Rüyada apandisit olmak
Bir kimsenin rüyada kendisini apandisit hastası olarak görmesi veya apandisit ameliyatı geçirmiş bulması, mesut ve sevindirici bir olaya şahit olacağına delâlet eder.
Bir kimsenin rüyada kendisini apandisit hastası olarak görmesi veya apandisit ameliyatı geçirmiş bulması, mesut ve sevindirici bir olaya şahit olacağına delâlet eder.
Rüyada bir antrenör nezdinde çalıştığınızı görmek, hayatta tek başınıza bir iş başaramayacağınıza işarettir. Kişinin kendisini antrenör görmesi, kazanmak ve muvaffak olmak için bazı düşüncelerinin olduğuna delâlet eder.
Bir kimsenin rüyada düşmanla anlaşma yaptığını görmesi, korkudan emin olmaya, zahmetten sonra rahatlığa, hastalıktan şifaya delâlet eder.
Yine anlaşma görmek, nimete, geçimin kolaylığına, bekâr için evlenmeğe, namaz, oruç gibi hayırlı ve güzel ameller yapmaya işarettir.
Bir kimsenin rüyada anjin hastalığına yakalandığını görmesi, borca girmeye ve bir türlü kurtulamamaya delâlet eder. Ayrıca verdiği sözden dönmeye de işarettir.
Anka kuşunu görmek, rüya sahibinin kadri yüce biri olduğuna işarettir. Rüyada anka kuşunun kendisi ile konuştuğunu görmek, nimete, mala ve yüce mertebelere delâlet eder.
İbn-i Şîrîn hazretleri demiştir ki:
Rüyada büyük bir kuş görmek yüce bir himmettir. Bir kuşla konuşmak izzet ve rif’ate, elinde bir kuşun öldüğünü görmek ise, hüzün ve kedere delâlet eder.
Ebu Saidü’l-Vaaz demiştir ki:
Rüyada meşhur olan kuşları görmek evlâda, meçhul kuşlar sevinç ve müjdeye, kuşların başına toplandığını görmek, büyük bir riyasete delâlet eder.
İmam Nablusî de şöyle demektedir:
Rüyada anka kuşu görmek, kadri yüce olan ve bid’at ehli ile arkadaşlık yapmayan bir kimseye delâlet eder. Rüyada anka kuşunun kendisi ile konuştuğunu gören, devlet reisi tarafından mala erişir.
Yine denilmiştir ki: Rüyada anka kuşunu görmek, garip haberlere ve uzak yolculuğa işarettir.
Rüyada anka kuşunun kendisine bir şey anlattığını görmek, bir melek vasıtasıyla Allahu Teâlâ tarafından rızıklandırılmaya delâlet eder.
Anber çiçeği mal ve menfaate delâlet eder. Mevsiminde anber çiçeği görmek, şöhretli adamlarla dost olmaya işarettir. Bazı kere de anber çiçeği, güzel ve zengin bir kadına delâlet eder. Böyle bir rüya gören bekâr ise, o kadınla evleneceğine işarettir.
Rüyada anber çiçeğini dal ı üzerinde görmek ve koklamak, büyükler tarafından övülmeye ve senaya delâlet eder.
Anber çiçeğini yerden kopardığını görmek, büyük bir zattan veya pek sevdiği birinden ayrılacağına işarettir.
Anber görmek, kazanç, rızık, menfaat, nimet ve hayıra da delâlet eder.
Taze çiçek açmış bir anason görmek, sevinç ve saadet verecek habere işarettir. Anason yediğini görmek, hayır ve menfaate; bazı kere de kedere delâlet eder.
Bilindiği gibi anahtar, kapılar açan bir âlettir. Bu sebeple rüyada anahtar görmek, rüya sahibi için Allahu Teâlâ’nın lütuf ve ihsanına delâlet eder.. Anahtar, ilim ve Kur’ân’ın kapısını açmakla da tâbir olunur.
Kirmanı demiştir ki:
– Rüyada anahtar ile bir yeri açtığını görmek hayra, kapamak ise şerre delâlet eder.
