Rüyada akide şekeri görmek ve yemek
Rüyada akide şekeri görmek veya yemek, dertlerin ve sıkıntıların biteceğine delâlet eder. Hasta birinin akide yediğini görmesi, şifa ile tâbir olunur.
Rüyada akide şekeri görmek veya yemek, dertlerin ve sıkıntıların biteceğine delâlet eder. Hasta birinin akide yediğini görmesi, şifa ile tâbir olunur.
Rüyada akılsızca hareket ettiğini görmek, cehalete işarettir. Çünkü cahiller ne yapacağını bilmezler. Rüyada halkı akılsız ve hafif hareket eder görmek, dinî noksanlığa delâlet eder.
Rüyada akıllı biri ile karşılaştığını görmek, rüya sahibinin başkaları tarafından kandırılamayacağına işarettir.
Rüyada akıllı hareketlerde bulunduğunu görmek, mesut ve bahtiyar olmaya delâlet eder.
Rüyada aklı insan şekline bürünüp “Ben senin aklınım” dediğini görmek, hayır ve menfaata delâlet eder.
Kirmanî demiştir ki:
“- Aklı insan şeklinde temessül etmiş görmek, izz ü şerefe, mertebe ve makama delâlet eder.”
Cafer-i Sâdık hazretleri şöyle tâbir buyurmuşlardır:
Kişinin rüyada akıl hastanesi görmesi, hamama alâmettir. Çünkü hamamlar cin ve şeytanların avret mahallinin açıldığı ve çirkin işlerin meydana geldiği yerlerdir.
Bazı kere de akıl hastanesi görmek, okula delâlet eder. Çünkü okullar çocukların toplandığı mahallerdir.
Yine akıl hastanesi görmek, oyun yerlerine, karmakarışık seslere, bâtıl ve mânâsız sözlere, malın elden gitmesine delâlet eder..
Fakir bir kimsenin rüyada akıl hastanesi görmesi, erişeceği nimete, rahatlığa ve insanlardan bir şey istememesine delâlet eder..
Rüyada Akasya görmek, iyi habere alâmettir. Akasya ağacının altında oturduğunu görmek, emellerine kavuşmaya delâlet eder. Akasya ağacından bir dal kopardığını görmek, bir iş için bir başka yere başvurmağa işarettir.
İmam Nablusî demiştir ki: Rüyada görülen akciğer, ruhun mahallidir. Bu sebeple bir kimse rüyada kendi akciğerinin kötü koktuğunu görse, artık o kimsenin ömrü tamam olmuştur. Yani ömrünün bittiğine delâlet eder..
Bazı kere de akciğer görmek, sevinç ve meserrete işarettir. Bazıları da akciğeri gazap ve kadın ile tâbir etmişlerdir.
Cabirü’l-Mağribî demiştir ki:
“- Rüyada akciğer yediğini görmek, eğer yediği ciğer pişmiş ve eti yenilir bir hayvana aitse sevince, eline geçecek güzel bir mala delâlet eder.”
Yine rüyada görülen akciğerin sağlamlığı, uzun ömre, onun sakatlığı da kısa ömre işarettir.
Ayrıca akciğer, gazap mahallidir de.. Akciğer kadın ile de tâbir olunur.
Ibn-i Sîrîn Hazretleri demiştir ki:
“- Rüyasında kendisine akciğer verildiğini görmek, eğer vereni tanıyorsa, ondan sevineceği bir haber almaya ve menfaata delâlet eder. Eğer tanımıyorsa, bilmediği birinden kendisine sevineceği bir iyilik ile tâbir olunur.”
Kirmani demiştir ki: Rüyada kendisine bir Akbaba kuşu verildiğini görmek, din selâmetine ve hayra delâlet eder. Rüyada Akbabaları otlattığını görmek, bazı kimseler üzerine âmir olmakla tâbir olunur.
Rüyada Akbaba kuşunun sadâsını işitmek, gam ve kederden kurtuluşa delâlet eder.
Nablusî demiştir ki:
Gece rüyada Akbaba kuşunu görmek, ahmak ve nezaketsiz bir adama delâlet eder. Bu rüya gündüz görüldüğünde hastalıklara işarettir.
Rüyada Akbaba kuşunu tuttuğunu görmek, harpte bulunmaya veya hastalığa işarettir.
