Kuran okumak nedir ve nasıl okunur?
Müslümanlar baştan beri Kur’an-ı Kerim’i gereği gibi okumak, anlamak ve hayata geçirmek için büyük çaba göster-mişlerdir. Bu çabaların sonucunda, Kur’an’ı okumaya yönelik olarak kıraat ilimleri, anlamaya yönelik olarak da tefsir ve tef-sire ilişkin ilimler ortaya çıkmış ve gelişmiştir.
Bu verimli çalışmalar, asırlar boyu süregelen Kur’an ilim-lerine ve tefsire ilişkin daha sonraki çalışmalara ışık tutmuş ve temel teşkil etmiştir. Bundan sonra da aynı fonksiyonu sürdü-recektir. Bu temele dayalı olarak gün geçtikçe Kur’an-ı Kerim yeni yeni işaretler ve mesajlar vermeye ve daha nice hakikat-leri yansıtmaya devam edecektir.
Kur’an’ı okurken şu hususlara özellikle dikkat edilmelidir:
Kur’an-ı Kerim’de tek başına anlaşılabilecek pek çok âyet bulunmakla birlikte bazı âyetlerin, mutlaka Kur’an’ın bü-tünlüğü içinde ele alınması zorunludur. Birbirini açıklar mahi-yetteki âyetler, birlikte göz önüne alınmadığı takdirde, yanlış ve eksik anlamalar söz konusu olabilir. Bu yüzden birbiriyle bağlantılı âyetler, mutlaka birlikte değerlendirilmelidir.
İkinci olarak, Hz.Peygamber’in Kur’an’ı anlayış ve haya-ta geçirişine bakmak gerekir. Herhangi bir âyet hakkında on-dan sahih bir açıklama gelmişse; âyet-i kerime, öncelikle bu doğrultuda anlaşılmalıdır. Âyetler, Resûlullah’ın anlayış ve açıklamalarına aykırı düşecek bir şekilde yorumlanamaz. Kur’an-Sünnet bütünlüğü açısından bu, son derece önemlidir. Zaten bazı âyetlerin doğru anlaşılabilmesi, ancak Hz.Peygam-ber’in tefsir ve uygulamasıyla mümkün olabilmektedir.
Kur’an-ı Kerim’i doğru ve güzel bir şekilde anlayıp yo-rumlayabilmek için, İslâm’ın ilk üç kuşağının anlayış ve açık- lamalarını da dikkate almak gerekir. Çünkü ilk kuşak (Saha-be), Kur’an’ın nazil oluşuna ve Hz.Peygamber’in onu anlayış ve hayata geçirişine tanık olan nesildir. İkinci kuşak (Tabiin) ise, bu ilk kuşakla iç içe yaşayan ve Resûlullah’ın Kur’an’ı na-sıl anlayıp tefsir ettiğini ve nasıl hayata geçirdiğini onlardan aktaran nesildir. Üçüncü kuşak olan “Tebeü’t-Tabiin” ise ikin-ci kuşağın öğrencileridir.
Bu üç kuşak, âyetlerin nüzul sebeplerini bildiklerinden, âyetlerin öncelikli bağlamlarını da çok iyi tanımaktadırlar. Âyetlerin doğru anlaşılmasında indiriliş sebeplerinin göz önünde bulundurulması ise, son derece önemlidir.
Bunlara ilaveten, Arapça’yı çok iyi bilen, güvenilir dil bil-ginlerinin açıklamalarına bakılır. Kur’an-ı Kerim’in anlaşıl-masında izlenen ve bütün ilim adamlarınca kabul edilen temel yöntem, budur. Kur’an’ın doğru ve güzel bir şekilde anlaşıla-bilmesi için bu usulün izlenmesi gerekir. Yoksa birtakım yan-lış ve eksik anlamalardan kurtulmak mümkün olmaz. İşte bu-nun için meâllerin yanında güvenilir tefsirlere ihtiyaç vardır.