Cafer-i Sâdık hazretleri derler ki:
Anahtar, güç işlerin açılmasına, keder ve gamdan kurtulmağa, hastalıktan şifa bulmağa, muradın hâsıl olmasına, dinde kuvvete, duanın kabulüne, ilim ve marifete delâlet eder..
Rüyada elinde cennetin anahtarı olduğunu görmek, ibadet, ilim, hikmet ve marifetle nasiplenmeye delâlet eder..
Elinde birçok anahtarın olduğunu görmek, büyük ve şerefli bir saltanata işarettir.
Rüyada bir kapıyı veya bir kilidi açtığını görmek, düşmanlar üzerine galip olmaya delâlet eder.
Rüyada anne görmek hayır ve berekete işarettir. Ve baba görmekten daha hayırlıdır. Rüyada anne gören eğer fakir ise nimete ve zenginliğe kavuşur.
Rüyada annesinin kendisini doğurduğunu görmek, ecelin yaklaştığına işarettir. Rüyada validesinin karnına girdiğini görmek, uzakta ise vatanına döneceğine delâlet eder.
Anne ile oturduğunu veya beraber yürüdüğünü görmek, emniyet ve huzura; anne ile konuşmak iyi ve güzel haberlere delâlet eder.
Bir kimsenin rüyada âmiri ile karşılaşması ve onun emirlerini dinlediğini görmesi, büyük bir zattan iltifat görmeye, kendisinin rüyada âmir olduğunu görmek de, dilek ve arzuların yerine geleceğine delâlet eder.
Ekonomist ve stratejist Kaan Sarıaydın tarafından geliştirilmiş bir teoridir.
Metasophie ruhun bedendeki bilinmeyen gramerine hakim:
Asırlardır gizlenen, anlatılmayan ilim Metasophie ilmidir! Dünya ilim üzerine tanzim edilmiştir. İnsan AKIL ve RUH olarak bir bedende iki unsur olarak var olmuştur.
Metasophie kişiye RUH’un yaşam içerisindeki varlığının nedenini, gerekliliğini anlatan ilimdir. Metasophie ilminden faydalanmış bir insan RUH ve AKIL olan iki unsurun birbiriyle olan lisanını gramerini öğrenir ve bu sayede kendini keşfeder. Kendini keşfetmiş insan yaşamı boyunca yaşadığı durumların kendisinde bıraktığı izler ne olursa olsun nerede tutacağını bilir ve yaşayacağı durumların değerlendirmesini daha iyi analiz etmiş olur.
Metasophie mükemmel ötesi bir ilimdir… Bu ilim insanoğlunun zaman ve zamansızlık arasındaki yolculuğunu tüm evreleriyle hemde tüm bilimsel donatılarıyla ortaya sermektedir. İnsanı bütünüyle yani bir bedende iki insanı anlatıyor. Bu iki unsurun tüm verilerini iki farklı kutup başında toplayan ve bu iki farklı kutup başı verilerini bir aküde (yani yaşamda) birleştiren ve bu birleşmeden enerji elde eden bir ilimdir… Metasophie ruhun keşfini ve ruhun bedendeki siluetini, ruhun akıl ile bağını, içsel güdülerin yaşam içerisindeki şifrelerini ve bu şifreler sayesinde zamansızlık yolculuğunun nasıl gerçekleşebileceğini anlatır…
İnsanın tüm şifrelerini anlatan bu ilim uygulandığında her zaman bir sonraki hatta bir kaç sonraki karşı refleksleri önceden görebildiği için doğal olarak tüm süreçlerde belirleyen taraf yapar…
Ekonomi ve Paranın Sırrı
Üreten insan olmak! Evet, parası olan insanlara yatırımsal kazançsal yönlendirmeler yasaklanmış ise, var olan paraya dokunma deniyorsa, bende olmayan parayı kazanmanın yönlendirme eğitimini vermeye karar verdim… Unutmayalım en zengin insanlar yok denecek kadar az sermayeyle başarılı olmuş ve devler ligine girmiştir… Konum konjünktürünüz, işiniz, işsizliğiniz, ekonominiz, bütçeniz ne olursa olsun. Metasophie’de, para kazanma eğitimini almak isteyen ve başarının şifrelerini öğrenmek isteyen, sıfırın değerinin aslında sıfır olmadığını, sadece önünemi arkasınamı virgül konulmasının formülelerini öğrenmek isteyen herkese 2 aylık bir eğitim programı sunacağım. Bulunduğunuz şehir ve iş yoğunluğunuzun önemi olmaksızın bu eğitimden faydalanabilirsiniz. Sanal sanayi devriminde en büyük sermayenin insan olduğunu ve üretmenin püf noktalarını sosyo ekonomik-jeopolitik-realitelerin eko verilerini ve bu verilerin bir kaç adım sonrası ticari talebi nasıl doğurduğunun eğitimini almak isteyen, para-insan arasındaki döngülerini öğrenmek isteyen herkese yıllarca hep bir kitlenin kullandığı formüleleri öğreten eğitimi vereceğimi burdan duyurmak istiyorum.
