Tahayyür ne demek?
Arapça, hayrete düşmeği ifade eder. Matlûbuna ulaştığı sırada arif kişilerin kalplerine inen şey. Bazı sûfîler tahayyürü şöyle tanımlar: Tahayyür; önce vuslat, sonra fakr sonra da şaşkınlığa düşmek şeklinde ortaya çıkar.
Arapça, hayrete düşmeği ifade eder. Matlûbuna ulaştığı sırada arif kişilerin kalplerine inen şey. Bazı sûfîler tahayyürü şöyle tanımlar: Tahayyür; önce vuslat, sonra fakr sonra da şaşkınlığa düşmek şeklinde ortaya çıkar.
Arapça, temiz olan demektir. Allah’ın, kendisine karşı gelmekten koruduğu kişiye denir. İçe ait tâhir, Allah’ın vesvese, hevâcis ve ağyardan koruduğu kişidir.
Arapça, gerçekleştirmek anlamında bir kelime. İlâhî isimlerin şekillerinde Hakk’ın zuhur etmesine denir. Kulun gerçeği elde etmek üzere, bütün gücünü zorlaması. Cürcanî, tahkiki, bir şeyi delil ile ispatlamak olarak tanımlar.
Farsça, hükümdar koltuğu anlamında bir kelime. Bektaşî tâbiri olarak, Meydan’daki makamların en büyüğüdür. Diğer makamlarda olduğu gibi, burada da niyaz olunurdu. Tarikata yeni giren kişi, rehberinin delâleti ile buraya geldiğinde, ona burası şöyle tanıtılırdı: “Buna taht derler. Emr-i Sübhanî ile ve Selmân-ı Pak marifetiyle Hazret-i Peygamber-i Alışan için kurulan minber-i Resûlullah’tır”. Şeyhlerin, alem, taç, taht gibi maddî dünyanın sultanlarının kullandığı eşyaları kabul etmeleri, zaman zaman, sûfîlerdeki siyasî eğilime işaret sayılmıştır.
Temizlemek, birini mukaddes kılmak anlamında Arapça bir kelime. Allah’ı, Hanlığına yakışmayacak şeylerden temiz kılmak, yüce tutmak; şirk, ayıp ve noksanlardan kesin olarak ve tamamen berî saymak, takdîs şeklinde tanımlanır.
Gerdanlık takmak, taklid etmek anlamında Arapça bir kelime, insanın yapmasında, etmesinde ve konuşmasında başkasına uyması. Başkasının sözünü delilsiz, hüccetsiz kabulden ibarettir. Başkasını taklid edene “mukallid” (taklidçi) denir. Bunun mukabili, tahkiktir. Tasavvuf ıstılahında taklîd; hâl ve makam ehlinin sözlerini söylemek, ancak ahlâklarıyla ahlâklanmamak, olgun olmadığı halde onlar gibi olgun gözükmeye çalışmaktır. Tahkîk ise bunun tam tersidir ve önemlidir. “Allah taklidimizi tahkîk etsin” duası, erbab-ı tasavvuf için tekâmüle ulaşma arzusunu belirtir.
Arapça, korkma, sakınma, kaygılanma anlamında bir kelime. Cürcanî bu terimi, icabettiren fiillerden kendini uzak tutarak korunmak şeklinde tanımlar. Takvanın dışı Allah’ın hududunu muhafaza, içi de ihlâs ve niyettir. Takva; dini daha derin bir anlayışla yaşama olayıdır, dinde hassaslıktır. Takvada, ruhsattan kaçış, azimetle amel ediş söz konusudur. Bu yüzden, her ne kadar müftüler bir konuda fetva verseler de, sen, yine kalbine danış, derler. Takvayı üçe ayırırlar: 1. Avamın takvası: Bu sahibini ebedî cehennemden korur, 2. Havassın takvası: Sahibini cehenneme girmekten korur. 3. Ehassın takvası: Sahibinin cennette derecesini yükseltir ve Allah’ı müşahedeye lâyık kılar.
Arapça, taleb eden, isteyen demektir. Tasavvuf okuluna kaydını yaptırma durumundakilere tâlib denir. Tasavvufta, hedefe ulaşana kadar dört dereceden söz edilir: Tâlib, mürid, sâlik, vâsıl. Tâlib ilk derecedir. Tâlib eskiden hemen tasavvuf okuluna alınmaz, önce, bir süre durumu incelenirdi. Bazen işin altından kalkıp kalkamayacağını denemek üzere, hazırlık dersi yaptırılır bu aşamada başarılı olanlara, esâs ders verilirdi. Günümüzde görüldüğü gibi, bir kişinin paçasından, kolundan tutup zorla, gönüllü gönülsüz tasavvuf yoluna sokulmazdı. Sülûka kabul ediliş, çok ciddî bir konu idi. Bu sebeple, “men talebe ve cedde vecede” (isteyen ve bu isteğinde ciddî olan hedefe ulaşır) denmiştir. Yine bir isteklinin, tasavvufa girmeyi arzu etmesi durumunda, ona sünnet üzere bir istihare yapması tavsiye edilir, istiharedeki manevî işarete göre, tarikata kabul edilir veya edilmezdi.
Tâlib olan tutar mürşid elini,
Hakka verir ol dem can ü dilini,
Tığbend ile bağlar mürid belini,
Mürşidin pendini tutmak sezadır.
