Osmanlı Tarih Yazarları ve Tarihçileri – Necip Asım
İslâmiyet’in birinci asrında hâdiseleri kaydetmeye fazla önem verilmemişti. Râvîlerin ezberlerinde ve şairlerin şiirlerinde korunmuş olan bu dönemin hâdiseleri ikinci asırda tarih sayfalarına intikal etti. Râvîlerin rivâyetlerinde görülen ihtilaf, olayların farklı şekillerde nakledildiğini gösterdiğinden vakânüvisler, farklı ve birbirine zıt rivâyetleri eserlerinde yer vermişler, aynı zamanda râvî silsilesini de kaydetmeye önem vermişlerdir. Müslüman tarihçiler bu yöntemi üçüncü asrın sonuna kadar sürdürmüşler, ondan sonra bütün doğuda tarih yazımında uygulanmakta olan kronik usûlüne başvurmuşlardır.
Osmanlıların başlarında da hâdiseler râvîlere dayandırılıyorsa da Araplarda olduğu gibi isimlerin kaydına itina gösterilmiyor, sadece olayın ilgili râvîden nakledildiğini belirtmek için çok nadir olarak ismi zikrediliyordu.
Osmanlı Devleti’nin kurulmasından sonra geçen bir asırdan fazla bir sürede cereyan eden olaylar kaydedilmemiş ancak ikinci Osmanlı asrında tarih yazılmaya başlanmıştır. Nitekim Gelibolulu tarihçi Ali, Künhü’lAhbâr’ında Sultan Osman devri din âlimlerinden Vâsılbillah Âşık Paşa’nın Türkçe bir kitap telif ettiği, sade Türkçe ile Osmanlı ailesi tarihi yazdığını, kendisinin de mezarını ziyaret ettiğini, öncesinden de söz konusu kitabı okuduğunu söylüyorsa da3 okuduğunu söylediği eserin bahsedilen tarih olmadığı kendi beyanından anlaşılmaktadır. Yine Ali, Rumeli’ye geçiş hâdisesini yazdığı sırada “Emma merhum Âşık Paşa tarihinde bir gün Süleyman Paşa, Aydıncık’taki temâşâlığı teramaşâ ederken…”4 demekteyse de türbesi üzerindeki manzum kitâbeden 670/1271’de doğduğu 733/1332’de vefat ettiği sabit olan Âşık Paşa’nın 758/1356 senesinde gerçekleşen Rumeli’ye geçişin keyfiyetini yazamayacağını düşünemiyor. Âşık Paşa’nın ne tarihi ne de öyle bir şey yazdığı başka bir yerde görülmediğinden Âşık Paşazâde’nin yahut daha doğru olmak üzere tarihinin başında Âşık Paşa Tarihi ifadesi eklenmiş olduğundan Ali’nin bundan yanıldığı ve o tarihi ona atfettiği anlaşılmaktadır.
Tarih kitaplarında görülen kayıtlara göre ilk tarihçilerimizin Oruç Bey ve Yahşi Fakih oldukları anlaşılmaktadır. Bu iki zattan Oruç Bey’i yalnız Enderun Tarihi müellifi Atabey, eserinin üçüncü cildinde “Lisanı Türkî kadim ile Sultan Osman ve Orhan asrı vukuâtını mübeyyin”dir diye kaynakları arasında zikretmektedir. Tayyarzâde’nin bu ifadesinden Oruç Bey’in birinci ve ikinci padişahlar dönemine yetişmiş bir zat olduğu anlaşılıyorsa da şimdiye kadar hiçbir tarihçi ve tezkireci böyle bir eser ve müelliften bahsetmediği gibi Enderun Tarihi’nin kaynaklarının çoğu da Topkapı Sarayındaki kütüphanelerde bulunan tarih eserleri olup oralarda da ne buna ne de böyle yalnız ilk iki padişah asrını ele alan bir esere henüz rastlanmamıştır.
Tevârihi Osmaniye’de Süleyman Çelebi bağlılarından bir Oruç Bey geçmektedir. Eğer Atâbey’in naklettiği eserin müellifi bu zat ise kitabını hiç olmazsa Sultan Murat Hüdâvendigâr zamanı sonuna kadar getirmesi gerekirdi. Bundan üç dört ay önce bir zat tarafından Ertuğrul sancağı bölgesinde ve İnegöl kazasının Domaniç nahiyesinin merkezi olan Hisarköy mescidinde Osmangazi devri hâdiselerini içeren yazma bir tarih bulunduğunu haber vermesi üzerine bunun Oruç Bey’in eseri olacağı tahmin edilerek İstanbul’a gönderilmesi Hüdâvendigâr vilayetine yazılmıştı. Vali beyefendinin teşekküre şayan olan araştırması sayesinde kitap bulunup Tarihi Osmanî Encümeni’ne getirilmişti. Yapılan inceleme sonucunda kitabın Sultan III. Murat adına Zâim Muhammed Bey’in telif ettiği Câmiu’tTevârih olduğu anlaşıldı. İstanbul kütüphanelerinde birçok nüshaları bulunduğundan yerine iade edilmesine karar verildi.