Sizinle bir sır paylaşıyım; yıllarca güçlerin kullandığı ekonomik ve ticari formüleler olduğu için herkesin ama herkesin bundan faydalanması gerektiğinin altını bir kez daha çiziyorum.
Kaan Sarıaydın
Ahilik, bir Ortaçağ esnaf teşkilâtıydı. Batı’daki lonca teşkilâtının, Türkleştirilmiş ve İslamlaştırılmış bir modeliydi. Aslında, ekonomik bir müessese olarak kurulmuş olsa da, zamanla ekonomik olduğu kadar İslâmî ve insanî renkleri de olan bir müessese mahiyeti kazandı. Ona bu renkleri biz kattık. Nitekim, bu teşkilâtın bir diğer ismi olan “fütüvvet”; cömertlik, eliaçıklık, mertlik, delikanlılık mânâlarına geliyordu. Daha evvelki devirlerde Bizans’ta, Türk-İslâm dünyasında Selçuklularda bulunan bu müessese, Osmanlılarda devam etti. Ancak Batı Avrupa’da tamamen, çalışanların Feodal Bey lehine kontrol ve istismarını hedefleyen bu müessese, Selçuklular ve bilhassa da Osmanlılarda, çalışanların ve tüketicilerin korunmasını hedefliyordu. Dolayısıyla, iktisadî yönüyle bir esnaf teşkilâtı olan Ahilik, manevî yönüyle âdeta bir tarikat gibiydi. Kendisine ait ahlâkî, insanî ve dinî kaideleri vardı. Bu yönüyle de cemiyetin sadece ekonomik gelişimine değil, sosyal, kültürel, insanî ve manevî gelişimine de hizmet ediyordu. Umut Güner’in -Dinî, Siyasî ve Sosyal Yönleriyle- Tarihte Fütüvvet ve Ahilik adlı bu kitabı, Türkiye Selçukluları döneminde Anadolu’nun maddî-manevî yapılanmasını idrak etmeye katkı sağlayacak bir çalışmadır.
Satın Almak İçin:
Biz sohbetin gücüne ve bereketine inanıyoruz. Zira sohbet bir hâl aktarımıdır. Sohbet gönlün dile gelmesidir. Sohbet kalbin içindekinin bütün yalınlığıyla dışa vurmasıdır. Sohbet ile söz âdeta can bulur, can olur, can verir. Evet, bir sohbetin, muhabbetin sonucunda ortaya çıkan bu kitabın temel amacı bir yerlerde aksini bulmak, bir gönülden yankılanmaktır. Bir başlangıca vesile olmak, bir umudu diriltmektir. Bütün meselemiz, bir insanın kalbine dokunabilmektir. Sadece bir kardeşimizin fabrika ayarıyla, yani fıtratıyla yüzleşmesine aracı olsa, bu kitap görevini fazlasıyla yapmış olacaktır.
Umudumuz, belki de kurtuluşumuza sebep olacak o bir kişidir.
