Vahşet ne demek?
Arapça, ürkmek anlamındadır. Halktan sıkılmak, Hak ile tenhâda başbaşa kalmak. Halkla ünsiyet eden, Hak ile Cinsiyetten sıkılır.
Arapça, durma, şüphe, vs. gibi mânâları olan bir kelime. Cürcânî ve Kâşânî bunu, iki makam arasında durma, hapsolma olarak tarif ederler. Bu, önceki makamın gereklerini tam o-larak yapmak ve bir sonraki makama da yükselmek üzere, edeblerini ifâ etmek içindir. Hacıların vakfe günü, Arafat ve civarında bir süre, Allah’a dua etmek üzere bulunmalarına da vakfe denir.
Vakfedenin, vakfa dair ifâdelerini ve hâkimin (kâdî) kaydını (tescilini) içermek üzere, düzenlenen “hüccet” hakkında kullanılan bir tâbirdir. Vakfiyeler, eskiden, noter defteri mâhiyetinde olan, Kadılık yanî Şer’î Mahkeme siciline geçmek suretiyle kesinlik kazanırdı. Bu hüccet’te, müessesenin nasıl idare edileceği, hangi masrafların yapılacağı, vakıfta kaç adamın, ne şekilde çalışacağı, vakıftan kimlerin yararlanacağı uzun uzadıya ayrıntılı biçimde yazılırdı. Suistimale engel olmak üzere, vakfın yöneticilerinin yiyecekleri, giyecekleri şeyler ve oturacakları yerler temin edilirdi. Vakfedenin koyduğu şartın, Allah’ın Kur’ân’da koyduğu âyet gibi olduğuna dair kuvvetli bir hüküm bulunması sebebiyle, yönetimin en kötü zamanlarında bile, idare, vakıflara dokunamazdı. Vakfiyenin teyid edici kuvvetleri ve cezaî hükümleri maddî değil, manevî idi. Vakfiyelerin sonuna “her kim bu vakfı amacından saptırır, değiştirir ise, Allah’ın, meleklerin, mü’minlerin laneti kıyamet gününe kadar onun üzerine olsun” şeklinde beddualar bulunur ve bu mealdeki âyet ve hadisler de ayrıca yazılırdı. İşte bu manevî ceza, vakıf müesseselerinin Osmanlıların yıkılışına kadar en ufak değişikliğe uğramadan, ayakta kalışının sebebidir.
Arapça, vuku bulan, meydana gelen olay anlamlarında Arapça bir kelime. Kelamcılara göre, vâki, Levh-i Mahfuz, ehl-i hikmete göre de fa’âl akıldır. Tasavvuf terimi olarak, kalbe uyanıklık veya yarı uyanıklık halinde, manevî âlemden gelen manaya vâki1 denir. Bir vâkı’ı, kendisi gibi bir vâki’ yok edemez, silemez. Halbuki, hatırda durum bunun aksinedir. Zira, bir hatır başka bir hatır ile silinir.
Arapça, şiddetli hadise, musibet, olay gibi anlamları olan bir kelime. Zikir sırasında ve Allah ile beraberliğinde, hislerini kaybedecek şekilde gaybete düşen salikin gördüğü şeydir; bu uyku ile uyanıklık arası (yakaza) bir haldir; salikin huzur ve uyanıklık hâlinde gördüğü şeye, mükâşefe denilir, şeklinde tanımlar. Vâkı’a bir çeşit rü’yadır ancak rüya değildir. Bu, manevî vâkı’a olup sadece mü’minler tarafından görülür. Mutasavvıflar manevî müşkillerine vâkı’a derler.
Arapça, duran demektir.Mülkünü, sonsuza kadar halkın yararına tahsis eden kişiye, vakfeden manasına gelmek üzere vâkıf denir. Vakıfla ilgili bazı deyim ve atasözleri şu şekildedir:
Kendisini bu işe vakfetmiş: Bir kişinin, kendini bir işe tam anlamıyla vermesini ifade eden bir tâbir. Şart-ı vâkıf, nass-ı Sâri’ gibidir: Vakfı yapanın koyduğu şartlar, şeriat hükümlerini bildiren ve Allah tarafından emredilip,Peygamber tarafından bildirilen kesin hükümler gibidir değiştirilemez, demektir. Vakıf çeşmeden su içme: Vakfiyelerdeki ağır beddualar, sebebiyle, vakfın çeşmesinden bile su içmeyi takva açısından mahzurlu sayanlar tarafından söylenmiş bir söz. Vakıf lakırdı para etmez: Şarta bağlı sözün hükmünde kesinlik olmadığını belirtmek üzere kullanılır. Vakıf mülk olsa da kimseye mal olmaz: Vakfı idare eden kişi, onu kendi mülkiyetine geçiremez, demektir. Vakıf sabunu yiyen farenin gözü kör olur: Bu atasözü vakfın, halkın yararına verildiğini, bu yüzden de ona ihanet edenin, onmayacağını belirtir.
