1492 yılında Kristof Kolomb Amerika’ya ulaştıktan sonra Avrupa’dan bu kıtaya göçler başla-dı. “Yeni” kıtada Amerikan yerlileri olan Kızılderililer yaşamaktaydı. Avrupa kökenli beyaz-lar 1800’lerin sonuna dek, yaklaşık 400 yılda, 70 milyon Kızılderiliyi katlederek, devasa bir soykırım sonucu Amerika’ya yerleşip egemenlik kurdular.
Dünyanın her yerinden insanlar beyazların diyarı bu yeni kıtaya göç ederken Siyahderililer Afrika’dan zorla, köle olarak getirildiler. 16. yüzyılda başlayan köle ticareti 19. yüzyıla dek sürdü. Siyahlar, “özgürlükler ülkesi” Amerika’da ilk üç yüzyıllarını köle olarak geçirdiler. Kısa bir süre ikinci sınıf insan muamelesi gördükten sonra ancak 1965 sonrasında beyazlarla eşit haklara sahip olmaya başladılar. Dört yüzyıldır yaşadıkları yerde, diğerleri gibi vatandaş olmak hakkını yeni elde edebildiler.
Bugünkü parlak görüntünün ardına bakıldığında, Amerika’nın siyah vatandaşlarının kadim – beyaz anglo-sakson protestan- vatandaşlarla halen tam olarak eşit olduklarını söylemek pek kolay olmasa gerek.
Bir Afro-Amerikalı olan Malcolm X, işte böyle bir dünyada 1925 ila 1965 yılları arasında yaşadı. Bilhassa çocukluk ve gençlik dönemini ırkçılığın ve ayrımcılığın ağır zulmü altında geçirdi. Siyah olmanın zorluğuna, siyahların hakları için mücadele eden bir ailede doğmanın zorluğu ilave edilmişti.
Ataları vatanları Afrika’dan zorla getirilip köleleştirilmişti. Üç yüzyıldan fazla süren muaz-zam bir sömürünün neticesi olarak dinlerini, dillerini, kültürlerini, kim olduklarını ve nereden geldiklerini unutan milyonlarca siyahtan biri olarak 19 Mayıs 1925’te Amerika’nın Nebraska eyaletinin Omaha şehrinde doğdu Malcolm Little. Adını anne babası vermişse de soyadını, onları köklerinden kopartan beyaz köle efendileri vermişti.
Malcolm, siyahların koynundaki derin uykusundan uyanıp kimliğini bulmak üzere yola çıktı-ğında ilk iş olarak köle efendilerinin verdiği soy ismini reddetti ve kendini Malcolm X olarak kabul etti. Matematikte X bilinmeyeni ifade etmekteydi ve Malcolm kendini bulmaya niyet etmişti. Kendini ve kendisiyle birlikte Amerika dedikleri yerde kaybolmuş 22 milyon Siyahderiliyi.
1920’lerde Amerika’da en çok konuşulan siyah, Jamaikalı karizmatik bir eylemci olan Marcus Garvey’di. Karayipler, Orta Amerika ve İngiltere’de gazetecilik yapmış bir matbaacı olan Garvey, ilk ciddi siyah hareketin öncüsü konumuna sahipti. 1914 yılında Dünya Siyahla-rını Geliştirme ve Koruma Derneği ve Afrika Toplulukları Birliği’ni kurmuştu ve siyahları, anavatanları olan Afrika’da tek millet olarak devletlerini kurmak için mücadeleye çağırıyordu.
Garvey 1918 yılında kurduğu Zenci Dünyası (“Negro World”) adlı gazetedeki yazılarında ve Afrika-Amerika-Avrupa seyahatlerinde yaptığı konuşmalarda Pan-Afrikanist görüşlerini kitle-lere aktarıyordu. Siyahların kendilerini sürgündeki soylular olarak görmeleri ve kendi eğitim ve kültür kurumlarını inşa etmeleri gerektiğini anlatıyordu.
1930’lara gelindiğinde bir tür “Siyah Musa” olarak görülen Garvey’in çok geniş bir coğrafya-daki takipçilerinin sayısı bir milyon civarındaydı.
Siyahların tarihindeki bu en büyük kitlesel harekete dâhil olanlar arasında Malcolm’un anne ve babası da bulunuyordu. İyi bir temel eğitim almış, akıcı Fransızca konuşan ve hırslı bir kadın olan annesi Louise ile siyah halkın hakları ve özgürlükleri hakkında vaazlar veren cesur ve kararlı babtist rahip Earl. Malcolm bu ailenin yedinci çocuğuydu.
Amerika’da siyahlar nihayet insan olarak görülmeye başlandıktan sonra, beyazlarla eşit hakla-ra sahip olmaları gerektiği gündeme gelince, 1800’lerin ikinci yarısında Ku Klux Klan (KKK) adında, siyah karşıtı, ırkçı bir terör örgütü faaliyete başlamıştı. Beyaz çarşafların ardına gizle-nerek dolaşan bu çapulcular, siyahların kazanmaya başladığı haklara, özgürlüklere ve siyah-beyaz eşitliğine karşı çıkmak amacıyla şiddete başvuruyor ve sistem tarafından korunmanın verdiği rahatlıkla her yerde terör estiriyordu.
Irkçılığın ve ayrımcılığın had safhada olduğu bir dünyada doğan Malcolm daha annesinin karnındayken KKK gruplarının saldırısına uğramış, babası yokken evlerine baskın düzenleyen Klan grubu hakaretler ve tehditler yağdırarak gözdağı verdikten sonra Little ailesine Omaha’yı derhal terk etmelerini bildirmişti.
Malcolm 4 yaşındayken bir gece yarısı ırkçı beyazlar tarafından evleri ateşe verildi. Ev yanar-ken aile fertleri apar topar kendilerini dışarı atmayı başardı ve bu felaket, can kaybı yaşanma-dan atlatıldı.
Siyahlara ait kiliselerde Garvey’in düşüncelerini aktaran Earl Little, baskılar üzerine Omaha’dan Michigan eyaletinin Lansing şehrine taşındıysa da, kısa bir süre sonra orada da tehditler almaya başlamıştı.
Babası, çocuklarından sadece Malcolm’u, 5 yaşına geldiğinde Garveycilerin gizli toplantıları-na katılmak üzere yanında getirmeye başlamıştı. Malcolm babasının toplantılardaki ateşli ko-nuşmalarını hatırlıyordu:
“Toplantılar genellikle babamın birkaç kez ‘Ayağa kalk ey kudretli ırk! Ne istiyorsan yapabi-lirsin!’ deyip, peşinden bu sözü dinleyenlerin tekrarlamasıyla biterdi.”
Malcolm’un kaya gibi katı ve ağır haksızlıklara karşı yılmadan mücadele eden babası 8 Eylül 1931 gecesi tramvay yolunda feci bir halde ölü bulundu. Bu, muhtemelen kaza süsü verilmeye çalışılmış bir cinayetti. Siyahlara korku salmk ve onların haklı mücadelesini kırmak amacıy-la ırkçı beyazlar tarafından gerçekleştirilmiş bir cinayetti.
Babalarının ölümü üzerine derinden sarsılan ailede bütün yük anne Louise’in üzerine kaldı. Amerika’da 1929 ila 1942 yılları arasında etkisini gösteren büyün ekonomik buhran en fazla yoksul zencileri etkilemişti. Little ailesi de onlardan biriydi.
Altı yaşındaki Malcolm’un, babasının cenazesine dair aklında kalan en net hatıra, annesinin geçirdiği histeri krizleriydi. Annesi bu ağır hadiseyi atlatmakta başarı gösteremedi ve giderek akli dengesini yitirdi. Babasının yokluğu ve annesinin endişe verici hali bir yana, Malcolm’un ailesi artık yoksulluğun pençesindeydi. Aile mecburen, yardımlarla ayakta kalmaya çalışıyor-du ve fakat bu da yeterli gelmiyordu. Çocuklar yetersiz beslenmeden ötürü baş dönmeleri yaşar olmuştu.