Duamız, o bir kişiye ulaşabilmek, dokunabilmektir.
Niyazımız, o bir kişinin yarasına merhem olabilmektir.
Ötesi değil, fazlası da değil: Sadece o bir kişi.
Âmin.
Elinizdeki kitap size tarihin şifrelerini, El Dorado’nun yerini, Karındeşen Jack’in kim olduğunu ya da simya taşının hikmetini öğretmeyecek. Karşınıza pavyonlarda sürten altıncı Dalai Lama, genç kalmak için altın içen Diane de Poitiers, teslim ol çağrısına orta parmaklarını işaret ve yüzük parmaklarının arasına sokup sallamak suretiyle cevap veren Venedik garnizonu, erkek kılığına girip tüm Siena’yı elden geçiren çapkın travesti Caterina Vizzani, bir köşede hacetini gideren Evliya’nın üstüne düşüp onu “boklu gazi” yapan düşman da çıkmayacak.
Bu, kahramanlarla hainlerin, tarihin akışını değiştiren vizyonerlerle fırsatları tepen basiretsiz liderlerin kitabı değil. Küçük Buzul Çağı, Fiyat ve Sanayi devrimleri, Aydınlanma, Atlantik Üçgeni, Büyük Kırılma, Hümanizma, muhayyel cemaatler, Protestan Etiği gibi birçok kavramın havada uçuştuğu sayfalarımızda kopuşları değil, devamlılıkları göreceksiniz. Tarihi bir anda değiştiren olayların aslında semptomlarını kaplumbağa hızıyla gösteren süreçlerin birer sonucu olduğunu fark edeceksiniz.
Herkesin hafife aldığı şu grotesk tarih kortejinin birbirinden ilginç kahramanlarının yaratacağı hafif bir tebessümden ve sıra dışı anekdotların verdiği şaşkınlıktan daha fazlasını hedefliyoruz: Okuyucunun geçmişini ve bugününü daha iyi kavrayıp geleceğini daha iyi planlamasını sağlamak ve ona entelektüel bir derinlik kazandırarak daha kaliteli bir yaşam sürmesine yardımcı olmak.
Emrah Safa Gürkan’ın mizahla zekâyı buluşturduğu Bunu Herkes Bilir, hangi yaşta olursa olsun kendini geliştirmek için öğrenmeye zaman ayıranların zevkle okuyacağı bir başucu eseri…
Böyle bir dua yoktur. Sadece dua ederek bir şeyler beklemek İslam inancına terstir. Müslüman sabırla elinden geleni yapar, sonrasında tevekkül eder işini yüce rabbine Allah’a bırakır.
Allah’tan her zaman hayırlısını ister, hayırsız olacaksa istemez.
İş bulma konusunda hiçbir çaba gözetmeden sadece dua ile iş bulunmaz.
Siz elinizden geleni yapın, sonrası Allahın takdiridir. Şüphesiz Allah rızkınızı verir sizi rızıksız bırakmaz.
Malcolm X’in hikâyesi, sadece bir şahsın veya bir ailenin değil, tüm Siyahların, hatta Siyahlara yaptıkları ile hâlâ gündemden çıkmayan bir yönetimin küçük ölçekli ama derinlikli bir hikâyesidir.
Bazılarının “Amerika’yı titreten adam”, bazılarının “Amerika’da bir isyan çıkarabilecek veya bir isyanı bastırabilecek tek adam” dedikleri bir büyük mücadele adamının ibretlerle ve acılarla dolu bu hikâyesi, engellenemeyen bir özgürlük savaşının, ne pahasına olursa olsun hakikate ulaşma yoluna adanmış yenilmez bir iradenin, insanlık onurunun, insan dirayet ve haysiyetinin hikâyesidir…
Bu hikâye aynı zamanda, yeryüzünün her bölgesinde yaptıkları ile tüm insanlığın “yüz karası” haline gelmiş, buna rağmen kendi tarihindeki ve kendi vicdanındaki “kara”yı görmeden, vatandaşlarından bir kısmının “kara”lığına takmış süper paranoyak bir gücün, köle ticaretinden bu yana yaptıklarından hiç pişman olmadığının ve başına gelenlerden hiç ders almadığının içeriden yapılmış gözlemlere dayalı bir belgesidir.