İkinci tarihçiye gelince Âşık Paşazâde Tarihi’nde Şeyh Yahşî Fakih5 olarak zikredilen zâtın adının baş ve sondaki lakaplarına bakılırsa hem ulema ve hem de diniye sınıfından olduğu söylenebilir. Âşık Paşazâde, Tarihi’nde Çelebi Sultan Mehmet’in Rumeli’ne ikinci defa –kendisine göre birincidir– geçişini anlatırken; “Orhan’ın imamı oğlu Yahşi Fakih anda hasta oldu Kive’de…” demesine dayanarak o dönemde bunun hayatta olup şimdi İzmit sancağı dâhilindeki Kive kasabasında sâkin olduğu ve Orhan Bey’in zamanından itibaren yaşadığı anlaşılıyor. Âşık Paşazâde’nin ifadesinden Yahşi’nin babasının Orhan Gazi’nin imamı olduğu anlaşılmaktadır. Kâtip Çelebi’nin Keşfu’zZunûn’unda bu imamın adı İlyas olarak geçmektedir.
Yahşi Fakih’in yaşadığı asrı belirledikten sonra bir tarih kitabı yazıp yazmadığının incelenmesi gerekir. Kâtip Çelebi, Keşfu’zZunûn’da Âşık Paşazâde Tarihi’ni anlatırken, “Bu tarih yazıcısı tarihindeki olayları Yahşi bin İlyâs’ın kitabından aldığını ve onun da pederi İlyas’tan işittiği şeyleri orada naklettiğini” söyler. Hâlbuki Âşık Paşazâde, Yıldırım Bâyezid Han’ın zamanına kadarki hâdiseleri “imam oğlundan naklederim” demek suretiyle, Şeyh Yahşi Fakih’i râvî olarak göstermektedir.
Neşrî, Cihannümâ’sında Ertuğrul Gazi’nin Anadolu’ya ulaştığında Selçuklularla Tatarlar arasındaki çatışmaya rast gelip müdahalesiyle Selçukluların kazandığı şeklindeki meşhur hikâyeyi anlatırken, “Bazı sikâttan işittim ki, hatta kudretu’lmuttakîn Mevlâna İyâs dedi, ben Orhan’ın rükbedârına buluştum Pir kişi idi, dedi atamdan ve dedemden işittim…” demektedir. Bu ifadeden Kâtip Çelebi’nin bu ismi İlyas olarak ve Âşık Paşazâde de ismi kaydedilmemiş olan Yahşî Fakih’in babası zannetmiş olduğu düşünülebilir. Bununla beraber Neşrî’nin kaydettiği bu ismin öncesindeki lakaplara göre İyâs’ın ulemadan takva ile bilinen bir zat olduğu anlaşılmaktadır. Neşrî’nin yaşadığı zamana göre oldukça yaşlı olan Orhan’ın rükbedârına yetişen bu kimsenin, zamanını idrak edemeyeceğinden İyâs’ın bir tarih telif etmiş olduğu da düşünülebilir. Belki de Mevlana İyâs’ın yazdığı bu tarihi, Kâtip Çelebi de görmüş ve Âşık Paşazâde açık bir şekilde ifade etmesine rağmen bundan vazgeçerek râvî olan Yahşî Fakih’e isnat etmiştir.
Muhtemelen bu iki tarih kitabı da mevcut değildir. Birincisinin varlığı sadece mücerret sözden ibarettir. İkincisi ise –yukarıdaki izahlardan da anlaşılacağı üzere tam bir bilinmezlik perdesiyle örtülüdür. Binaenaleyh bu eserler bulunup meydana çıkarılıncaya kadar mevcudiyetlerinden şüphe etmekteyiz. Bu yüzden de Osmanlılara dair olaylara ait ilk bilgiler vereni Ahmedî ve Osmanlı tarihine dair kitap yazanın da Hamzavî olduğunu kabul etmek zorundayız.
Hazırlayan: Prof. Dr. Şaban Öz
SAMER