Okulunda siyah olmanın yanı sıra “yardım alan çocuk” olmak zorluğunu da yaşıyordu küçük Malcolm. Nedenini tam olarak anlayamadığı bir ağırlık bünyesini ‘iç kanama gibi sessiz ve derinden’ derinden sarsıyordu. Bir süre sonra ister istemez farklı davranışlar sergilemeye baş-layacaktır. Tam da akşam vakti, “yemeğe kalsana” denilmesi umuduyla, komşulara gitmeye başlamak gibi. Yahut hem yaramazlık yapmak hem de açlığını gidermek için mahalle bakka-lından bir şeyler aşırmak gibi.
1934 yılına gelindiğinde ailesi parçalanmaya yüz tutmuştu. Devlet yardımlarıyla durum idare edilemez haldeydi.
1937 yılında Malcolm sosyal hizmet görevlileri tarafından ailesinden alınarak koruyucu bir aileye verildi. Diğer kardeşleri de benzer bir akıbet bekliyordu.
1939 yılında aklını yitirmiş olan annesi “ağır depresyon” teşhisi ile Michigan’da bir akıl has-tanesine yatırıldı. Gördüğü “tedavi” sonucu hastaneden çıkması, dile kolay, tam 24 yıl sonra mümkün olacaktı.
Malcolm X’in 1957 tarihli FBI raporlarına girmiş konuşmasından bir kesit:
“Hayatımız boyunca bize hep aşağılık olduğumuz öğretildi. Küçükken beyaz ve zenci çocuk-lar birlikte kovboyculuk oynarken kim Tom Miks, Buck Jones ya da Lone Ranger oluyordu? Beyazlar… Biz kimdik? Tonto, onun uşağı… Robinsonculuk oynadığımızda kim Robinson Cruseo oluyordu? Beyazlar… Ya Cuma kim oluyordu? Tahmin edin, kim oluyordu?”
Malcolm ortaokulu bitirdikten sonra liseye devam etmek gereği duymadı. Zira bunun kendisi-ne herhangi bir fayda sağlayacağına inanmıyordu. Okusa da okumasa da bir zenci olarak be-yazların dünyasında gelebileceği en iyi yeri anlatılanlardan ve gördüklerinden biliyordu. Gar-son, otobüs biletçisi veya ayakkabı boyacısı olabilirdi. Daha şanslı zenciler bekçilik veya taksi şoförlüğü yapmaktadır. O dönemde postacı olmak bir zenci için en fiyakalı iştir.
Malcolm X, Alex Haley tarafından kaleme alınan otobiyografisinde okul yıllarına dair önemli bir anısını anlatır. Okuldan soğumasını biraz da bu olaya, en sevdiği öğretmeninin sözlerinde cisimleşen yaklaşıma bağlar. Öğretmeni ona, kendisi için hangi mesleği düşündüğünü sorar. Malcolm avukat olmak istediğini söyler. Bu cevap üzerine şaşıran öğretmeni, bir zenci oldu-ğunu aklından çıkarmaması ve gerçekçi olması gerektiğini söyler ve marangoz olmasını tavsi-ye eder.
“Ben onun en iyi öğrencilerinden biriydim. Hatta okulun en iyi öğrencilerinden biriydim ama onun ‘sizin yerinize’ düşünebileceği gelecek bütün beyazların siyahlar için düşündüğünden hiç de farklı değildi.”
Malcolm 1941 yılında 8. sınıfı bitirdikten sonra okulu bırakıp üvey ablasının yanına Boston’a taşındı. 1946 yılında hapiste son bulacak çok hızlı bir 5 yıl bekliyordu kendisini. Kötü alış-kanlıklar edinmekle başlayan, dinsizleşmekle devam eden, günah ve suç yüklü beş yılın so-nunda berbat bir hapishanenin daracık pis bir koğuşunda tükenmiş, amaçsız ve çaresiz bir haldeydi. Sekiz yıl hapse mahkûm edilmişti.
Yakayı ele verdiğinde beyaz kadınların da üyesi olduğu bir silahlı soygun çetesinin lideriydi. Bir ay kadar kısa sürede sekiz ev soymuşlardı. Çetenin çökertilmesi Malcolm’un hatasıydı ve arkadaşlarını ele veren de oydu. En başta hayati bir kural koymuşlardı: “asla çaldığın malı kendine alma ve mümkün olan en kısa sürede her şeyi sat.” Kuralı Malcolm bozdu. Çaldıkları çok değerli ve güzel bir saati kendine almıştı. Tamir gerektiren bu saati tamirciye vermiş, al-mak için geri döndüğünde polisleri karşısında bulmuştu.
Uyuşturucu bağımlısıydı. Ahbaplarını dahi endişelendirecek kadar fazla uyuşturucu ve alkol tüketiyordu. Herhangi bir ahlaki norm tanımıyordu. Enselenmedikten sonra her ne olursa ol-sun, mübah görüyordu.
“Detroit’li Kızıloğlan” lakabıyla tanındığı hayatının bu devresi daha çok Boston-New York arasında geçmişti. Asıl mekânı ise New York’ta siyahların ağırlıkta olduğu meşhur Harlem’di.
Malcolm, otobiyografisinde uzun uzun anlattığı, suçu ve günahı hayat tarzı haline getirdiği bu yılları “soytarılık ve kör cahillik” olarak değerlendirmiştir.
“Geriye baktığımda, düşünüyorum da, gerçekten neredeyse aklımdan oluyormuşum. Birçok insanın sebze yemesi gibi uyuşturucu alıyordum. Bugün nasıl kravat takıyorsam, o gün silah takıyordum… Bence ölümü her yoldan davet etmiştim. En çılgın yollarla.”
Malcolm X hakkında çok kapsamlı bir araştırmanın ürünü olan, 2012 Pulitzer Tarih Ödüllü kitabında Manning Marable bu döneme ilişkin bazı gerçeklerin şişirildiğine, bazı gerçeklerin-se es geçildiğine dikkat çekiyor:
“Kuşkusuz Malcolm hayatının bu evresinden utanç duyuyordu. İşlediği en büyük kabahatin, karıştığı adi suçlarla ailesini küçük düşürmek olduğunu düşünüyordu muhtemelen. Fakat aynı zamanda efsanesini şekillendirme çabasının bir parçası olarak da geçmişindeki bu olayları es geçmiş olabilir.”
Kesin olan bir şey varsa, o da, poliste kayda değer bir suç izi bulunmamasına rağmen sistem tarafından çok ağır şekilde cezalandırılmış olduğudur. Malcolm bunu siyah olmasına bağlar. Mahkeme aşamasında bütün suçu üzerine yıkan beyaz kadınlardan birinin para cezasıyla, di-ğerininse 7 ay gibi kısa bir hapis cezasıyla “yırtmış” olmaları bu iddiayı kanıtlamaktadır.
Malcolm gibi rehberi ve akıl hocası olmayan milyonlarca siyahı eleştirmeden önce, kendileri-ni içinde buldukları, zulme tekabül eden o sosyal yapıyı eleştirmek gerekir hiç şüphesiz.
Çağa İz Bırakan Müslüman Önderler serisi içinde Malcolm X’i anlatan Prof. Dr. Recep Şentürk bu hususun altını özenle çizer:
“Malcolm’un ve daha birçok zencinin yer altı dünyasına girmesi ve kanunsuz işlere bulaşma-sı, sadece onların ahlaki bozukluğuna atfedilemez. Onların içinde yaşadıkları sosyal yapının, bütün kanuni yolları kapatarak, fark ettirmeden onları bu yola ittiğini de görmek gerekir. Suç işlenmesine, suçsuzlar bilerek veya bilmeyerek katkıda bulunmasa, suç çoğu zaman ortaya çıkmaz. Başka bir ifadeyle, suçsuzlar potansiyel birçok suçu daha işlenmeden tedbir alarak önleme imkânına sahiptir. Ancak, suçsuzlar, o tedbirleri almayarak suçun işlenmesini müm-kün kılarlar. Bu bakış açısından, bir suç işlendiğinde, ihmal göstererek suça zemin hazırlayan suçsuzlar da en az suçlular kadar sorumludur. Amerika’da hapishaneleri dolduran binlerce zencinin durumu buna çok güzel bir örnek teşkil etmektedir. Hapse düşen bu zenciler kadar onları suça zorlayan toplumsal yapı da sorumludur.”
