TECELÜ-İ SIFÂTÎ
Sıfatlara ait tecellîyi ifade Arapça bir sözlük. Mebdei, zatdan ayrılıp, ortaya çıkacak (belirecek) şekilde, ilâhî sıfatlardan biriyle meydana gelen tecellîye denir.
Sıfatlara ait tecellîyi ifade Arapça bir sözlük. Mebdei, zatdan ayrılıp, ortaya çıkacak (belirecek) şekilde, ilâhî sıfatlardan biriyle meydana gelen tecellîye denir.
Arapça, şuhûdî (gözle görülür şekilde) ortaya çıkışı ifade eden bir sözcük. Nur adını almış olan varlığın, ortaya çıkışı, için kullanılan bir tâbirdir.Yani tecellî-i şuhûdî, Hakk’ın yaratmış olduğu kâinatta, isimlerin ortaya çıkışıdır ki buna, nefs-i Rahman da denir.
Arapça, zâta (öze) ait tecellî (ortaya çıkış) demektir. Sıfat söz konusu olmaksızın, zâtın başlangıcı olan tecellî için kullanılan bir tâbirdir. Zat tecellîsi; esma ve sıfat tecellîsi vasıtasıyla olur. Onlarsız olmaz. Hakk’ın zatının, mevcudata, perdeler ardından (isim ve sıfat perdeleri) tecellî etmesi zarurîdir.
Arapça, cisimlenme demektir. Ruhun cesedleşmesi. Batıdaki parapsikoloji çalışmalarında bu olaya, reflek -siyon veya materyalizasyon denir. Veli’nin ruhunun başka bir yerde bedenî olarak gözükmesi. Bazen, ölen velî için de aynı durum söz konusu olmaktadır. Mânâ varlıklarının maddeleşmesine, Kur’ân-ı Ke-rim’deki Hz. Cibril’in, Hz. Meryem’e tam bir insan gibi temessül etmesi (Meryem/17), Hz. ibrahim’e insan şeklinde 3 meleğin gelmesi (Zâriyat/24-29), Cibril’in Dıhye şeklinde vahiy getirmesi, şehid olduktan sonra Mus’ab b. Umeyr’in kılığına giren bir meleğin, savaş alanında sancak elinde savaşa devam etmesi vb. gibi olaylar, te-cessüdün varlığına delil kabul edilir. Muhyiddin Arabi’nin şeyhlerinden 110 yaşındaki Fatıma’nın tefekkür ederek okuduğu Fatiha suresinin manasının tecessüdle insan haline gelip, kendisine hizmet etmesi de, bu kabil olaylardan sayılabilir. Cinler de maddîleşebilir.
Arapça, yalnız başına kalmak, tek tek yapmak, soyutlanmak vs. gibi anlamları olan iki kelime. Sâlikin dışını mal ve mülkten, içini de karşılık bekleme anlayışından arındırması. Tecrîd, malik olmamak; tefrîd, memlûk olmamaktır. Tecrîd, kalbi Allah’tan başka şeylerden uzak tutmak; tefrîd, Hakk’ı sânına layık olmayan sıfatlardan yüce tutmak, O’nu ferd (eşsiz, benzersiz) olarak görmek.
Meslek-i tecrîddir feragat evi,
Terk-i mal eyle hanümandan geç.
Fuzulî
Arapça, yaklaşma demektir. Mukarreblerin miracı. Mukarrabinin miracı verasetsiz (bi’l-esâle) olursa, “kâbe kav-seyn” mertebesine ulaşır. Verâset-i Muhammediyye ile olursa, “ev ednâ” mertebesine varır. Bu mertebe “rakikatü”t-tedânî”nin başlangıcıdır.
İşi idare, etmek, sonunu düşünerek bir iş yapmak gibi anlamları bulunan, Arapça bir kelime. Hayırlı olduğunu bilmekle bir şeyin sonu üzerinde düşünmek. İşleri, sonlarını bilmek suretiyle yapmaya çalışmak . Allah hakiki tedbîr sahibi, kul ise mecazen tedbîr sahibidir. Takdire yapışmanın, tedbiri terkten ziyâde, en yüksek tedbire sırtı dayamak şeklinde yorumlanması gerekir. Avamımın maddî tedbiri ile, havassın mânâdaki tedbiri arasında, önemli nitelik farkı vardır. Sûfîyyenin tedbiri terkeylemek sözünden, avammın anladığı manadaki tedbiri terketmek anlaşılmalıdır. Zira sûfî, Hz. Peygamber (s) in yolundan giden ve O’na sımsıkı bağlı kalan kişidir. O’nun tavsiye ve öğretisine rağmen, tedbir’den uzak kalması düşünülemez. “Kim Allah için olursa (yani Onun rızasını kazanmak üzere çabalarsa), Allah da onun lehinde (yani umurunu üzerine alır) olur” hadisi, kanaatimizce bir tür tedbiri içermektedir. Biz sûfiyyenin tedbiri terkden, neyi anladıkları üzerinde biraz daha düşünmek ve yorum yapmak gerektiğine inanıyoruz ki, tedbîr her halükârda esastır, terkedilmez.