Ölenin değil, öldürenin kaybettiği bir hikâye bu. Şehitlerin öldükten sonra da destansı hikâyeleriyle mücadeleye devam ettiklerini gösteren bu kitap, bizi önemli bir insanla tanıştırıyor; çünkü Malcolm’ü anlamak, insanlığı anlamaktır.
Bütün seçkin kitapçılarda…
Siyah adamın, kendini korumak için gereken ne ise; onu yapmasını görmek için hiçbir şekilde gönülsüz ya da tereddütlü olmamasının bir sebebi vardır. Dediğime geldin… Onu (şiddet uygulamayı), beyaz adam yaptığı zaman iyi; ama siyah adamın (şiddete maruz kaldığında) gıkı çıkmamalı. Ola ki, siyah adam karşılık verirse, “radikal” oluyor. Tepki vermeden yerinde oturmalı, canı yanmamalı, şiddete başvurmamalı, düşmanını sevmeli. Sözlü olsun, başka türlü olsun; her çeşit saldırıyı hazzetmek zorunda. Ama herhangi bir şekilde savunursa, nefs-i müdafaaya çalışırsa; o zaman aşırılık yapmış oluyor.(gülüyor) Hayır, zannediyorum benden önceki konuşmacı tam da sorusunun cevabını alıyor. Benim aşırılığa inanmamın sebebi, entelektüel bir şekilde aşırılıktır; özgürlüğün savunulması için aşırılık, adaletin yerini bulması için aşırılık… Ben tüm kalbimle inanıyorum ki, siyah adam sağlam bir adım attığı gün ve kendi özgürlüğüm elimden alındı mı; kendi özgürlüğümü kazanmak veya bu adaletsizliğe bir çomak sokmak için gereken her yola başvurmakta gayet haklı olduğumun farkına vardığımda (bu davasında) yalnız başımıza kalacağımızı düşünmüyorum. Ben 22 milyon siyaha karşı, 160 milyon beyazın yaşadığı bir Amerika’da yaşıyorum. Siyah adamın, kendini korumak için gereken ne ise onu yapmasını görmek için hiçbir şekilde gönülsüz ya da tereddütlü olmamasının bir sebebi de gerçekten inanıyorum ki, bunu becerdikleri gün birçok beyaz, onlara (siyahlara) saygı duyacak. Ve şu ana kadar siyahların benimsedikleri “düşmanını ölümüne sev” gibi karaktersiz bir yaklaşımla kazandıkları beyaz sayısı (bu dik duruşları ile) daha fazla olacaktır. Eğer ben (siyahların zulme karşı dik durma hakkına sahip oldukları konusunda) yanlış isem; o zaman sen, ırkçısın (arkadaş)
Daha önce de söylediğim gibi:
– Ben, bir Müslümanım.
– Ben, İslam dinine inanıyorum.
– Allah (c.c.)’a inanıyorum.
– Hz. Muhammed (S.A.V.)’e inanıyorum.
– Tüm peygamberlere inanıyorum.
– Oruç tutmaya, namaz kılmaya, zekat vermeye ve Müslüman olmak için inanılması gereken ne varsa, inanıyorum.
Nisan’da Mekke’ye Hacc için gitme ve Eylül’de geri dönme bahtiyarlığını yaşadım; dini görevlerimi yerine getirmeye çalışmak için. Ama bu dine inanmakla beraber, şunu vurgulamak istiyorum ki; ben, aynı zamanda Amerikalı bir zenciyim. Ve öyle bir toplumda yaşıyorum ki, bu toplumun sosyal düzeni, siyah adamın köleleştirilmesine dayanmakta ve ekonomisi de yine siyah adamın köleleştirilmesine dayanmaktadır. Öyle bir toplum ki, 1964’te kurnaz, aldatıcı, düzenbaz bir yönetimle diğer ülkelerin “Amerika evini temizliyor” diye düşünmelerini sağlamış; ama gele gelelim ki, 1954’te, 1924’te ve 1984’te olan şeylerin aynısı, 1964’te de başımıza geliyor.