Malcolm, tek kelimeyle berbat bir yer olan Charlestown Hapishanesi’ne düştüğünde 21 ya-şındaydı ve dışarda sürtmeye devam etmesi halinde rakip olduğu bir gangster, birlikte olduğu beyaz bir kadının kocası veya beyaz bir polis tarafından öldürülmesi pek muhtemeldi.
Tıkıldığı küçücük hücrede su ve tuvalet yoktur. İhtiyacını gidermesi için günde bir kez boşal-tılan bir kova bulundurulmaktadır. Yemekler hücrelerde yenmektedir. O artık bir insan değil 22843 numaralı mahkûmdur sadece. İçine düştüğü hâle öfkeyle isyan etmektedir. Görevlilere, rahiplere ve hatta Tanrıya en ağır biçimde küfürler etmektedir. Bundan dolayı kendisine “şey-tan” lakabı takılmıştır. Psikolojisi fena halde bozuktur. Uyuşturucu ve sinir krizleri geçirir. Üvey ablası Ella’dan dilendiği paralarla gardiyanlar aracılığıyla uyuşturucu temin eder.
Malcolm bir yıl sonra Charlestown’dan biraz daha iyi bir yer olan Massachusetts Concord Hapishanesine, orada geçirdiği 14 aydan sonra ise Norfolk Mahkûmlar Sitesi’ne nakledildi. Burası olabilecek en özgür hayatın yaşandığı, mahkûmlar için gayet rahat bir yerdi. Her şey-den önce, insan muamelesi görüyorlardı. Malcolm için geniş kütüphanesi ile ayrı bir öneme sahip olacak bu deneme hapishanesi, ıslah ve topluma geri kazandırma amacıyla kurulmuş özel bir yerdi, ‘ ceza sisteminin en merhametli tesisi’ydi.
Hapishane hayatının başlarında amaçsız bir halde ömür tüketen Malcolm, konuşması ve çev-resinde saygı uyandırmasıyla dikkat çeken bir zenciden etkilenir. Her konu hakkında anlata-cak bir şeyleri olan, çevresinde daima dinleyici kitlesi bulunan Bembry adlı bu kişinin duru-şuna ve ününe hayran olan Malcolm, onun gibi olmayı arzular ve nihayet aklını kullanmaya başlar. Öğrenme ve kendini geliştirme hevesiyle okumaya dört elle sarılır. Etrafa küfürler yağdırmayı bırakmış ve kurallara uymaya başlamıştır.
İçeride Malcolm’un hayatı bir şekilde düzene girerken dışarıda, kardeşler cephesinde, önemli gelişmeler yaşanmaktadır. 1948 yılının başlarında kardeşi Philbert’ten gelen mektupta, kendisiyle birlikte tüm aile fertlerinin “siyahlara özgü bir din olan” islam dinine geçtikleri yazıyor-du. Kardeşi, ‘kurtuluşa ermek için Allah’a ibadet etmesini’ istiyordu. Malcolm bu coşkuya şaşırmadığı gibi, hadiseyi pek de ciddiye almamıştı. Ne var ki daha sonra, diğer kardeşlerin ziyaretleri ve anlattıkları üzerine bu yeni yola ve yaşam tarzına ilgi duymaya başladı.
Malcolm 1949 yılında, mektup yoluyla tanıştığı İslam Milleti (Nation Of Islam) cemaatinin lideri Elijah Muhammed’in öğretisini kabul ederek Müslüman oldu ve 1952 yılında tahliye olana dek, vaktini yoğun bir okuma programı içinde, verimli bir biçimde geçirdi.
Hapishaneden çıktığı gün ‘zindanın iliklerine değin işlemiş olan isini pasını adamakıllı çırp-mak için’ bir Türk hamamına gitti. Altı yıl süren hapishane hayatından sonra artık yepyeni bir hayata başlamaya hazırdı.
Tahliye olduğu 7 Ağustos 1952 tarihinden, İslam Milleti cemaatinden ayrıldığı 9 Mart 1964 tarihine dek geçen 12 yılda Malcolm kendini Elijah Muhammed’in davasına adamış ve müthiş bir tempoda çalışmıştır. Ne var ki islam diye kendini adadığı dava islam ile bağdaşması müm-kün olmayan sapkın fikir ve pratikler barındıran yanlış bir yoldur. Malcolm’un büyüklüğü, her daim hakikati araması ve ne pahasına olursa olsun yanlıştan dönmesi olmuştur.
İslam Milleti cemaatinde siyahların üstün ırk, beyazların şeytan ve Elijah Muhammed’in Al-lah’ın elçisi olduğuna inanılmaktadır. İslam Milleti siyahlara sahih bir islam inancı sunma-makla birlikte onları sömürgeci beyaz efendilerin “afyonlu” dini olan Hristiyanlıktan ve din-sizlikten/nihilizmden alıkoymaktadır. Bunun yanı sıra, köle zihniyetine sahip amaçsız yığınlar halindeki başıboş siyah halkta ciddi bir kimlik ve ahlak inşa etmektedir. Zenciler artık kendi-lerine güvenen ve dayanışma içinde ayağa kalkmış, bir hedefe doğru yürüyen inançlı bir kit-ledir. Bu yeni kitle genç, ateşli, dimdik duran bir lider kazanmıştır: Malcolm X.
Malcolm X Amerika’nın dört bir yanında örgütlenme çalışmaları yapmak için gece gündüz yollara düşmektedir. İslam Milleti’nin sayıları hızla artan şubelerinde “Muhterem Elijah Mu-hammed’in öğrettiği gibi” konuşmaktadır. Malcolm radyolarda, televizyonlarda, sokaklarda, üniversitelerde ve dahi her vesile ile her yerde davasını anlatmak gayesiyle konuşmaktadır. Yıllar geçtikçe gücünü arttıran genç hatip, karizmasının da katkısıyla bir hitabet sanatçısına dönüşmüştür ve adeta kitleleri büyülemektedir.
Millet’e Malcolm etkisi ile katılan ve ilerleyen yıllarda kritik roller oynayacak Louis Farrakhan, gözlemlerini şu sözlerle ifade etmektedir:
“Hiç kimse Malcolm ile başa çıkamazdı. Çok parlak bir zekası vardı. Disiplinliydi. Onu hiç sigara içerken görmedim. Hiç beddua ettiğini duymadım. Bir kadına kaş göz yaptığına hiç tanık olmadım. Öğünler arasında hiç yemek yemezdi. Günde tek bir öğün yerdi. Sabah nama-zını kılmak için her gün 5’te kalkardı. Randevularına asla geç kalmazdı. Saat gibi dakikti.”
Malcolm’dan önce atıl sayılabilecek, ancak ancak yürüyen İslam Milleti Malcolm’dan sonra deyim yerindeyse, uçuşa geçmiştir.
“1953-55 yılları arasında İslam Milleti neredeyse 4 kat büyüyerek yaklaşık 1200 üyeden 6000 üyeye ulaşmıştı. 1956-61 yılları arasında ise 10 kattan fazla büyüyerek 50.000 ila 75.000 üye-ye dayandı.”
Adanmış kararlı bir adamın gayretleri öyle etkili olmuştur ki sadece Amerika’daki 22 milyon-luk siyah halk değil FBI da gelişmeleri dikkatle takip etmektedir.