Arapça, düşünmek demektir. İki tür te-debbür vardır: a) Mev’iza tedebbürü: İnsanın kendisi ve durumu hakkında düşünmesi, b) Hakikat ve mükâşefe tedebbürü: Kur’ân okurken manası üzerinde tefekkür etmek. Bu tefekkür ariflere mahsus bir tefekkürdür.
Arapça, sarkmak demektir. Mukarrabîn’in son mertebeye yükseldikten sonra, ayıklık veren bir alana inişini ifade eder. Hakk’ın kutsal olan zâttan inişi. Burada kastedilen kudsî zat, öyle kudsî bir zâttır ki, Allah’tan gayri hiç bir istidad, ister geniş, ister dar olsun, oraya ayak basamaz.
Arapça, derin tefekkürü ifade eden bir kelime. Sûfîlerin, uzlet halinde enfüs ve âfâktaki hikmetler üzerinde derin düşüncelere dalmasına, teemmül denir. Sonunda bu teemmül, Allah üzerinde süreklilik kazanır. Derin tefekküre, Batı’da meditasyon adı verilir.
Arapça, düşünmek demektir. Sûfîlere göre iki türlü tefekkür vardır: Biri iman ve tasdikten doğup istidlal sahiplerine, diğeri ashab-ı şuhûda mahsustur. Her iki halde de sûfî Allah’ın zâtını değil, nimet ve kudretlerini düşünür. Cürcanî tefekkürü, kalbin iyi ve kötüyü ayırdeden lambası olarak görür.Ona göre, tefekkür sahibi olmayan kalp, karanlıklar içinde boğulur, kaybolur. Tefekkür, hikmeti yakalayan bir ağ olarak da tanımlanır.
Arapça, ölümü düşünme demektir. Nakşî ıstılahıdır. Gizli zikre başlamadan, önce, beş veya on dakika kadar, kul, zihinsel planda ölümü yaşar, tadar, ve onu kaçınılmaz biçimde şuurun derinliklerine yerleştirir. Azrail’in gelişi, canını teslim edişi, musalla taşına yatışı, tabuta konuşu, sevdiği kişilerin ve malının kendisini yapayalnız bırakarak, tek başına kabre girişi, kabrin zifiri karanlığı. Münker Nekir meleklerinin sual sorması, sırat hesap, Cennet, Cehennem, vs. gibi halleri gözü yumuk vaziyette, düşünce planında yaşar. “Vaiz olarak ölüm yeter, ey Ömer!” sözünde anlatılan hedefe ulaşmak üzere yapılan bu uygulama, kişiyi ölmeden önce ölmeye ve ölümü sevmeye, psikolojik olarak ona hazırlanmaya sevkeder. Zira ölümle sevgili Mevlâ’ya kavuşulacaktır.
Arapça, açılmak, genişlemek anlamında bir kelime. Manen yükselen sâlikin, ruhî bir miraç yapması, ulvî-süflî bütün âlemlerde yolculuk etmesi, her şeye yukarıdan bakması.
Ne orda yânem tağılam, ne dara çıkam boğulam,
İşim bitince yürüyem, teferrüce geldim anî.
Yunus Emre
Arapça, fal açmak, fala bakmak anlamındadır. Bakla, kahve telvesi, kum gibi şeylerle fala bakmayı uygun görmeyenler, Hafız’ın Divan’ından fal bakarlardı. Rastgele açılan sayfanın ilk, orta ve son beyti esas alınarak yapılırdı.
Arapça, teklemek, tek başına yapmak vs. gibi anlamları olan bir kelime. Şekillerden, karışıklıktan uzaklaşmak, hallerde infirad etmek, vecdde vecde ulaşmak. Tefrîd, yapılan işlerin sırf Allah için olmasıdır ki, bu durumda salik nefsini görmez, halkı dikkate almaz, bedel beklemez. Böylece hallerin derinliklerinde te-ferrüd edilir, halleri verende gaybete erilir, ondan korkulmaz.
Arapça, ayrılık demektir. Dünyaya, masi-vaya dalmak, cem’den uzak kalmak. Meşguliyet sebebiyle, hatırın gayb âleminden uzak kalması, Tefrika, cem’in akabindedir. Hal ve bazlarının arasını ayırmaya tefrika denir. Cem asıl, tefrika ferdir. Fer’ olmadan asi olmaz, tefrikasız cem zındıklıktır. Cem’siz tefrika inkarcılıktır. Cem’i gözönünde tutmadan tefrikaya işaret eden kişi. yaratıcıyı reddetmiş, tefrikayı dikkate almadan cem’e işaret eden de, Hakk’ın kudretini inkar etmiş olur.
Arapça, bir işi, bir kimseye havale etmek anlamında bir kelime. Herşeyi Allah’a havale etmek, herşeyi Allah’tan beklemek. Tevekkül ise, “Tefvîz”in bir dalı gibidir. Tefvîz’in teslimle arasındaki fark çok azdır.