1964’te sorunlarımızı çözmesi gereken o “vatandaşlık hakları tasarısı” dedikleri şeyle geldiler; ama tasarı geçtikten sonra, 3 tane vatandaşlık hakları çalışanı acımasızca öldürüldü. Ve FBI’ın başındakiler, kimin yaptığını bildiklerini itiraf ettiler. Onlar, o zamandan beri ne olduysa bildiler: ama hiçbir şey de yapmadılar. Vatandaşlık Hakları Tasarısı hayalleri suya düştü. Ne kadar tasarı geçerse geçsin, benim memleketim olan bu ülkedeki siyah insanlar, bizim hayatımız hala beş para etmiyor. Hükümet siyah adama gelince hayatı ve mülkü korumak için gerekeni yapmaktan aciz olduğunu ya da bunu yapmaya gönülsüz olduğunu gösterdi. Bu sebeple benim savunduğum şey şu: Ne zaman ki, bir insan şu sonuca varırsa, destekledikleri hükümet kendi hayat ve mallarımızı korumak için isteksiz ya da beceriksiz olduğunu gösteriyor. Çünkü biz, yanlış deri rengine sahibiz. Biz, insan değiliz; ta ki, biz kendimiz bir araya gelir, hayatımız ve mallarımızın emniyette olduğunu görene kadar ne, nasıl, ne zaman gerekiyorsa onu yapana kadar (biz insan değiliz). Ve bu mecliste de (benimle) aynı konumda -veya aynı şartlar altında demeliyim- bulunup ta aynı şeyi yapmayı reddedecek birinin bulunduğunu hiç zannetmiyorum. Bu meselede haklı olduğumu görmeniz açısından, bir adım daha gidelim. Ve dediğim gibi ben (bir Müslüman olarak) konuşmuyorum; Amerikalı bir siyah adam olarak konuşuyorum ki, bu toplum ırkçı bir toplumdur. Siz ne kadar demokrasi hakkında konuşmalar duysanız da. O (Amerika) bir Güney Afrika kadar veya bir Portekiz kadar ırkçıdır. Güney Afrika ile Amerika’nın arasındaki tek fark; Güney Afrika ayrımcılığın vaazını veriyor ve ayrımcılığı da uyguluyor. Amerika, birleşmeyi vaaz ediyor; ama ayrımcılığı uyguluyor, tek fark bu. Dedikleri şeyi yapmıyorlar veya Güney Afrika, dediği şeyi uyguluyor; yanlış olsa bile. Nerde durduğunu bilmeme müsaade eden adama, bir melek gibi gelip; ama bir şeytandan farkı olmayan adamdan daha fazla saygı duyarım. Amerika’nın sahip olduğu hükümet sistemi, komedilerden oluşmaktadır. Ülkeyi yöneten 16 tane senatörlük komedisi var ve 12 tane de senato komedisi var. 16 tane senatörlük komedisinin 12’si, güneyli ırkçıların ellerinde. İnsana hiçbir şekilde değer vermeyen adamların ellerinde; Ve siyah adamın, kendi sahip oldukları makamlara asla gelememesini görmek için ellerinden geleni yapan adamların…
Bu adamların o bölgelerde bu güce sahip olmalarının sebebi; Amerika’nın kıdem (yaşı büyük olanın görev alması) sistemine sahip olmalarındandır. Bu kıdeme sahip adamların orada kök salmalarının sebebi de; bu adamların yaşadığı yerdeki siyah insanlar oy kullanamıyor. İşte sırf siyah adamlar oy hakkından mahrum edildikleri içindir ki, bu adamların hükümette böyle bir tesire sahip olmalarını mümkün kılan bu güce talip olmalarını sağlamıştır ki, bu güç onların entelektüel siyasi kabiliyetlerinin ve hatta temsil ettikleri bölge halkının sayısının ötesindedir. Bundan dolayı federal hükümet ne derse desin bu ülkede, federal hükümetin gücü, bu komitelerde gizlidir. Ve ne zaman ki, bir siyah adam veya siyah adamın menfaatine bir yasa söz konusu olsun: bir de