1958’de Afro-Amerikan bir FBI muhbiri Malcolm’u ve İslam Milleti içindeki yerini açık yü-reklilikle şöyle anlatıyor:
“Kardeş Malcolm etki olarak üçüncü sırada filan gelir. Her yere gitme özgürlüğü vardır ve Elçi’mizin en yakın aile bireylerinden sonra en güvenilir kişidir. Mükemmel bir konuşmacı-dır. Etkileyici ve ikna edicidir. Yorulmak nedir bilmeyen bir çalışan ve uzman bir örgütçüdür. Malcolm’un «mavi gözlü şeytanlara» büyük bir nefreti vardır ama bu nefretini asla şiddet olarak açığa vurmayacak kadar zeki ve kültürlüdür. Korkusuzdur ve şahsına zarar vermeye yönelik tehditlere ve sözlere pabuç bırakmaz. Bütün cevaplar parmağının ucundadır ve onunla uğraşırken dikkatli olunmalıdır. Ne içki ne de sigara içer. Yüksek ahlaklı bir karakteri vardır.”
Malcolm, Amerikan Devleti’ni net ve keskin biçimde mahkûm eden eleştirel bir dil geliştir-miştir ve zencilerin ancak kendilerine ait ayrı bir devlet kurmakla onurlu bir gelecek inşa ede-bileceklerini vaaz etmiştir. Hakları için gerekirse, son çare olarak şiddet kullanma yoluna baş-vurmayı meşru görmektedir.
Dönemin diğer bir zenci lideri, papaz Martin Luther King ise; siyahların beyazlarla eşit hakla-ra sahip olabilmesi için kesinlikle şiddet içermeyen bir direniş sergilemek gerektiğini ifade etmektedir.
1963 yılında, büyük çoğunluğunu siyahların oluşturduğu ve çeyrek milyon kişinin katıldığı “İş ve Özgürlük İçin Washington’a Yürüyüş”te yaptığı meşhur “bir hayalim var” adlı konuş-masında kalabalığa şunları söylemiştir:
“Bugün size diyorum ki, dostlarım, şu ânın getirdiği güçlüklere ve engellemelere rağmen bir rüyam var benim. Amerikan rüyasına derinden kök salmış bir rüyadır bu.
Bir hayalim var… Gün gelecek, eski kölelerin evlâtlarıyla eski köle sahiplerinin evlâtları, Georgia’nın kızıl tepelerinde kardeşlik sofrasına birlikte oturacaklar.”
King, Amerikan rüyasına derinden kök salmış bir rüya görmekteyken, Malcolm’un gördüğü, kelimenin tam anlamıyla bir karabasandır. O Amerikan rüyasını değil riyasını görmekte ve göstermektedir:
“Ben Amerikalı değilim, Amerikanizmin kurbanı milyonlarca insandan biriyim, herhangi bir Amerikan pembe düşünü görmüyorum, bir karabasan benim gördüğüm. Amerika’nın çok ciddi bir meselesi var. Amerika’nın meselesi biziz. Hakir görülüyorsanız, siyah olduğunuz içindir. İkinci sınıf ve sadık köleleriz biz. Amerika’nın ahlakını, vicdanını değiştirmeye ça-lışmayın. Çünkü Amerika’nın vicdanı iflas etmiştir. Beyaz adamı değil, kendimizi değiştire-lim. Geri dönmemek üzere yürüyeceğiz. Amerika’nın tek seçeneği vardır: Ya kurşun ya oy! Ya ölüm, ya özgürlük! Kendisini özgürlük ve demokrasi timsali gösterirken, kendi yurttaşla-rını oy kullanmak istemelerine rağmen, silah kullanmaya mecbur eden bir sistemden daha kokuşmuş bir sistem var mıdır? Bizim yalnız yurttaş olarak değil, birer insan olarak bile mev-cudiyetimizi tanımadı; bir kadın, bir erkek, bir insan olarak bile saygı göstermedi. Amaç: “Hürriyet, adalet, eşitliktir.” Biz, hepimizin insan olduğumuzun farkına varılmasını, bize say-gı duyulmasını istiyoruz. Genç siyah adam öteki yüzünü çevirmeyi bıraktı, uysal olmaktan vazgeçti. Yeteri kadar beklediğimizi sanıyoruz. Oturarak, ağlayarak ve dua edip dilenerek kayda değer bir sonuç elde edeceğimize inanmıyoruz. Amerika’da siyah adam, demokrasi ülkesinde değil; polis devletinde yaşıyor.”
Amerika’nın 22 milyonluk siyah halkı için farklı bir din ile diriltici bir söylem geliştiren ve kitleleri etkisi altına almaya başlayan İslam Milleti çok geçmeden FBI’ın hedef tahtasına otur-tulmuştu. İslam Milleti içerisine istediği kadar muhbir sokarak gelişmeleri yakından takip eden FBI, Millet’in gözbebeği ve gelecek vaat eden güçlü lideri Malcolm’un açığını yakala-yamayınca Elijah Muhammed’i ablukaya aldı. Millet’in Chihago’daki merkezinde, Elijah’ın en yakınında, yönetimde yer alanlar arasında, kesine yakın bir ihtimalle, FBI’a çalışan “üye-ler” bulunmaktaydı. Malcolm Millet’ten ayrıldıktan sonra bu konudaki kanaatlerini çevresiyle paylaşmış, hatta açık açık isim de vermişti. FBI, Milleti çökertmek için Elijah ile geniş yetki-ler kullanan, bir hayli etkili “ulusal vaiz” Malcolm’un arasını açmak için fırsat kollamaktaydı.
Bu arada 50’li yılların ortalarından beri Elijah Muhammed’in İslam Milleti’ndeki bazı kadın-larla gayri meşru ilişkiler yaşadığına dair söylentiler kulağına gelen Malcolm, bunları, iftira-dan başka bir şey olamayacakları gerekçesiyle kulak ardı ediyordu. Ta ki 1963 yılına dek. Bu tarihte bizzat Elijah’ın oğlu Wallace’dan, söylentilerin doğru olduğunu öğrenen Malcolm, büyük bir şok yaşar. İnanamaz, inanmak istemez. Allah’ın elçisi olduğuna inandığı ve bir tür kutsallık atfettiği liderinin eski sekreterlerinden üçü ile bizzat görüşür. Cemaatten tecrit ceza-ları almış bu 3 kadının da Elijah’tan evlilik dışı çocukları olmuştur.
Duydukları ve öğrendikleri karşısında yakıcı bir hayal kırıklığı yaşayan Malcolm, ilerleyen süreçte kendini ihanete uğramış hissedecektir. Çaresizdir. Liderleri kendisini ve herkesi kan-dırmıştır. Sahtekârdır. Kurduğu, inandığı ve inandırdığı dünya başına yıkılmış gibidir.
Bir süre sonra cesaretini toplayıp lideri ile görüşen Malcolm, vahim iddiaların doğruluğunu teyit etmiş oldu. Bu gerçeklerin duyulması halinde, İslam Milleti darmadağın olabilirdi. Malcolm, ayakta kalmak ve yürüyüşünü sürdürmek amacıyla İslam Milleti neferlerini “aşıla-mak” için bir şeyler yapmak gerektiğine inanıyordu.
Malcolm için çalkantılı günlerde Amerika da şok edici bir olayla sarsılmıştı. 22 Kasım 1963’te WASP (White-Beyaz- Anglo Sakson Protestan) olmayan ilk başkanı, İrlanda asıllı katolik John F. Kennedy suikaste kurban gitti. La Fonten Masalları okumuş, konuşmalarını bu türlü benzetmelerle süslemeyi seven Malcolm, basın mensuplarının bir sorusu üzerine, hadi-seyi, “tavukların tünemek üzere kümeslerine dönmesi”ne benzetti. Rüzgâr eken fırtına biçerdi. Amerika’nın şiddet kültürü bu defa dönüp başkanını vurmuştu.