Horozun normal olarak sabah vakti ötmesi gerekir. Bunun aksine gecenin tam ortasında öterse, insanları rahatsız eder, hatta çocukları ürküttüğü için o horozun kesilmesi gerekir. Vakti gelmeden, henüz yeteri olgunluğa erişmeden,bir takım iddialara kalkışan kişi de, vakitsiz öten horoza benzetilmiş ve akibetinin kötü olacağı belirtilmiştir.
Arapça, zaman demektir. Kulun üzerine gelen ilâhî varidat ve Rabbânî tecelliyâtın zamanıdır ki, o vârid gelince, kulu tasarrufu altına alır, onu etkiler. Vârid, havf ve hüzün gerektirirse kul, korkar ve üzülür. Aksi bir vârid ise sevinir. Halin tasarrufu altında bulunan kula rıza göstermek ve teslim olmak gerekir. İçinde bulunduğu vaktin icaplarını yerine getiren sûfîye, ibnü’l-vakt (vaktin oğlu) denir. Bu halde sûfî geçmiş, gelecek ve hal kayıtlarından sıyrılmıştır, ibnü’l -vakt durumundaki sûfînin hali, kendi kesbine bağlı ise o zaman, gerekenin en iyisini yapması gerekir. Cürcânî bu terimi, yapma (sun’î) olmayan, istidadın gerektirdiği şey, yani kendi hâlinden ibarettir, diye tarif eder.
Arapça, uzun zamanı ifade eden bir söz. Sermedî kelimesi, zamansız ve mekansızlığı ifâde eder. Sermedî hayat, sonsuz (ezelî ve ebedî) hayat anlamındadır. Bir sûfi benim vaktim müsermeddir, dediği zaman o, bununla, değişmeksizin hal olarak, bütün vakitlerinde, Allah ile beraberliğini anlatır. Vecd ehli, bu sözü içinde bulunduğu hali anlatmak için söyler.
Arapça, mutluluk, selâmet ve barış dönemi anlamına olup, Hz. Peygamber (s)’in nübüvvet zamanlarına denir.
Sensin ol fahr-i cihân-ı medeniyyet ki hemân
Ahdini vakt-i sa’âdet bilir ebnâ-yı zaman
Şinasî
Arapça, gelen demektir. Kul, irade etme-den, kendi katkısı bulunmadan, eğer kalbine bir mana gelirse, buna vârid denir. Allah’tan gelen vârid’e vârid-i Hak, ilimden (şeriattan) gelen vârid’e de vârid-i ilim denir. Gelen vârid, kulu etki altına alır, onu sevindirir ve hüzünlendirir, o zaman gelen bu vâridler, psikolojik olarak çıkardığı duruma göre, vârid-i hüzn, vârid-i sürür gibi isimler alır. Allah’tan gelen feyz veya ilhama, vârid adı verilir.
Varlığına, makamına, bilgisine, malına, mülküne,akrabasına, güzelliğine güvenip, kendisinde payeler aramaya kalkışan, bunların Allah’ın nimeti olduğunu düşünmeyip, kendine mal etmeye çalışan, gurura kapılan kimselere varlık, benlik sahibi denir.
Sıratı, mizanı bunda geçmişler,
Varlık benlik kafasını yıkmışlar,
Al giymişler, yas donundan çıkmışlar,
Gece kadir, gündüz bayram günleri.
Kul Himmet
Arapça, orta, ortalama, gibi anlamları olan bir kelimedir. Hafnî, bunun sufilerin âdeti olduğunu ve bu âdetin de kemer bağlamak şeklinde uygulandığını söyler. Şed bağlamak.