bakıyoruz, işte bu komitelere takılmış. Ve adamlar komiteden bir şey geçirse bile kanun haline gelene kadar, üzerinde öyle oynanıyor ki, resmi kanun haline geldiğinde, uygulanacak bir kanun olmaktan çıkmış oluyor. Bir başka örnek de, 1954’te getirilmiş “ayrımcılık” kararıdır. Bu, bir kanun ve bu kanunu New York, Boston, Cleaver, Chicago veya kuzey şehirlerinden birinde yürürlüğe koyamadılar. Ve benim görüşüm şöyle: Senin, demokrasiye sahip olması gereken bir ülken var. “Hür adamın toprağı, yiğidin harman olduğu yer” olması gereken (bir ülken var). Ve çok uluslu ve medeni bölgelerinde bile siyah adamın yararına olan kanunları uygulamaktan aciz kalıyorsa; uygulanamayacak bir kanun olan vatandaşlık haklarını da geçirseler, bize ne faydası olacak ki! Bu sebeple benim görüşüm; hilebaz, aldatıcı, ırkçı bir toplumla karşı karşıya geldik ve bir değişim meydana getirebilmemizin tek yolu, onların anladıkları dilden konuşmaktır:
Irkçı, yumuşak bir dilden asla anlamaz!
Irkçı, şiddete başvurmayan bir dilden asla anlamaz!
400 yıl boyunca bizimle, kendi dilinde konuştu. Onun gaddarlığının kurbanı olan bizdik. Vücudumuzdan et koparan köpeklerine maruz kalan bizlerdik. O da sırf, “bahar mahkemesi kararı” dedikleri şeyi uygulamaya koymaları için protesto etmemizdir. Sırtımızdaki elbiselerimizi yırtıp atacak kadar kuvvetli su panzerleri tutulan bizlerdik. Bunu kendi gözünüzle gördünüz. Sırf, o kanun dedikleri şeyi uygulamaya koysunlar diye gösteri yaptığımız için. Bu ülke kendi kanununu, adamın cildinin rengi siyah olduğu için uygulamıyorsa; o zaman ben derim ki, bu adamlar (siyahlar) hükümetin kendilerine veremediği adaleti, kendileri elde etmek için her çeşit yönteme başvurmakta haklıdırlar. Haksız bir aşırılığı hiçbir şekilde savunmuyorum; ama bir adamın, insanın özgürlüğünü savunmak adına, aşırıya gitmesinin zorbalık olduğuna inanmıyorum. Ve insanlara adalet temin etmek konusunda, yumuşak olan adam için de derim ki; o, bir günahkardır! Toparlamak gerekirse; aslında Amerika’nın kendisi aşırılık konusunda en isabetli örneklerden biridir. Tarihi okuduğunuzda bunu görürsünüz. Veya Patrich Henry’i (okuduğunuzda); “Özgürlük; ya da ölüm” demiştir. Bu, aşırıdır; çok aşırı (!) İnsanın gönlünde, kara talihimizin hakaret ve oklarıyla çile çekmek; kutsal olsun ya da olmasın, ılımlılık… Ya da sorumluluk almak… Felaket dalgalarına, karşı koymak; muhalefet ederek, bu kötülüklere son vermek… Ben de bunu (sorumluluk alıp, kötülüğe karşı koymayı) takdir ederim; ılımlılığı değil… Eğer sorumluluk alırsanız, galip gelirsiniz; ama boş boş oturur, güce sahip olanın kendiliğinden değişmesini beklerseniz, daha çok beklersiniz. Bence bu genç nesil, beyaz-siyah-kahverengi; her ne ise siz, bir radikallik (aşırılık) döneminde yaşıyorsunuz, bir devrim döneminde… Değişmesi gereken bir dönemde… Gücü ellerinde tutan insanlar, onu istismar ettiler ve şimdi değişmek zorundalar. Ve daha güzel bir düzen kurulmalıdır; Ve böyle bir düzenin kurulması da ancak radikal bir yöntemle mümkündür. Ve hangi renkten olursanız olun, bu rezil durumu değiştirmek isteyen herkesin yanında yer alacağım. Teşekkür ederim.