Teslim ehli, işini teslim ettiğinden, kendisine gelene bazı kere razı olmaz. Teslim ve tefviz, vekâle açısından birbirlerine yakınlık arzederler. Muhsinlerin ve diğerlerinin tefvizi, her işlerini Allah’a bağlamaları şeklinde ortaya çıkar. Şühedânın tefvizi, kendisine çekildikleri Hakk’a karşı sükûn üzere olmalarıdır. Sıddiklerin tefvizi, tecelli çeşitlenmeleri açısından, ilâhî güzelliği düşünmeleri şeklindedir. Bu grup, tek tecelli kaydından kurtulmuştur. Mukarreble-rin tefvizi, mahluklar hakkında kalemin cereyanını gördüklerinde, sızlanıp yakınmazlar, varlıkta hiçbir şeyi tasarrufa kalkışmazlar, işi mülkü tasarrufta serbest olan Allah’a havale ederler. Bunlar Allah’ın sırlarını yaymaya eminler ve edipler (umenâ ve udebâ)dır. Bu yüzden başkalarından üstün olmayı istemezler.
Arapça, gece namazı için uyanmak veya uyanık kalmak demektir.”Gece senin için nafile (ziyade) olarak gece namazına kalk….” (isrâ/79)Teheccüd, ümmet-i Muhammed (s)’in günahlarına kefarettir. Peygamber efendimize (s) vâcib, ümmetine sünnet olan bu namaz en az 4, en fazla 10 rek’at olarak kılınır.
Eyledi teheccüd şebân gah
Kalbinde dururdu haşyetullah.
Lâ-edrî
Lailaheillallah demek, anlamında Arapça bir kelime. Kelime-i Tevhid zikri, sûfiyye arasında, sulukta çok önemli bir uygulama olarak görülür. Hadis: “Zikrin en faziletlisi, Lailaheillallah, duanın ise, Elhamdülillah’tır” (Ibn Mâce. Edeb, 55).
Arapça, fazlalıkları kesip ıslah etmek, acele etmek, terbiye etmek, özetini çıkarmak vs. gibi anlamları bulunan bir kelime. Hâl ve kal bakımından, şeriata uygun düşmeyen her şeyden arınmak. Ahlakı güzelleştirmek.
Arapça, yüceltmeyi ifade eden bir kelime. Mevlevî tabiridir. Mevlevîliğe yeni giren (nevniyaz) in başına sikke giydirilmesi münasebetiyle kullanılan bir tabir. Mevlevîliğe yeni kabul edilen nevniyaz, deneme safhasında, on sekiz gün geçirdikten sonra, Kazancı Dede tarafından, başına sikke, sırtına da bir hırka giydirilirdi. Sikke, bir merasimle giydirilirdi. Kazancı Dede önce Sikkeye bir dua okur, sonra da onu yeni kabul edilen canın başına geçirir, bu yapılan işe de “Tekbîr” adı verilir.
Meşakkatli bir işi üzerine almak anlamında Arapça bir kelime. Tekellüfü (zorlama, yük olmayı) terket-mek, sûfilerin ahlâkındandır. Bu, insanları gözönünde tutarak nefse yüklenmek şeklinde olur ki, sûfiyye ahlakına aykırıdır.
Tekke, Farsça’da dayanacak yer demektir. Tasavvuf erbabının, oturup kalkmalarına, sülük çıkarmalarına, âyin yapmalarına mahsus yere, tekke denir. Taşradan gelecek dervişlerin kalabileceği özel odaları ve mutfağı bulunur. Osmanlı Devletinin kuruluş döneminde, tekkeler sosyal, ekonomik, moral, ilmî, hatta siyasî fonksiyonlar icra ediyorlardı. Küçük tekkelere “zaviye”, büyüklerine “hânkâh”, “dergah”, merkezi pozisyonda olanlara da “âsitâne” denir. İlk tekke, Remle’de Ebu Hâşim el-Kufî (ö. 150/765) tarafından kurulmuştur. Erken dönem tekkelerine “Savma’a” adı da verilmiştir. Mecazi olarak tekkeye “harabat”, “humhâne”, “âteş-gede”, “meyhane” denir.
Olalı müntesib-ı aşkın ey mâh
Tekkeden tekkeye koşmaktan usandım billah.
Muallim Naci
Tekkede manevî tekamül eğitiminden geçen dervişler, tekkenin çeşitli hizmetlerini görürler, bu arada, yeme içme, barınma gibi ihtiyaçlarını da orada giderirlerdi. Atasözünün ortaya çıkışının ardında yatan espri budur. Yine aynı espiri doğrultusunda olmak üzere, “Tekkeyi bekleyen çorbayı içer” şeklindeki atasözü kullanılır.
Sâlik tekkeye, hayvanı yönünü Allah rızası için terbiye etmek üzere gelir. Orada nefs hayvanı kurban edilir. Onun için, tekkeye gelen kişide, “kurban” olma amacı ön plandadır.
Arapça, birbirine karıştırmak manasına bir kelime. Bir şeyin, zıddı olan sıfatıyla ortaya çıkmasına, telbîs denir. Tecellî edilenin, elbisesini giymesi, onun sıfatıyla ortaya çıkması.