Malcolm’un “kışkırtıcı” sözleri, kendisini çekemeyenler tarafından kırpılarak derhal genel merkeze iletildi. Beyaz Amerikan basını Malcolm’un sözlerini çarpıtma alışkanlığını tekrarla-dı. İşi bir tür linç girişimine vardırmışlardı.
Ertesi gün, Amerika yastayken, New York Times Gazetesi’nin manşeti şöyleydi: “Malcolm X ABD’yi ve Kennedy’yi Topa Tutuyor”
Elijah, siyahların sevdiği başkanla ilgili bu sözlerinden ötürü vekiline kızgındı. İslam Mille-ti’ni zor durumda bıraktığını düşünüyordu. Malcolm’un artık kesinlikle cezalandırılması ge-rektiği, art niyetli birileri tarafından kulağına fısıldanmış da olabilir ayrıca.
Neticede Malcolm kızağa alındı ve 90 gün boyunca herhangi bir yerde konuşması yasaklandı.
Bu cezaya hiçbir şekilde itiraz etmeyen ve 90 günün bitmesini iple çeken, saygıyla bekleyen
Malcolm, gelişmeler karşısında gittikçe şaşıracak ve üzülecekti. Artık kopuş başlamıştı.
“Aradan haftalar geçtikçe İslam Milleti Malcolm’a olan husumetle kaynamaya başladı. Bu husumeti körükleyen John Ali ve Raymond Sharrieff örgüt içindeki üst mevkilerini kullanarak alt kademelerde bir hakaret furyası başlattılar. Malcolm’un Muhammed’e itaatsizliğine dair çirkin söylentiler ilkin Müslüman Kızların Eğitimi kolundaki toplantılarda kulaktan kulağa fısıldandı.”
Bilhassa genel merkezde, Malcolm’un, Elijah’ın makamına göz koyduğu düşüncesi dillendiri-lir olmuştu. Öte yandan Malcolm’un militan politikası İslam Milleti’nin “apolitik siyah milli-yetçiliği”ne aykırılık teşkil ediyordu. Gerçekte ise, İslam Milleti gömleği Malcolm’a dar gel-meye başlamıştı. Liderinin vaaz ettiği temel ahlaki ilkeye kendisinin uymaması midesini bu-landırmıştı. Kendisi hakkında başlatılan karalama ve iftiralar da yenilir yutulur şeyler değildi. Kendisini davasına adamış, gecesini gündüzüne katmış çabalayan birinin kuyusu sözde yol daşları tarafından kazılmıştı. Sömürgeci beyaz adamın, köle efendilerinin -FBI’ın- yönlendir-melerini de içeren olaylar hızlı gelişmişti.
29 Eylül 1963’te Philadelphia’da halkın karşısına birlikte son kez çıktıklarında Elijah Mu-hammed gurur kaynağı ulusal vaiz Malcom’u kastederek şu cümleleri kurmuştu: “Bu, benim en sadık, en çalışkan vekilimdir. Ölene kadar benim yolumda yürüyecek.”
Malcolm, 12 yılını verdiği İslam Milleti ile karşı karşıya gelmemeye özen göstererek ayrıl-mıştı, artık istenmediği yerden. 9 Mart 1964 tarihli New York Times Gazetesi sözlerini şöyle duyuruyordu:
“Şunun apaçık anlaşılmasını istiyorum ki, bütün Müslümanlara tavsiyem, Muhterem Elijah Muhammed’in manevi önderliğindeki İslam Milleti’nde sebat etmeleridir. Kimseye peşimden gelmeyi telkin etme arzusunda değilim.”
Malcolm, İslam Milleti’nden ayrıldığında yapması gerektiğine inandığı çok önemli bir işi vardı. Otobiyografide, bu önemli işi şu cümlelerle anlatıyor:
“Allah’ın sadık bir kulu olarak nice zamandır buna niyetlenip duruyordum. Zaten. Ama altın-dan kalkamayacağım bir meblağı gerektiriyordu bu iş.”
75 bin üyesi bulunan, milyon dolarlık bir ekonomiye sahip bir cemaatin ikinci adamı sıfatıyla büyük hizmetler sunmuş bir dava adamı olarak ne bir evi, arabası ne de kıyıda köşede birik-miş biraz parası vardır. Hacca, üvey ablasından aldığı borç para ile gider. Esasen kendisi için biriktirdiği parayı Ella kardeşine vermekte tereddüt etmez zira Malcolm’un ilerleyen yıllarda buna fırsat bulamayabileceğini sezinlemiştir.
Hacca gidişi sadece Malcolm’un kendi hayatı için değil Amerikalı Müslümanlar için de son derece önemli bir eşiktir. Malcolm dünyanın dört bir yanından gelmiş, rengi, ırkı, dili çeşit çeşit Müslümanların Rabbleri huzurunda tam bir eşitlik, kardeşlik ve esenlik içinde bulunduk-larına şahit olduğunda adeta çarpılmıştır. Amerika’da tanıdığı islam ile şimdi Mekke’de için-de bulunduğu evrensel islam arasındaki devasa fark gözlerini tam olarak açmasına, deyim yerindeyse, irkilip uyanmasına sebep olur.
Malcolm artık en temel düsturla, ‘tevhid’le tanışmış, dünyanın Müslümanlarıyla tevhid ile kaynaşmıştır. Nihayet taşlar yerine oturmuştur. İçi huzur dolu, kıpır kıpırdır. Zaten delifişek bir adam olan Malcolm, artık hiç yerinde duramaz. Mekke’den eşi Betty’ye gönderdiği ve hem Amerika’daki Müslümanlara okunmak, hem de basına dağıtılmak üzere gönderdiği mek-tubunda, iman ve teslimiyet dolu şu satırları kaleme almıştır:
““Hz. İbrahim’in ve Hz. Muhammed’in Kutsal Kitap’ta adı geçen tüm peygamberlerin diyarı olan kadim Kutsal Belde’de bütün renklere ve bütün ırklara mensup insanlar arasında görülen sarsılmaz, gerçek kardeşlik ruhunun bir eşine daha rastlamadım. Geçtiğimiz hafta, her renkten insanın bana gösterdiği canayakınlık karşısında büyülenmiştim, dilim tutulmuştu sanki.
Kutsal şehir Mekke’yi ziyaret etmekten duyduğum mutluluk sonsuzdur. Muhammed adındaki mutavafın rehberliğinde Kâbe’yi yedi kez tavaf ettim. Zemzem kuyusundan su içtim. El-Safa ve El-Merve tepeleri arasında yedi kez, koşarak gidip geldim. Eski devirlerden kalma Mina şehrinde ve Arafat dağında namaz kıldım.
Dünyanın her yerinden gelen, yüz binlerce hacı vardı. Her renkten insan vardı; mavi gözlü sarışınlardan tutun da Afrikalı kara derililere değin. Ama tümümüz de, birlik ve kardeşlik an-layışına bağlı kalarak, aynı ibadeti yapmakla bütünleşiyorduk, oysa Amerika’da gördükleri-mize bakıp beyazlarla ötekiler arasında hiçbir zaman, kardeşlik diye bir şeyin var olmayaca-ğına inanırdık.
Amerika’nın İslam’ı tanıması gerekir, çünkü Amerika’yı başındaki ırk belasından temelli ola-rak kurtarabilecek tek şey İslam dinidir. Müslüman ülkelere yaptığım geziler sırasında, Ame-rikan toplumunda “beyaz” olarak damgalanabilecek kişilerle tanıştım. Konuştum, hatta onlar-la aynı masada yemek yedim; ama İslam dini sayesinde bu insanların kafasında “beyaz” dam-gasını yiyecek hiçbir düşünce barınmamaktadır. Çeşitli renklere mensup olan insanlar arasın-daki samimiyetin ve gerçek kardeşliğin böylesine hiç tanık olmamıştım; birbirlerinin renkleri-ne aldırdıkları bile yok.
