ne kadar tetkik edilirse, menkıbeleri ne kadar zenginleşirse bizim “milliyetçilik” telakkimiz o kadar sağlamlaşmış olur. Milliyetçiliği, tarih incelemeleri tarzında anlamak olgunun bütün mahiyetini çok yanlış bir tarzda izah etmek demektir. Hiç şüphesiz, tarih bize “milliyetçilik” konusunun tartışılmasında, ortaya çıkış şeklinin tahlilinde ehemmiyetli bir surette yardım edebilir. Fakat biz, tespitlerimizi kolaylaştıran vesikalarla, başlı başına bir mevzu teşkil eden müstakil vakaları birbirinden ayırmak mecburiyetindeyiz.
Biz çok defa, vakaları münakaşa ederken vakalara yabancı tetkik ve tahlil tarzlarının tesiri altında kalıyoruz. Avrupa’nın içtimaî ve felsefî eserlerine göz gezdirdiğimiz vakit aynı etkilere şahit oluruz. Fen bilimlerinin metotlarını felsefeye, sosyolojiye tatbike çalışanlar, muazzam eserler yazan lar az değildir. Milliyetçiliğe ait araştırmalar da bu tesirden kurtulamamıştır. Şair, bunu karanlık bir mazi, terennüm edilen bir tarih tarzında anlıyor. Tarihçi, milliyetçilikte süregelen bir tarihten başka bir şey görmüyor. Romantik sanatçılar, büsbütün başka bir hayattan doğan eski bir kültürden yardım istiyor, hulasa; bugünkü hayatın ehemmiyetli bir olgusu; rengini muhtelif görüşlere göre değiştiriyor. Bütün bu muhtelif görüşlerden doğan münakaşa anarşisinden kurtulmak için milliyetçiliği başlı başına bir “problem” tarzında kabul etmek mecburiyeti vardır. Biz kelimeden ziyade olguya ehemmiyet vermeliyiz. Kelimeler, devirlerin zihniyetini taşırlar. Eflatun’un idealizmden anladığı şeyle Alman idealist ekolün temsil ettiği telakki arasında ne kadar geniş farklar vardır! Orta zamanda kültüre verilen mana ile bugünkü kültür telakkisi birbirine katiyen benzemez. Milliyetçiliği canlı bir telakki diye kabul edersek onu mazide aramak kadar hatalı bir şey düşünülemez. Biz en muhafazakâr müesseseleri bile uzak mazilere kadar çıkaramayız. Biz, bu hususa Roma kilisesini örnek olarak gösterebiliriz. Bugünkü Roma Kilisesinde ilk Hıristiyanlıktan ne kalmıştır? Fakat Tarih, her vakit müşkül problemlerden kurtulmak için çok uygun bir vasıtadır. Karanlıklarda yürüyenler, donuk parıltılara çok büyük ehemmiyet verebilir. Hayat, tarihin görüp sezemeyeceği bir şeydir. Kalkanlı, mızraklı bir milletin tarihi, bundan, çok daha başka bir şey olan, çok başka zaruretlerden ilham alan kötü bir hayatı ihata edemez. Fakat biz, buna rağmen milliyetçiliği tarih tarzında anlayan telakkinin Avrupa milletlerinde hâkim olduğunu görüyoruz. Bu daha ziyade fırka rengini taşıyan bir milliyetçiliktir. Hiç şüphesiz bu telakkiler, tam manasıyla muhafazakâr telakkilerdir. Bir millet isterse Sezar rüyasıyla ölümsüz olsun, isterse mukaddes Roma hayali taşısın, isterse Fernando Cortés ruhu yaşatmaya çalışsın, yine de bütün bu muhafazakâr telakkinin arkasında tarihle süslenmiş, yaşayan millî iştiyaklardan başka bir şey yoktur.
Fakat biz bugün büsbütün başka bir asırda yaşıyoruz. Mazide bir devlet iştiyakı olabilen şeyler, bugün yeni vaziyetlerinin sert gölgeleri karşısında nihayet tehlikeli bir rüya mahiyetinde kalmak mecburiyetindedir. Vuzuh, her halde karanlıktan iyidir. Çünkü tarihin cansız karanlığıyla süslenmiş bir milliyetçilik telakkisi, isterse iştiyaklarının unsurlarını hayattan alsın, bizim yaratıcı faaliyetimiz için yardımcı bir unsur telakki edilemez.
Milliyetçilik, tarihin muayyen bir devrinde kendisini hissettirmiştir. Biz, burada daha ziyade kesin bir şekil aldığı zamanları da söyleyebiliriz. Büyük Fransız İhtilali… daha önceki devirlerde milliyetçiliğin faal izlerine rastlanmaz. Ondan evvelki devirleri biz, milliyetçilik devirleri olarak kabul edemeyiz. Fakat biz, milliyetçiliği, tarihin umumî bir süregelmesi tarzında kabul ettiğimiz vakit bütün devirleri birbirinden ayıran hususiyetleri birbirine karıştırmış oluruz. Tabi böyle bir karıştırmanın neticesi de millî kültür probleminin tamamıyla anlaşılmaz bir şekil almasına sebebiyet verir. Milliyetçilik en karanlık asırlara kadar uzanan bir tarih olduktan sonra millî kültür de bundan başka bir şey olabilir mi? Fakat böyle bir telakki, bizim bütün hayatımızla en samimi münasebetlerini kaybetmiş demektir. Biz, böyle bir milliyetçilik telakkisine Romantik milliyetçilik ismini veriyoruz. Avrupa’da kendisini ilk önce muayyen şahsiyetlerde hissettiren milliyetçilik de romantikti ve romantik edebiyatın bu hususta ehemmiyetli bir etkisi oldu. Ancak biz, milliyetçilik telakkisinin inkişafını takip ederken, sınırlı bir inkişaf devresini “vakıa” olarak kabul etmemek mecburiyetindeyiz. Tarih, bütün bir millete ait müşterek hatıralarla dolu olabilir. Fakat hatıralarla vakalar arasında çok büyük farklar vardır. İşte biz, her şeyden evvel bunu unutmamalıyız. Yaratıcı faaliyetleri tarihten değil, hayattan beklemeliyiz.
Hazırlayan: Prof. Dr. Şaban Öz
SAMER