OXFORD UNİON DEPATE
Rüyada altın ve gümüş kırıkları görmek, faydalı ilme, sâdık dosta, uygun zevceye ve hayırlı çocuğa delâlet eder. Rüyasında bir miktar altın bulup bunları iyi bir yere gizlediğini görmek, sır saklamak ile tâbir olunur.
Rüyada bir ölünün kendisine altın para verdiğini görmek, zulümden kurtulmaya işarettir.
Rüyada altın ve gümüş dövücü birini görmek, israf ile malı sarf etmeye alâmettir. Bazı kere de bunu görmek, hak ile bâtıl arasını ayıran hâkime delâlet eder.
Yine böyle bir rüya görmek, sanatına çok düşkün olan kimseye delâlet eder.
Herkes iyice bilir ki altın dünya zinetidir. Dünya ise müminler için meşakkat Bu sebeple rüyada altın görmek, borca, gam ve kedere alâmettir.
Rüyada altın bilezik taktığını görmek, rüya sahibinin eline geçecek bir mirasa delâlet eder.
Rüyada altın külçesine rastgeldiğini görmek, elden çıkacak mala işarettir. Yine altını külçe ettiğini görmek, şer ve helak ile tâbir olunur.
Rüyada kendisine büyük bir altın parçası verildiğini görmek, devlet işlerinde yüksek derecelere nail olmaya delâlet eder.
Câfer-i Sâdık (r.a.) demiştir ki: Rüyada altın bilezik görmek beş şekilde tâbir olunur:
Ibn-i Şîrîn (rh.a.) demiştir ki: Rüyada elinde be ş adet altın olduğunu görmek, halk indinde makbul olacak işlere delâlet eder. Elinde tek altın olduğunu görmek, güzel bir ev ile tâbir olunur.
Rüyada iki elinin birden altın olduğunu görmek, iş hususunda sıkıntıya düşmeye işarettir.
Kıymetli elbiselerden başörtüsü, taç ve bunlara benzer nesnelerin altın sırma ile dokunmuş veya örülmüş olduğunu görmek; bu elbiseyi giyenlerin Allahu Teâlâ’ya yakınlıklarına delâlet eder.
Yine rüyada halis altın ve gümüşten olan şeyi görmek, ihlâsa, saf niyete, anlaşmaya ve doğru söze delâlet eder.
Rüyada gözlerinin altın olduğunu görmek, kör olmaya işarettir. Rüyada üzerinde, altın, gümüş, boncuk veya mücevherden gerdanlık olduğunu görmek, devlet hizmetinde yüksek makama gelmeye delâlet eder.
Rüyada Âl-i İmran Sûresini görmek, rızık ve berekete, zekânın ve nefsin temizliğine delâlet eder.
Kur’ân-ı Kerim’den herhangi bir sûre veya âyet görmek hayra ve ilme işarettir. Zira Kur’ân- ı Kerim Allah’ın kitabıdır ve Hakk’ın kelâmıdır. Allah’ın kelâm ını okumak elbette hayır ve saadetin ta kendisidir. Hadis-i şerifte: “Kim Rabbi ile konuşmayı seviyorsa Kur’ân okusun!” buyurulmuştur. Bu sebeple kişinin Âl-i İmran Sûresi’ni rüyada okuması veya görmesi, o kişinin halk arasında seçkin, günah ve hatadan beri olduğuna delâlet eder..
Kirmanî demiştir ki:
– Bu sûreyi rüyada gören kişi, İslâm’a bağlı olur ve o hal ile ölür, o hal ile de gömülür..