Benden duyduğunuz bu sözler karşısında, kim bilir, şaşırıp kalacaksınız. Ama hac sırasında gördüklerim, karşı karşıya geldiklerim, eskiden beri sahip olduğum düşünce kalıplarının bir-çoklarının yeni baştan düzene sokmamı ve eskiden beri sürdürdüğüm birçok yanlışlıkları bir yana itmemi gerekli kılmıştır. Benim için pek zor olmadı bunlar katı inançların bulunmasına karşın, her zaman gerçekleri araştıran ve yeni bilgilerin, yeni deneylerin göz önüne serdiği hayat ilkelerini kabullenen birisi olmuşumdur hep. Gerçek peşinden koşturan akıldan, yapa-cağı her atılımda belli bir esnekliği hiç elden bırakmaması beklenir; işte ben, bu esnekliğe kapılarımı sonuna değin açık tutan bir insanım.
İslam dünyasına geldim geleli on bir gün oluyor; o gün bu gündür de, gözleri maviler mavisi ve saçları sarılar sarısı ve tenleri beyazlar beyazı olan Müslüman kardeşlerle aynı yaratıcıya inandığımız için aynı tabaklardan yemekteyiz, aynı bardaktan içmekteyiz, aynı yataklarda (ya da aynı halılarda) uyumaktayız. Ve gene, “beyaz” Müslümanların sözlerinde, davranışlarında, tutumlarında; Nijerya’dan, Sudan’dan, Gana’dan gelen Afrikalı siyah Müslümanların göster-dikleri samimiyetin aynısını bulmaktayım.
Hepimiz de gerçekten “kardeş” gibiyiz, çünkü bu insanların aynı ilaha yönelen inançları; ka-falarındaki tüm “beyaz” imajları, davranışlarındaki tüm “beyaz” imajları, ruhlarındaki tüm “beyaz” imajları silip atmıştır.
Hayatımda asla böylesine bir itibar görmedim ben. Hayatımda bundan daha alçakgönüllü, bundan daha sıkılgan hissetmedim kendimi asla. Kimin inanası gelir, bir Amerikan zencisi için bunca izzet-ü ikramda bulunulduğuna? Birkaç gün önce, bir Birleşmiş Milletler diploma-tı, bir büyükelçi, kralların çok yakın dostu, Amerika’da hiç kuşkusuz önce “beyaz” olarak görülecek birisi, oteldeki kendi dairesini, kendi yatağını bana verdi. Bu kişi aracılığıyla, şu Kutsal Belde’nin hâkimi Kral Faysal, benim Cidde’de olduğumdan haberdar oldu. Hemen ertesi sabah, Kral Faysal’ın oğlu bizzat yanıma gelip, şevketli babasının arzusu buyruğu üze-rine devlet konuğu olarak kabul göreceğimi bildirdi bana.
Protokol Bakanı, beni kendisi, götürdü Hac Kurulu huzuruna. Zat-ı Muhteremleri Zeyh Mu-hammed Harkan kendi ağzıyla onay verdi Mekke’yi ziyaret edebileceğime dair. Bu Muhterem zat bana, Amerika’da İslam’ın yılmaz bir savunucusu olmam için dua ettiğini söyledi. Bir araba, bir şoför ve bir de rehber vermişti benim hizmetime, Kutsal Belde’nin her yerini canı-mın istediği gibi gezip göreyim diye. Gittiğim her şehirde klima cihazlı, hizmetçili daireler ayrıldı bana hükümet tarafından. Bana öylesine payaler verileceğini hayalimden bile geçir-mezdim; oysa bu payeler Amerika’da, olsa olsa, bir krala verilir, bir zenciye değil.
Hamd, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Saygılarımla, El-Hajj Malik El-Shabazz (Malcolm X)” 14.
Malcolm, İslam Milleti cemaatinden ayrıldıktan sonra çalışmalarını yürütmek üzere iki teşki-lat kurdu: “Birleşik Müslüman Camii” ilmi ve dini faaliyetler içindi, “Afro-Amerikan Birliği Teşkilatı” ise siyasi mücadelenin farklı yanlarını birleştirmek için. Hacı olduktan ve tevhid’i kavradıktan sonra ırkçı fikirlerinden tamamen sıyrılan bir Müslüman olarak beyazlarla işbirli-ğine açıktı.
Zencilerin muhtaç oldukları eşitlik ve özgürlüğün, Amerika’nın iç meselesi değil bütün dün-yayı ilgilendirir biçimde bir “insan hakları” meselesi olduğunu düşünüyordu.
İslam Milleti cemaatinden ayrıldıktan sonra kafasındaki geniş vizyonu uygulamaya sokmak üzere Orta Doğu’ya bir, Afrika’ya ise iki kez seyahat gerçekleştirdi. Arabistan, Mısır, Kuveyt, Lübnan, Etiyopya, Tanzanya, Gana, Gine, Sudan, Senegal, Kanya, Liberya, Cezayir, Fas, Fi-listin (Gazze), İngiltere, İsviçre ve Fransa’ya gitti. Devlet yetkilileriyle, çeşitli örgüt liderleriy-le verimli görüşmeler yaptı. Halkla ve üniversite öğrencileriyle buluştu. Gittiği yerlerde rad-yolara ve gazetelere açıklamalarda bulundu. Halkının Amerika’da maruz kaldığı şartları anlat-tı, destek istedi, bağlantılar kurdu. 10 Mayıs 1964’te Niyerya’dan yazdığı satırlarda, nasıl kar-şılandığını anlatıyor:
“Gittiğim her yerde biraz daha kalmam için ısrar ettiler. Bu yüzden her ülkede, planladığım-dan fazla kalmak zorunda kaldım. Müslüman dünyada, Amerikalı bir Müslüman olduğumu öğrenince, hemen seviyorlardı beni. Burada, Afrika’da benim Amerikalı Müslüman militan
Malcolm X olduğumu duyar duymaz, hemen muhabbet gösteriyorlar. Afrikalılar genelde, Müslümanlar kısmen militanlığı seviyorlar.”
Malcolm’un İslam Milleti’nden ayrılışı, cemaate yeni katılımları ister istemez durdurduğu gibi, Millet içinde kendisine yakınlık duyan üyelerin de zaman içinde kopmalarına sebebiyet verdi.
Malcolm İslam Milleti ile çatışmaya girmekten, zencilerin zarar göreceği endişesine binaen kaçınsa da cemaat içinde kendisine yönelik karalama ve iftira kampanyaları hız kazanmıştı. Bilhassa seyahatler için Amerika dışında bulunduğu vakitler cemaatin üst düzey yetkilileri Malcolm’u “zındık” ilan ettiler. İsmindeki, İslam Milleti nişanesi, “X” harfini artık kullana-mayacağını zira kendisinin “hırsız, uyuşturucu müptelası ve pezevenk” olduğunu hatırlatma gereği duydular her yerde.
Cemaatin Malcolm’a saldırılarının belki de en etkilisi, resmi yayın organları olan Muhammed Diyor Ki (Muhammad Speaks) adlı gazetede yayınlanan Louis X imzalı bir yazıdır. Yazı, Millet’in silahlı kanadı olarak vazife gören İslam’ın Meyveleri (Fruit Of İslam) adlı teşkilata imalı bir tür göz kırpmadır:
“Ölüm kapıda ve Malcolm özellikle o şeytan işi ahmakça konuşmadan sonra akıbetinden ka-çamayacak. Malcolm gibi biri ölümü hak ediyor.”
Manning Marable, Malcolm X’in o günlerdeki psikolojisini ve düşüncelerini şöyle açıklıyor:
“Kendisine en aşağılık şekilde ihanet etmiş baba figürüne karşı kendi içinde öfke ve kahır püskürüyordu. Ne var ki Elijah Muhammed’in sadakatsizliklerini ve Millet’in içsel yozlaşma-sını adamakıllı ifşa etmediği sürece ABD’de geleneksel İslam’ın başarıyla ilerlemesinin mümkün olmadığına kanaat getirmişti.”