Mehmed Ali Hilmi Dede Baba
Arapça, su taşkını, kıyamet ve âfet gibi mânâları olan, Arapça bir kelime. Nâzi’ât suresinin 34. âyetinde “Tamme-i Kübrâ geldiği zaman…” ifadesiyle geçen bu kelime, kıyamet günü anlamında kullanılmıştır. Maşları rastgele te’vil etmek. Kendini gösterme, kendini satma. Sülukun başlangıcında sâlikin dilinden dökülen marifetler. Şatah ifadeler.
Bir şeyin izini silme, belirsiz yapma anlamında Arapça bir kelime. Beşerî sıfatların gizliliklerinin, Rubûbî nurlara ait sıfatlarda kaybolması, yani kulun sıfatlarının Hakk’ın sıfatlarında yok olmasıdır. Kaşanî de yakın manada olmak üzere, seyr ü sülük yapanın sıfatlarının, tam olarak nurların nuru (Hakk) nün sıfatlarında yok olmasıdır, der. Bunu kısaca kulun, beşerî özelliklerinin İlâhî hüviyete bürünmesi şeklinde tanımlamak mümkündür.
Mevlevi tâbiri, Konya’da Mevlânâ türbesinin kuzey tarafında, mescidin sağlamlaştırılması için yapılan dayanak duvarı altında, kadınlar kafesine çıkılacak kapının açılıp kapanmasından meydana gelen sesten kinaye olarak kullanılırdı. Bu kapı şimdi mevcut değildir.
Arapça, yol demektir. Alevîlerce kutsal sayılan ve kayın ağacından kesilerek hazırlanan 70-75 cm. uzunluğundaki sopaya denir. Tarîk’a aynı zamanda, “Evliya”, “Erkân”, “Dest-çub”, “Serdeste” adları verilir. İki musâhib, törende ölü taklidi yapar, dede de yeşil kılıfından çıkardığı tarik’ı,
Hâl erenler halidir
Yol erenler yoludur
Gafil olman gaziler,
Gelen üstâd elidir
Bismi Şah, destur-ı halife, Allah, Muhammed, yâ Ali diyerek, o musahiplerin sırtlarına üç kere değdirir. “Diyelim kalkmasına bir Allah” deyince, her ikisi de ölümden sonra dirilmiş gibi kalkar, dedenin ayaklarını öperler.
Arapça-Farsça, açıklama yapan demektir. Eskiden tekke ve camilerde, namazdan önce, Peygamberimizin (s) ve İslâm büyüklerinin özelliklerine dâir yüksek sesle cemâate açıklamalarda bulunan görevlilere denirdi. Bu tâbir, vakfiyelerde geçmektedir.
Arapça, yol demektir. Bu kelime bir bakıma metot, usûl anlamına gelir. Şeyh denilen bir öğretmen nezâretinde, istekli (mürid veya tâlib) nin, Allah’a ulaşma, yani sürekli Allah tefekkür ve bilincini (ihsan) kazanma konusunda takip ettiği usule veya metoda, tarikat adı verilir. Tarikat, bunu gerçekleştirmek maksadıyla, farz ve vacibin ötesinde bir takım nafilelere, özellikle sünnetlere ağırlık verir. İlk devirde sûfîler, kendilerinden daha deneyimli durumda olanlardan yararlanmakla birlikte, bugün bildiğimiz şekliyle teknik mânâda tarikat kurmamışlardı. Tari-katlaşma (veya organize tasavvuf) hareketi, yaklaşık XII. yüzyıldan itibaren başlamıştır. Tarikatlar, şeriata bağlı olan ve olmayan diye, ikiye ayrılır. Tarikatları, 1) Tarîk-ı Ahyâr: ibâdet ve takva yoluna ağırlık veren tarikat, 2) Tarîk-ı Ebrâr: Nefse çile çektirme yönü özellik kazanan tarikat, Tarîk-ı Şuttâr: Aşk ve vecd ile hedefe ulaşmayı amaçlayan tarikat olmak üzere, üçe ayrımak da mümkündür. Tarikatlar, zamanla kollara ayrılarak iyice çoğalmışlardır. Zikri, tefekkürî (sessiz) çeken tarikatlar olduğu gibi, dil ile açıktan çekenler de vardır. Kimi tarikatlar, zikri oturarak, kimi de ayakta yapar. Şeriat, tarikat, hakikat üçlemini kısaca şöyle anlatmak mümkündür: “Şeriatta şu senin bu benim; tarikatta, şu senin, bu da senin: hakikatta, şu ve bu, ne senin ne de benim, her ikisi de Allah’ın”. Tarikatlar, kurucusu olan Şeyhlerin adlarıyla anılır: Meselâ, Hacı Bayram Veli’nin kurduğu tarikata, Bayramiyye; Hacı Şaban Velî’ninkine Şa’bâniyye; Hacı Bektaş Veli’ninkine de Bektaşîyye denir. Cürcanî, tarikatı, makamlarda yükselip menzilleri kat ederek Allah’a ulaşan sâliklere mahsûs gidiş, şeklinde tanımlar.
Şeriattır tarikatın kapısı
Tarikattır hakikatin yapısı
Hakikattir marifetin tapısı
Marifet gevheri hazinetullah.
Mehmet Ali Hilmi Dede Baba
Tarikat mensup-larının sırtlarına giydikleri elbise, başlarına giydikleri külah, ayaklarına giydikleri papuç, ellerinde taşıdıkları asa (baston), bellerine takındıkları kemer, sırtlarındaki hırka vs. gibi şeyler hakkında kullanılan tâbirdir.
Mevlevi tâbiridir. Tarikata yeni girenlere, tarikat usûl ve erkânını öğretmekle görevli bulunan dede-ye, tarikatçı denir. Buna pîş-kadem veya ser-tarîk de denir. Çelebi Efen-di’nin yardımcısı makamındadır.