Kazak edebiyâtının büyük Türkçü şâiri ve Türkistan bağımsızlık mücâdelelerinin önde gelen siyâsî figürlerinden olan Mağcan, Soltüstük (Kuzey) Kazakistan’ın Buylayev İlçesine bağlı Sasıkköl’de, nüfuzlu bir köy yöneticisinin oğlu olarak dünyâya gelmiştir. Babası Beken, 1897 yılında Rus baskınlarından birinden kaçıp Kazaklar arasına sığınan Ahiyetten Bakanov adlı aydın bir Başkurt’u, köyde hem kendi çocuklarına hem diğer çocuklara öğretmenlik yapması için kalmaya iknâ etmiş ve Mağcan da ilk eğitimini ondan almıştır. Okuma yazmayı öğrendikten sonra Kısâs-ı Enbiyâ’yı okuyarak ilk temrinlerine başlayan Mağcan, babası tarafından Kızılcar Medresesi’ne verilmiş ve burada dört yıl boyunca İslâmî bir tedrisattan geçerek Arapça ve Farsça da öğrenmiş, şâirlik kaabiliyeti de bu yıllarda uyanmaya başlamıştır. Bilhassa, Kazak edebiyâtında derin düşüncenin şâiri sayılan Abay Kunanbay’dan etkilenen ve ilk şiirlerinden bâzılarını ona ithâf eden Mağcan, 1905 yılında Şalakazak Medresesi’nde okumaya başlamış, burada da İstanbul’da eğitim görüp gelmiş Muhammedcan Begiş, hocası olmuştur. Burayı 1910’da bitirdikten sonra Ufa’ya gidip Galiya Medresesi’nde bilhassa Rus edebiyâtı konusunda bilgisini artırmış ve Tatarların klâsik şâiri Âlimcan İbrahim’in öğrencisi olmuş; fakat onun, Galiya Medresesi’nin ona yeni bir şey katmayacağı yollu telkiniyle ikinci sınıfta buradan ayrılıp Kızılcar’a dönerek Miryakup Dulat’tan bir kış boyunca Rusça öğrenmiştir.
İlk şiir kitabı olan Çolpan, 1912’de Kazan’da basıldıktan sonra Avrupa ilmini tanımak maksadıyla 1913’te Ombı’ya gelen ve Muallimler Mektebi’ne kaydolan Mağcan’ın hayatında 1913 yılı, A. Özdemir’e göre yeni bir yükselme çağı olur ve “bundan sonra o, eserlerinde çoklukla kendi zamanının her türlü hadisesini, ahvalini resmetmeye meyleder. O, hürriyet yolunu, ne geçmişte, ne gidende, ne Doğu’da, ne Batı’da arar; halkının, saadeti ve bahtı ancak mücadele ile bulacağına inanır.” Mağcan, 1913 – 1916 arasında Rus ve Batı edebiyatlarını tehâlükle okumaya, o mecrâlarda yetişen büyük ediplerin fikirlerinden ilhâm almaya başlar. Bu sıralarda Türkistan’da başlayan 1916 isyanları da şâirdeki millî heyecanları canlandırır. 1917’de kurulan milliyetçi Alaş Orda Partisi’ne Akmola vilâyetinden Eğitim Komisyonu üyesi olarak seçilir ve hükûmette yer alır; fakat Ekim İhtilâli’nin getireceğine inanılan hürriyet bizzat o ihtilâlin eliyle boğulduktan sonra parti dağıtılır. Bu sırada Mağcan, Bostandık Tuvu (Hürriyet Tuğu) gazetesinde redaktörlük yapmaktadır.
1917’de evlenen, 1918’de tutuklanıp dört ay hapse atılan ve 1919’da bir doğum sırasında karısını, bir süre sonra da küçük çocuğunu yitiren Mağcan’ın hayâtının tek sıkıntılı evresi bu dönem olmayacaktır. Kendini toparladıktan sonra, bir eğitimci olarak da temâyüz etmeye başlayan ve bu meseleye dâir yazılar kaleme alan Mağcan’ın 1922’de Orınbor’da basılan Pedagogika adlı kitabı bu yönünü ortaya koyan nitelikli bir örnektir. Buna, 1926’da Moskova’da basılacak olan Savattı Bol adlı ders kitabını da eklemeliyiz. Ayrıca Mağcan’ın, 1922’de Kazan’da Şiirler Külliyâtı adlı ikinci şiir kitabı yayınlanır. Bütün şiirlerini içeren bu derleme, bir yıl sonra Taşkent’te, Mağcan Cumabay Şiirleri adıyla tekrar basılacaktır. 1922 – 1923’te Taşkent’te bulunduğu dönem, şâirin şiir açısından en verimli yılları olur. Ayrıca bu dönemde, Şolpan ve Sana dergileri ile Akyol gazetesinde çalışır, Kazak – Kırgız Bilim Komisyonu üyesi olarak eğitim faaliyetlerinin içinde yer alır.