Malcolm’un evine artık ölüm tehditleri yağar olmuştu. Üç beş başarısız girişimden sonra çok tehlikeli bir saldırıya maruz kaldı. Bu hem tehlikeli hem de alçakça bir saldırıydı zira eşinin ve küçük kızlarının olduğu eve ateş bombaları atılmıştı. 14 Şubat gecesi, dondurucu soğukta, eşi ve çocuklarını alıp, yanmakta olan evden son anda çıkmayı başarmışlardı.
Bu olaydan bir hafta sonra, 21 Şubat 1965 pazar günü öğleden sonra, bir konuşma yapmak üzere 400 kişinin karşısına çıktığı kürsüde, “Es Selamü Aleyküm” diyerek başladığı sözlerine yüzlerce dinleyiciden “ve Aleyküm Selam” karşılığı aldıktan hemen sonra üç zenci tarafından sağdan ve soldan açılan ateşler sonucu şehid edildi.
Malcolm, önceki günleri kendilerine bir zarar gelmesin diye bilhassa eşinden ve çocukların-dan ayrı geçirmişti. Normalde asla yapmayacağı bir şeyi yaparak o gün için eşini ve çocukla-rını konuşmayı dinlemek üzere özel olarak çağırmıştı. Babalarını görecekleri için çok sevinçli olan kızlar, en güzel elbiselerini giyinmiş bir halde annelerinin yanında, ilk sırada oturuyorlardı. Malcolm o gün için, bütün ekibinin ısrarla karşı çıkmasına rağmen “anlaşılmaz” bir ka-rar daha vermişti. Korumaların -biri hariç- tamamı silahsız olacaktı ve içeri girişte Müslüman kardeşlerinin üzerleri aranmayacaktı.
Bu açıdan bakıldığında Manning Marable’nin Malcolm’u Kerbela’daki Hz. Hüseyin’e ben-zetmesi anlamlıdır:
“Hüseyin gibi Malcolm da ölümden sakınmamaya veya kaçmamaya yönelik bilinçli bir karar almıştı. İsteseydi ölümden kolayca kaçabilirdi.”
Malcolm’un ölümü, sözlerini çarpıtan ve kendisini anlamamakta ısrar eden, ırkçılıkla malul “beyaz” Amerikan basını tarafından üç aşağı beş yukarı, şöyle duyurulmuştu kamuoyuna:
New York Times Gazetesi: “Malcolm X siyah ve beyaz iki dünyada yaşadı, her ikisi de acıyla biten.”
Times Dergisi’nin başyazısı da klasikti: “Onca hakiki beceriyi şeytani bir amacın hizmetine sokmuş bir adam. Malcolm X’te liderlik kumaşı vardı ama şiddete olan fantastik ve acımasız inancı kendini sosyal haklar hareketinin sorumlu liderlerinden ve zencilerin ezici çoğunlu-ğundan ayırmakla kalmadı, aynı zamanda kötü bir nam salmasına ve feci bir akıbete uğrama-sına vesile oldu.”
Time Dergisi birkaç gün sonra nedense iyice seviyesizleşmişti: “Malcolm X bir pezevenk, kokain bağımlısı ve hırsızdı. Utanma duygusu olmayan bir demagogdu. Düsturu nefretti.”
Neyse ki biraz itidalli olanlar da vardı. Saturday Evening Post, onlardan biriydi: “Malcolm X’in çirkince öldürülmesi çoğu insanı bu kafa karıştıran ateşli genç hatip üzerinde düşünmeye itti. Onun ölümü zencilerin eşitlik mücadelesinin kaçınılmaz bir parçası mıydı?.. Ölümü yeral-tı dünyasına özgü bir infazdan ziyade bir azizin ölümüne benziyor. Fakat Amerikalılar had-dinden fazla suikasta ve ihtilafları şiddet yoluyla çözme girişimine tanık oluyorlar.”
Esasen Malcolm medyayı tanıyordu ve boşuna dememişti; “Eğer dikkat etmezseniz medya size mazlumu zalim, zalimi mazlum gösterir.”
Suikastten 5 gün sonra Elijah Muhammed “Malcolm kendi düşünceleri yüzünden bu akıbete uğramış bir riyakârdı” demek suretiyle hiç üzülmediğini ifade etmişti.
Kesin olan şu ki Malcolm’un ölümünde birinci derecede sorumluluğu paylaşanlar İslam Mil-leti cemaati ile New York Polis Departmanıydı. Emniyet. Daha doğru bir ifadeyle ABD.
Malcolm cinayetini gerçekleştirdikleri iddiasıyla tutuklanan üç kişinin yargılanmasına bir yıl kadar sonra başlandı. Yargılama sonunda üç isim de ömür boyu hapse mahkûm edildiler. Bu isimlerden Norman Butler 1985’te, Thomas Johnson 1987’de ve Talmadge Hayer 2010 yılın-da tahliye edildiler.
Malcolm’un kurduğu çok yeni iki teşkilat kısa bir süre sonra işlerliğini yitirdi. Zira Malcolm gibi bir liderin yerini değil o yıllarda, halen dahi kimse doldurabilmiş değildi.
Alex Haley tarafından kaleme alınıp Malcolm’un ölümünden hemen sonra yayımlanan otobi-yografi müthiş bir popülarite edindi ve lise ve üniversite müfredatlarına dahi girdi. Kitaba dair en yetkin tanımlama Malcolm’un münazara arkadaşı Bayard Rustin tarafından yapılmıştı. Washington Post Gazetesi’nde yazdığı yazıda şu yorumda bulunmuştu: “Kimliğini ve toplum içindeki yerini arayan Amerikan zencisinin Odesa Destanı.” Kitap ilk 12 yılda dünyada 6 mil-yondan fazla satmıştı.
“Çalışmalarımı anlayışları ve özverileri sayesinde yürüttüğüm sevgili eşim Betty’ye ve çocuk-larımıza adıyorum bu kitabı” demişti Malcolm. Bugün kitabı eline alanların ilk sayfada göre-ceği üzere… Oysa ki ilk planda farklı düşünmüş, bir not kâğıdına bizzat yazdığı ithafı, “böyle olacak” diyerek yazarı Haley’e uzatmıştı:
«Bu kitabı, beni Amerika’da, yeryüzünün en çirkef uygarlık ve toplumunun bataklık ve pislik-leri içinde bulan, beni oradan çekip çıkaran, beni arındıran, ayaklarım üzerinde durduran ve beni bugünkü halime getiren Muhterem Elijah Muhammed’e ithaf ediyorum»
Elijah Muhammed’e ve dolayısıyla İslam Milleti’nin sapık inanç ve pratiklerine karşı çıkma cesaretini gösteren kişi olan Malcolm, bu anlamda yalnız değildi. Elijah’ın iki oğlu da başkal-dırmıştı. Wallace Muhammed ile El Ezher Üniversitesi’nde eğitim görmüş kardeşi Akbar Muhammed.
Wallace Muhammed Malcolm ile temelde aynı düşünse de onunla birlikte hareket etmeyerek farklı bir strateji izlemiştir. Kendini geri çekmiş, takiyye yapmış ve nihayet babasının 1975 yılında vefatı üzerine cemaatte ipleri eline almıştır. O tarihten bu yana gerçekleştirdiklerini bir tür “islam devrimi” olarak nitelendirmek abartı olmaz. Tanrılaştırılan adam Wallace Fard’dan gelen ismini Warith Deen olarak değiştirmiştir.
Warith Deen (Varüsiddin ) Muhammed, Malcolm hakkında ileri geri konuşan ve katı bir ırkçı olan Louis Farrakan’ın vekilliğini elinden aldı. İslam Milleti’nin ırkçı görüşlerinin tamamını reddetti ve beyaz üyelere kapıları açtı. İslam Milleti’ni Kur’an ve Sünnet çizgisindeki sahih İslam dairesine çekti. Yeni bir sayfa açtığından bahisle, örgütün ve yayın organının ismini değiştirdi. Malcolm’un itibarını iade etti ve Harlem’deki camiye onun adını verdi.