Akbabaları otlattığını görmek, fakir kimselerin başına âmir olmakla tâbir olunur. Bir dişi Akbaba aldığını görmek ise, fakir bir kadınla evlenmeye delâlet eder.
Hasta bir kimsenin rüyada Akbaba kuşu görmesi, ecelinin yaklaştığına işarettir..
Rüyada müminlerin annesi Hazret-i Aişe’yi görmek, hayır ve bereketin ta Müslüman bir kadın onu rüyada görse, yüksek bir mevkiye ve güzel bir şöhrete kavuşur. Babası ve efendisi nezdinde hürmetli olmasına delâlet eder.
Aile görmek, zenginlik ve saadete işarettir. Rüyada kendi ev halkını görmek:
“Eğer fakirlikten korkarsanız Allah dilerse, sizi yakında kendi fazlı ndan zenginleştirir.” (Tevbe, 28) mealindeki âyet-i kerime gereğince, zenginlikle tâbir olunur.
Rüyada ahid yerinde ahid yaptığını görmek, geçmiş hataları hatırlamaya, üzüntü ve kedere delâlet eder. Bazı kere de ahid yerleri, ne ile ahid yapılmışsa ona delâlet eder. Yine rüyada görülen ahid yerleri uyanıkken yapılacak vaadlere işarettir.
Rüyada ağrı görmek, günahtan nedamet etmeye ve Hakk’a dönmeye delâlet eder.
Rüyada dişinin ağrıdığını görmek, fena bir söz işitmeye delâlet eder.
Boyun ağrısı, geçimsizliğe ve şikayetlerin çoğalmasına işarettir.. Omuz ağrısı, rüya sahibinin çirkin yollarla kazancına ve beyhude işlerine delâlet eder.
Rüyada karın ağrısı hissetmek, varını yoğunu isyan ve kötü işlerde sarfedeceğine işarettir..
Rüyada hissedilen göbek ağrısı, rüya sahibinin zevcesi hakkında fenalık yapmasına, kalb ağrısı, rüya sahibinin dinî meselelerde inanç ve itikadının bozuk olmasına delâlet eder.
Rüyada sırtının ağrıdığını hissetmek, eğer varsa erkek kardeşinin öleceğine işarettir.
Sırt ağrısı, bazı kere de, kuvvet, çocuk, ana, önder ve dostlarla tâbir olunur.
Rüyada şiddetli ağrıdan belinin büküldüğünü görmek, fakirliğe ve uzun ömre delâlet eder.
Ayak ağrısı görmek, Allahu Teâlâ’ya isyan edilen yerlerde yürümekle tâbir olunur.
Bazı kere de ayak ağrısı, malın çokluğuna işarettir..
Baş ağrısı, üzüntü ve düşünceye, boyun ağrısı da şaşkınlığa delâlet eder.
Rüyada ağlamak bazı kere sevinç, bazı kere de kedere işarettir.
Rüyada yüksek sesle ve feryad ederek, elini yüzüne vurarak, söz söyleyerek, yakasını paçasını yırtarak ağladığını görmek, uyanıkken bu şekilde ağlamaya delâlet eder.
Rüyada Allah korkusundan, Kur’ân-ı Kerim dinlemek veya hatalarını hatırlayarak ağlamak, ferah ve sevince ve iyi akıbete delâlet eder.
Ve yine ağlamak, yüce Allah’tan korkmaya, rahmetin inmesine, muhtaç olan kimseler için de yağmura delâlet eder. Çünkü gözyaşı olan yere rahmet iner. Ağlamak bulunmaz sermayedir.
Ebu Said El-Vâiz demiştir ki:
Ağlamadığı halde gözlerinden iplik iplik yaşlar aktığını görmek, murada ermeye ve sevince delâlet eder.
Câfer-i Sadık (r.a.) demiştir ki:
Rüyada kendi ağzının koktuğunu görmek, kendisini medh-edeceğine işarettir. Kişi kendi nefsini beğenince de insanlar arasında ayıplanır ve müşkül duruma düşer.
Rüyada başkasının ağzının koktuğunu görmek, çirkin ve kötü söz işitmeye işarettir..
Bazı kere ağız kokusu görmek, cefa ve s ıkıntılara da delâlet eder. Her şeyi en iyi bilen Allahu Teâlâ’dır ve hayır O’nun kudret elindedir.