Kasım 1924’te, Moskova’da okuyan Kazak komünistleri tarafından şiirleri “milliyetçiliği terennüm ediyor, mâziyi övüyor” ithâmıyla(!) yaftalanan Mağcan, bu târihten îtibâren sürekli tarassut altında kalacak, rejim korkusuyla dostları tarafından terk edilip şiirleri artık basılmayacaktır. Netîcede iyice daralan kıskaç, Cumabay’ı, Moskova’da Doğu Halklarının Merkezi Matbaası’ndaki çalışma döneminden sonra vatanına dönüp Kazak Pedegoji Okulu ile Sovyet Parti Okulu’nda ders verdiği bir dönemde, 1929’da, yüzlerce Kazak aydınıyla birlikte aparıp Butırka hapishânesine yollayacaktır. On yıl hüküm giyen ve 1935’te Maksim Gorki’ye yazdığı mektupla bu tutsaklık dönemi biten Mağcan, çıkınca yine Kızılcar’a dönüp Rus Dili ve Edebiyatı öğretmenliği yapmaya başlamış; fakat iki yıl sonra bir dâvet üzerine Almatı’ya giderken o sıralar yükselmeye başlayan Stalin terörünün pençesine “halk düşmanı” suçlamasıyla düşerek komünist ideolojinin katledilmiş kurbanlarından biri olmuştur. Mağcan’ın, bir süre önce iki kardeşi de aynı ithamla alınmıştır. Bunlardan biri kaybolup giderken diğeri on yıl sonra memleketine dönecektir. Bir diğer kardeşi olan Seltay da kendisinin mevkûfiyetinden kısa bir süre sonra “halk düşmanının kardeşi” ithâmıyla(!) tutuklanmıştır. Seltay, Komünist Parti’nin 20. kurultayından sonra serbest kalabilmiş, 1960’ta ağabeyi Mağcan’ın aklandığına dâir eline resmî bir kâğıt tutuşturulmuştur; fakat Mağcan’ın eserlerinin tekrar gün yüzüne çıkabilmesi için 1988’i beklemek gerekecektir. Mezkûr yıl içinde Kazak mahkemeleri tarafından tezkiye ve îtibârı iâde edilen şâirin şiirleri de böylece serbest kalmıştır.
Mağcan Cumabay, 20. asır Kazak – Türk edebiyâtında lirizmin ve millî romantizmin şâhikalarından biri ve en önemlisidir. M. Kırımlı’nın da belirttiği gibi, “Mağcan Cumabay’ın şiirlerini okuyan Kazakların, 1910 ve 1920’ler itibarıyla var olan Türk dünyası kavramları oldukça kapsamlıdır. Yirminci yüzyılın başında Kazakların ırkdaş ve dildaş gördükleri halkların yaşadığı coğrafi saha Anadolu Türklerinin yuvası Osmanlı İmparatorluğu’ndan, Ural Dağları’ndan Orta Asya’nın kalbine kadar uzanan genişliği kapsıyordu.” Bu bağlamda, “Batur Bayan Destânı”, “Toksanın Tobı”, “Kazak Dili” gibi bâzı şiirlerinde açıkça Türklüğün büyüklüğü ve birliği ülküsünü işleyen, bir ata yurt olarak Türkistan’ı tebcîl eden, lisan birliğini Kazak lehçesi temel alınmak sûretiyle savunan bu Türkçü – Turancı şâir, “Türkistan-eki düniye esigi goy / Türkistan-er türiktin besigi goy” (“Türkistan iki dünya eşiğidir / Türkistan er Türk’ün beşiğidir”) mısrâlarıyla başlayan ve bu görüşlerinin tebellür ettiği “Türkistan” şiirinde, târihi “ateşli rüzgâr” gibi olan, ve “arslan bir millete vatan olmuş” Turan’ı methetmiş; dağlarından, pınarlarından, çöllerinden, göllerinden, “mübârek su”larından bahsetmiş; yeryüzünde ona denk bir coğrafya ve beşeriyette Türk’e denk bir millet olmadığını, Cengiz’in, Timur’un, Uluğ Bey’in, “dünyâya benzeri gelmeyen âlim” İbn Sinâ’nın, dokuz telli dombırasını çalarak gönülleri coşturan Fârâbî’nin o “asil kan”ı, “şerefli Türk kanı”nı (“Asıl han-kasiyetti türik kanı”) taşıdığını, övünçle anlatmış, Türkleri, atalarının izlerini aramak için Turan’a çağırmıştır. Bununla birlikte, K. Yesmagambetov’a göre, Magcan Cumabay’ın, bugüne dek hep Kurtuluş Savaşı veren Türkiye Türklerine yazdığı söylenen “Alıstagı Bavrıma” (Uzaktaki Kardeşime) şiiri, aslında Türkistan millî mücâdelesini sürdürmek üzere Avrupa’ya giden dostu Mustafa Çokay için yazılmıştır.
Göktürk Ömer