Nitelik, sıfat, özellik anlamında Arapça bir kelime. Vasfı anlatan kişinin, vasfettiğinin işlerinden, hükümlerinden ve ahlâkından bahsetmesi. Na’at, vasf anlamına olmakla birlikte, kapsamı daha geniş bir kelimedir. Birinin niteliklerini çok ince ayrıntılarıyla anlatmaya na’at denir. Vasf’da ince ayrıntılı anlatım yoktur. Kulun, Allah’ın özellikleriyle, vasıflanmasına, el-ittisâf bi-evsâfillâh denir.
Arapça, halkın zatî özelliği demektir. Yine Kâşânî, bu sözü, zatî (özü bakımından zorunlu değil mümkün) ve zatî fakr (özü bakımından başkasına muhtaç) olarak açıklar.
Arapça, ulaşan, varan anlamında bir kelime, ism-i fail. “Allah’ın vasledilmek üzere emrettiğini, kat’ederler…” (Bakara/27) âyetinde bu terim, (en yûsale) şeklinde geçmektedir. Bu durumda vâsıl, Allah’ı bilen, emirlerini yerine getiren ve yasaklarından kaçınan kişi anlamına gelmektedir.
Arapça, yardım vâsıtası demektir. Kâmil insana denir. Onun halk ve Hak ile aynı anda münasebeti vardır. Bu sebeble o, halkı Hakk’a ulaştıran bir aracıdır. Nitekim kudsî Hadis’te şöyle denilir: “Sen olmasaydın (ey Muhammed) (S) felekleri yaratmazdım”. (Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, c. 2., s. 163, hadis no: 2123).
Arapça, tavsiye ve nasihat anlamına gelen bir kelimedir. Attar’ın Pendnâme’si, Haris el-Muhasibî’nin el-Vesâyâ’sı ve İmam Gazali’nin Eyyuhe’l-Veled adlı eserleri nasihat ve tavsiye türünde yazılmış eserlerdir. Cürcânî bunu fıkhî anlamda tanımlarken şöyle der: “Ölümden sonraya dayanan, mülk edinme işi”. Büyük tasavvuf ustaları, etrafındaki öğrencilere, en çok hangi yönde kusurları varsa, özellikle o yönden onları uyarır mâhiyette vasiyetlerde, nasihatlarda bulunurlardı. Serî’nin, yeğeni Cüneyd-i Bağdâdî’ye yaptığı “sûfî muhaddis değil, muhaddis sûfî ol” nasihati bu kabildendir.
Arapça, ulaşmak, varmak demektir, ilm-i şuhûd ile Hakk’a ulaşma. Kaşanî buna şu tanımı getirir: zahirler ve batınlar arasında, sevgi vasıtasıyla rahmete ulaşan gerçek birliğe vasi denir.
Arapça, birleşme, bitişme anlamında bir kelime. Mevlevi tabiridir. Mevlevîlikte, giyilen özel elbiselerden birinin adına vasle denir. Bu elbise ve çeşitleri, Konya’daki Mevlânâ Müzesi’nde teşhir edilmektedir.
Arapça, bitişmenin bitişmesi demektir. Gittikten sonra dönmeye, indikten sonra yükselmeye denir. Kaşanî bu açıklamadan sonra devamla şöyle der: İnsanların hepsi yüce mertebelerden, en aşağılara iner. Bundan sonra, insanların bazısı Allah’a giden yola giderek cem ve ayne’l-cem’ makamına dönüş yapar. Ona ulaşır. Ayet: “Biz insanı en güzel biçimde yarattık, sonra esfel-i sâfilîne (en aşağı derekelere) indirdik. İman edip salih amel işleyenler müstesna…” (Tîn/4,5)
Arapça bir kelimedir, Türkçemizde de aynı manada kullanılır. Kulun vatanı, hâlin bittiği ve karar bulduğu yerdir. Ebû Süleyman Dârânî “iman, yakinden daha faziletlidir. Zira iman vatanlar, yakîn hatıralardır” der. Hatarât makamı, vatanat makamından uzaktır. Zira hatarât parlar, söner. Vatan ise ortaya, yerleşir kalır. Parlayan şeyi sabit kalacak sanan kişi, hatar sahibi ve davacıdır. Vatan sahibinin davası yoktur.
Düştü önüme hubbu’l-vatan
Gidem hey dost deyi deyi
Anda varan kalır heman
Kalam hey dost deyi deyi
Yunus Emre