Rüyada ağız görmek, işin başlangıcı ve sonu olarak tâbir edilmiştir. Yine rüyada ağız görmek, umurun anahtarı ve fatihası, rızkın mecrası, kuvvetin mahalli olarak tâbir olunur.
Rüyada ağızdan çıkan şey, o kişinin hayır ve şerden söylediği sözü, ağıza giren şey de, o kişinin rızkıdır.
Nablûsî demiştir ki:
– Bir kimse rüyada ağzının yok olduğunu görse, bu onun ölümüne delâlet eder.
İbn-i Sîrîn demiştir ki:
– Rüyada ağzının üzerinde bir bağ olup kapalı halde görmek, beş şekilde tâbir olunur:
Rüyada ağzına ilaç cinsinden bir şey koyduğunu görmek, dinde salâha, gıda olan bir şey koymak yine salâha delâlet eder. Faydasız bir şey koymak ise gam ve kedere işarettir.
Rüyada ağzını pek büyük olmuş görmek, rızkın ve malın ziyade artacağına alâmettir. Ağzın ın küçüldüğünü görmek de bunun zıddı, rızkın ve maişetin darlığına delâlet eder.
Câfer-i Sâdık hazretleri demiştir ki:
– Rüyada ağız görmek yedi veçhile tâbir olunur.
Rüyada ağzına süt veya şerbet aktığını görmek, zikir ve tesbih ile meşgul olmaya delâlet eder.
Rüyada ağzının güzel koktuğunu görmek, güzel söz, zikir, tesbih, hamd ve senaya delâlet eder. Fena koktuğunu görmek de fena söze ve küfre işarettir.
Rüyada ağzının eti çürüyüp koptuğunu görmek, belâ ve musibete, zarar ve ziyana delâlet eder.
Hasta olan biri, rüyada ağzın ın büyük ve güzel olduğunu görse, hastalıktan şifa bulmasına ve selâmete delâlet eder.
Rüyada ağzının yok olduğunu görmek, hanenin harap olmasına, kabın kırılmasına ve zindanların boş kalacağına alâmettir.
Ibn-i Kesir (rh.a) demiştir ki:
– Rüyada ağız görmek vaaz, zikir ve mecrâ-yı ilimdir. Ağzından berrak su aktığını görmek, ilim ve fazlından diğer insanların istifade edeceğine dalâlettir.
Rüyada görülen ud ağacı, evlâda medh ve senaya işarettir.
Orman halinde ağaçlar görmek, parlak ve huzurlu günlere, yapraklı ağaçlar da saadete, safaya, gönül neşesine dalalet eder.
Rüyada kırılmış ve kesilmiş bir ağaç görmek, elem ve kedere alâmettir.
Hangi yaşta olursa olsun menopoz dönemindeki bir kadının menopozun birinci senesinden sonraki kanamaları, âdet değil, istihâza/özür akıntısı olarak kabul edilir (Bkz. Kâsânî, Bedâî’, III, 200).
Bu durumda kendisinden devamlı kan gelen bir kadın, özür sahibi hükmünde olduğundan her vakit için abdest alır ve mazeret teşkil eden rahatsızlığından başka abdest bozan bir hâl meydana gelmedikçe, bu abdestle o vakit içerisinde dilediği kadar namaz kılar ve diğer ibadetleri yapar. Namaz vaktinin çıkmasıyla veya başka abdest bozan bir hâlin meydana gelmesiyle abdesti bozulur (Mevsılî, elİhtiyâr, I, 106107).
Menopoz, kadınlarda gebe kalma ve doğurma yeteneğinin sona ermesi, âdetten kesilme hâli demektir. Menopoz dönemine geçiş esnasında âdet düzensizlikleri ve âdet günlerinde değişiklikler meydana gelebilir.
Uzmanların belirttiğine göre menopoza giren bir kadın, ilk bir sene içerisinde tekrar âdet görebilir. Bu durumdaki kadın, ibadetlerinde âdetli gibi davranır. Ancak bir sene geçtikten sonra görülen kan, özür kanı olarak kabul edilmektedir. Menopoza geçiş dönemindeki kadının, bir kadın doğum uzmanına muayene olup, kanamasının âdet kanaması mı yoksa özür mü olduğunu tespit ettirmesi ve ibadetlerini ona göre yapması uygun olur.