Bilindiği gibi İslâm’ın ana kaynağı Kur’an’dır. Bu ana kaynak, Hz.Peygamber’in Sünnetinin de dinin kaynağı oldu-ğunu ortaya koymaktadır. Ancak burada önemli olan, Sünne-tin bize sahih olarak ulaşmış olmasıdır. Bu itibarla Hz.Pey-gamber’in Sünneti, Kur’an’dan sonra İslâm dininin ikinci kaynağıdır. Bundan sonra ümmetin icmaı ve ilim adamlarının ictihatları gelir. Dolayısıyla herhangi bir konuda “İslâm’da şu şöyledir” diye hüküm verebilmek için belli düzeyde bir ilmî birikime sahip olmak ve dinî hükümler konusunda izlenen usulü bilmek gerekir. Bu sebeple böyle bir ilmî birikime sa-hip olmayanlar, yalnızca Kur’an-ı Kerim meâllerine bakarak dinî hükümler çıkarmaya kalkmamalıdırlar.
Kur’an-ı Kerim okumak, Kur’an tilaveti olarak da ifade edilir. Kur’an tilavetinin kendine has usul ve adabı vardır. Kur’an-ı Kerim, huşû içinde tane tane, kelimelerin ve harfle-rin hakkını vererek; düşünüp mesajını kavramaya çalışarak ve tecvid kurallarına uygun olarak okunur. Kur’an-ı Kerim’in bu şekilde okunması bizzat Kur’an-ı Kerim’in talimatıdır. Bu prensip çerçevesinde müslümanlar Kur’an-ı Kerim’in kıraati-ni Hz. Peygamberden nasıl işittilerse öylece okuyagelmişler ve bu okuyuş tarzını bir emanet olarak kuşaktan kuşağa titiz-likle nakletmişlerdir.
Kur’an-ı Kerim okurken son derece ihlâslı olmalı, onun Allah kelamı olduğunun bilinci içinde bulunarak bütün varlı-ğıyla ona yoğunlaşıp zihnini başka düşüncelerden arındırma-lıdır. Kur’an’ın doğrudan kendine hitap ettiğini düşünerek okuduğu âyetlerden etkilenmelidir.
Namazda Kur’an’ın orijinal nazmının dışında tercümesi veya meâli okunmaz. Zira yukarıda da belirtildiği gibi Kur’an’ın hiçbir meâli Kur’an değildir. Çünkü indirildiği la-fızların dışında, Arapça bile olsa, başka sözlerle ifade edilen mana, Allah’ın kelamı değil, mütercimin ondan anladığıdır. Oysa Kur’an’ın mucizeliği yalnızca anlamda değildir. Bu özellik, Kur’an’ın lafızlarında da vardır. Bu sebeple Kur’an-ı Kerim namazda ancak aslî şekliyle ve orijinal lafızlarıyla oku-nur. Değişik diller konuşan bütün müslümanların günlük iba-detleri olan namazda ortak bir özellik olarak Kur’an’ı orijinal şekliyle okumaları, evrensel bir din olan İslâm dininin mü’-minler arasında vücuda getirdiği ibadet birliğinin bir tezahürü olarak kendini gösterir.
Bununla beraber bir müslümanın en azından namazda okuduğu âyet ve sûrelerin anlamlarını öğrenmeye ve bunları anlayarak ve duyarak okumaya çalışması bizzat Kur’an’ın is-tediği bir husustur.
Kur’an meâlleri doğrudan doğruya Kur’an olmamakla beraber, Kur’an’dan yansımalar niteliğinde olduklarından, on-ları insan sözü olan diğer metinlerle bir görmemek gerekir. Bu sebeple, Kur’an’ın çeviri ve meâllerine de gerekli saygı göste-rilmelidir. Çünkü Kur’an’ın aslını okumak nasıl bir ibadet ve taat ise meâlini okumak da sevap kazandırıcı bir iştir.