Dış gebelik, 45 haftalık süre içinde fark edilir ve karından müdahale ile gebelik sonlandırılır. Normal gebelikte rahim içinde meydana gelen değişiklik dış gebelikte de belli ölçüde gerçekleşir. Dış gebelik ameliyatından sonra rahimden gelen kan, özür değil, lohusalık kanıdır. Dolayısıyla bu durumda olan bir kadın lohusalık hükümlerine tabi olur.
Uzmanlardan alınan bilgiye göre, döllenmiş yumurtanın rahim içine değil de fallop tüpüne yerleşmesi durumunda oluşan dış gebelikte, zamanla tüpte gelişen embriyo, bölgedeki damarlardan birinin veya birkaçının yırtılmasına ve kanamaya neden olabilir. Rahim içinden olmayıp damar yırtılmasından kaynaklandığı için dış gebelik esnasında görülen kanama özür (istihâza) sayılır.
Özür hâli, kanamanın bir namaz vakti boyunca kesilmeden devam etmesi ve her namaz vaktinde en az bir defa tekrarlaması durumunda meydana gelir. Böyle bir kadın diğer özür sahipleri gibi her namaz vakti için abdest alır. Zira Hz. Peygamber özür sahibi bir kadına böyle yapmasını bildirmiştir (Buhârî, Vudû’, 63; Ebû Dâvud, Tahâre, 110, 112).
Hanefî ve Hanbelîlere göre; el, ayak veya parmak gibi organları belirmiş olan bir bebek düşüren kadından gelen kan, nifas (lohusalık) kanıdır. El ve ayak gibi organlar belirmeden meydana gelmiş düşükten sonra görülen kan, istihâza (özür) kanıdır (Bkz. Merğînânî, elHidâye, I, 226; İbn Kudâme, elMuğnî, I, 431). Şâfiî ve Mâlikîlere göre ise her durumdaki düşük, lohusalık sebebidir (Remlî, Nihâyetü’lmuhtâc, I, 212; Desûkî, Hâşiye, I, 174175).
Mezheplerin verdiği bu hükümlerin, rahimden çıkan şeyin cenin olup olmadığı ancak elayak gibi organların belirmesiyle ayrıştırılabildiği zamanlarda verilmiş olduğu dikkate alınmalıdır (Bkz. Kâsânî, Bedâî’, I, 43). Günümüzde ise, rahimden gelen şeyin niteliği ve hangi aşamada olursa olsun düşen şeyin cenin olup olmadığı tespit edilebildiği için buna göre davranmak uygun olacaktır. Bu itibarla organları belli olsun ya da olmasın düşenin cenin olduğu bilindiğine göre, düşükten sonra görülen kan da lohusalık (nifas) kabul edilmelidir.
Hamile bir kadının gördüğü kanama âdet değil, istihâza (özür) kanıdır. İstihâza kanı, vücudun herhangi bir yerinden akan kan hükmündedir. Bu kanın akmasıyla yalnız abdest bozulur, gusül gerekmez (Mevsılî, elİhtiyâr, I, 99).
İstihâza kanının süreklilik arz etmesi hâlinde genel özürlülük hükümleri geçerli olur. Buna göre sürekli kan gören hamile bir kadın, her namaz vaktinin girmesi ile yeni bir abdest alır; başka bir sebeple bozulmadıkça bu abdest o vakit çıkıncaya kadar geçerli olur.
Lohusalık/nifas hâli, doğum veya düşük yapan ya da kürtaj olan bir kadının doğumdan sonra kanamasının devam ettiği hâldir. Böyle kadına lohusa denir. Her kadın için farklı nifas süreleri olabilir. Bu, kadınların fizikî bünyelerine, kalıtım ve çevre şartlarına göre değişir.
Lohusalık hâlinin alt sınırı yoktur. Üst sınır ise, Hanefî mezhebine göre kırk; Şâfiî mezhebine göre altmış gündür. Bu üst sınırlar geçtikten sonra görülen kan, nifas kanı değil, özür kanıdır. Ayrıca lohusalık günlerindeki akıntı bir süre kesilip sonra devam ederse, akıntının kesildiği günler de lohusalık hâlinden sayılır (Aliyyü’lkârî, Fethu bâbi’l‘inâye, I, 144145; Şirbînî, Muğni’lmuhtâc, I, 185).
Kadınlar nifas hâllerinde, cinsel ilişkide bulunamaz (Bakara, 2/222); namaz kılmaz, oruç tutmaz (Buharî, Hayz, 6; Müslim, Hayz, 16, 6769) ve Kâbe’yi tavaf edemezler (Buhârî, Hayz, 1, 7).
Kadınlar hayız ve nifas hâllerinde kılmadıkları namazları daha sonra kaza etmezler, ancak, tutamadıkları farz oruçları kaza ederler (Müslim, Hayz, 6769).
Doğum yapan kadının kanaması kırk gün dolmadan kesilirse yıkanır ve ibadetlerini yapmaya başlar.
Hanefî mezhebine göre devamlı kanaması olan kadının üç hâli vardır: 1 Bülûğdan (ergenlikten) önce kanaması olan ve bülûğa erdikten sonra da sürekli kan görmeye devam eden kızın âdeti her aydan on gün, temizliği de yirmi gün kabul edilir. Yani on günü âdet, yirmi günü de istihâza olarak kabul edilir.
2 Düzenli âdet gördükten sonra devamlı kan gören ve geçmişteki âdetini hatırlayan kadın (Mu’tâde) ise; daha önceki âdet ve temizlik hâlindeki âdetini esas alır. Yani önceden beş gün hayız, yirmi gün de temizlik müddeti görüyordu ise tıpkı bu şekilde devam eder. Dolayısıyla her ayın beş günü âdet, yirmi günü de temizlik müddeti kabul edilir.
3 Düzenli âdet gördükten sonra devamlı kan gören, ancak geçmişteki âdetini unutmuş kadına (Mütehayyire) gelince; böyle bir kadının âdetli veya temiz olduğuna hükmedilmez. Şer’î hükümler konusunda ihtiyatlı davranması gerekir. Yani mescide giremez, Kur’an okuyamaz, cinsel ilişkiye giremez, her namaz vakti için gusleder ve namazını kılar.
Şafii mezhebinde mütehayyire kadının durumuyla ilgili şu bilgiler vardır: Âdetinin başlangıcını ve kaç gün devam ettiğini unutan bir kadın, kamerî ayın başından itibaren galip olan âdet süresini (67 gün) bekler, daha sonra gusül abdestini alarak temizlenmiş sayılır(Şirbinî, Muğni’lmuhtâc, I, 181).
Mâlikî mezhebine göre mütehayyire kadın; kokusundan, renginden, katılığının değişmesinden veya acı duymasından dolayı hayız kanını ayırt edebiliyorsa, o kan hayız kanı sayılır. Dolayısıyla bu günlerde âdetli, diğer günlerde istihâzalı kabul edilir (Desûkî, Hâşiye, I, 171).
Hanbelî mezhebine göre mütehayyire kadın; âdetinin hem zamanını, hem de gün sayısını unutmuş veya âdetinin zamanını hatırladığı hâlde gün sayısını unutmuş ise âdeti her ay altı veya yedi gün sayılır. Altı gün veya yedi gün olmasını, kendisinin veya akrabalarının âdetine bakarak zannı galibi (üstün gelen kanaat) ile tespit eder. Ondan sonraki günlerde istihâzalı kabul edilir. Eğer âdet günlerinin sayısını hatırlayan fakat zamanını unutmuş bir kadın ise; hicrî her bir ayın başındaki günleri, âdet günleri kabul eder, diğer günlerde de istihâzalı olur (İbn Kudâme, elMuğnî, I, 403403).
Sonuç olarak; birinci veya ikinci durumdaki kadının hayız veya temizlik günlerini hesap etmesinde bir zorluk yoktur. Ancak mütehayyire kadının, Hanefî veya Şâfiî mezhebine göre amel ettiği takdirde hem kendisi, hem de ailesi için birtakım zorluklar oluşacağı aşikârdır. Bu itibarla böyle bir kadın, Hanbelî veya Mâlikî mezhebinin görüşü doğrultusunda amel edebilir. Bu kadınlar temizlik dönemi kabul edilen günlerde özürlü (istihâza) hükümlerine bağlı olarak amel ederler.
Fıkıh kaynaklarındaki hükümler böyle olmakla birlikte günümüzde bir kanamanın âdet kanı olup olmadığı hususundaki tereddütlerin giderilmesinde, uzman doktorların teşhislerinden yararlanılabilir.
Cünüp olup da henüz gusletmeden önce âdet görmeye başlayan bir kadının hemen gusletmesi şart değildir, guslü âdetinin bitimine kadar geciktirebilir.