D. Muhammed, kendisini yenilemeyen/değişime kapatan Louis Farrakhan’ı daha sonra teşkilattan ihraç etmiştir. Babasının batıl inançlarını sürdüren ve ırkçılık üzere yürümeye de-vam eden Farrakhan, İslam Milleti ismini kullanarak etrafında ırkçı insanlar toplamıştır ve halen Millet’e liderlik etmektedir. Ancak bir farkla. Beyaz düşmanlığına katı bir Yahudi düş-manlığı ilave ederek.
Malcolm, sadece İslam Milleti’nin değil, Amerika’daki İslam anlayışının da rayına oturması-na vesile olması bakımından unutulmaz bir değere sahiptir. Zulme karşı destansı direnişi sa-dece Amerika’da değil bütün dünyada pek çok farklı yapıya ilham vermektedir. Müslüman olsun olmasın, bütün siyah derililer, ırkçılığa karşı ölümüne mücadele vermiş bu “Siyah Prens”e ayrı bir saygı ve sevgi duyacaktır.
İran İslam Devriminin lideri Ayetullah Humeyni hükümeti üzerinde Malcolm’un resmi bulu-nan özel bir posta pulunu 1984 yılında yayınlayan ilk hükümettir. 1999 yılında Amerikan Devleti dahi Malcolm’un katkılarını yadsımayı bıraktığını gösterir şekilde, ona özel bir posta pulu bastırmıştır.
Umudu ve insan onurunu temsil eden, cesareti ve inanmışlığı ile bu dünyadan sembol bir şah-siyet olarak geçen Malcolm’un adı şehitler makamına yazılmıştır.
O bize, sahih İslam’ın insanı nasıl dönüştürüp güzelleştirebileceğini gösterdi. Bildikleriyle samimiyetle amel etti ve Rabbi ona bilmediklerini öğretti.
“Bir taş at” diye başlayan şiirinde, “şehitleri an” demişti.
Onu anlamak üzere anmak istiyoruz. Ve tüm şehitleri…
Allah onlardan razı olsun. Bizleri de onların makamına eriştirsin.
«Allah yolunda öldürülenlere “ölü” demeyin: Hayır, onlar yaşıyor, ama siz farkında değilsiniz.» (Kur’an, Bakara Suresi 154. Ayet)
(Buraya kadar olan kısım Mehmet Ali Başaran tarafından kaleme alınmıştır.)
***
Prof. Dr. Recep Şentürk’ün Kaleminden Malcolm X
Malcolm X’in hayatında üç safha vardır:
Malcolm Little dönemi: Malcolm, sıkıntılı bir çocukluk dönemi geçirir ve ortaokul bittikten sonra liseye devam etmeden okulu terk eder. O devirde lisede okuyan siyahların sayısı zaten çok azdır. Burada Malcolm’un hayatı boyunca unutamayacağı ve şuurunda yer eden, okuldan aniden soğumasına sebep olan bir olay gerçekleşir: Bir gün, dersinde çok başarılı olduğu ve kendisini çok seven İngilizce hocası Bay Ostrowski, ona ileride meslek olarak ne yapmayı düşündüğünü sorar. Malcolm, o güne kadar fazla kafa yormadığı bu soruya avukat olmayı düşündüğünü söyleyerek cevap verir. Bunun üzerine Bay Ostrowski Malcolm’a dönerek şöyle der:
“Biliyorsun, burada hepimiz seni severiz. Ancak sen bir zenci olduğunu unutmamalısın. Avukat olmak bir zenci için gerçekçi bir ideal değil. Sen olabileceğin bir şey düşünmelisin. Çok kabiliyetli ellerin var. Neden bir marangoz olmayı düşünmüyorsun?”
Ancak sınıftaki diğer öğrencilere de ileride hangi meslekleri seçeceklerini soran Bay Ostrowski, Malcolm’dan daha az çalışkan oldukları halde onları ideallerini gerçekleştirmeleri için teşvik eder, hiçbirisine başaramayacağını söylemez. Bu durum Malcolm’u derinden etkiler; Malcolm’un okuldan soğumasına, beyazlara yabancılaşmasına ve ne kadar zeki ve başarılı olursa olsun, ırkçılık engelini aşamayacağına inanmasına yol açar.
Bu ve benzeri olaylar Malcolm’u sisteme yabancılaştırır. Böylece onun hayatında, yeraltı dünyasında ve hapishanelerde geçirilen bir dönem başlar. Bu dönemde Malcolm’un hiçbir ideolojik çabası yoktur; Tanrı’yı inkâr etmektedir ve sadece behimi arzularını tatmin peşindedir.
Malcom X dönemi: Bu dönem, Malcolm X’in hapishanede İslam Milleti Hareketi Lideri Elijah Muhammed’in öğretisi ile tanışarak İslam’a ilk adım attığı ve sadece ABD’de yaşayan Afro-Amerikalıların haklarını savunduğu dönemdir. Bu dönemde Malcolm, kölelikten kalma “Little” soyadını bırakır, matematikte bilinmeyeni ifade eden “X”i soyadı olarak kullanmaya başlar. Bir müddet sonra Malcolm X, siyah milliyetçiliğinin sınırlarını ABD dışına da genişletir ve dünyadaki bütün siyahların haklarını savunmak için mücadele etmeye başlar. Malcolm X, İslam Milleti Hareketi’nin sözcülüğüne kadar yükselir. Ancak hareketin lideri Elijah Muhammed’in bazı çelişkilerine ve yolsuzluklarına göz yummayınca hareketten kovulur.
el-Hacc Malik el-Şahbaz dönemi: Malcolm X’in hayatında hac, önemli bir dönüm noktası olur. Hac görevini ifa ettikten sonra ismi ile birlikte düşünceleri ve davası da değişir. Malcolm’un yeni ismi artık el-Hacc Malik el-Şahbaz’dır. Hacda evrensel İslam’ı keşfettikten sonra istisnasız bütün insanların haklarını savunmak için mücadeleye başlar. İslam ona, o güne kadar savunduğu siyah milliyetçiliğini bir kenara bırakarak insan hakları konusuna tevhit penceresinden bakıp bütün insanlığı, bir olan Allah’ın yarattığı tek bir aile olarak sevgiyle kucaklamayı öğretir.
Malcolm X’in hayatındaki, sonuçları itibarıyla belki de en etkili olay hac olmuştur. Malcolm X hacda, İslamiyet’in Amerikalıların bir türlü çözemediği ırk ayrımcılığı problemini çözdüğünü görür. Beyaz adamın bu çözümden örnek alması gerektiği kanaatine ulaşır. Eğer İslam ırk problemini Afrika’da ve Asya’da çözmüşse, Amerika’da da çözebilir. Buna bir engel yoktur. Öyleyse Amerika İslam’dan bu konuda istifade etmelidir. Bu maksatla Malcolm X, lideri olduğu Muslim Mosque’a hacdan gönderdiği mektubun aynı zamanda basına da dağıtılmasını söyler. Malcolm’un Mekke’den Amerika’ya gönderdiği mektup, kendisini sevgiyle veya nefretle izleyenleri şok eder.
Mekke’den Amerika’ya mektup
Ömrümde her renkten, her ırktan insanın birlikte kaynaştığı; İbrahim’e, Muhammed’e ve semavi kitaplardaki bütün peygamberlere ev sahipliği yapan, şimdi bulunduğum bu mukaddes topraklardaki kadar insanlar arasında böylesine coşkulu ve içtenlikli bir konukseverlik, böylesine yüreklerden taşan gerçek bir kardeşlik hiç görmedim.
Geçen hafta, çevremde her renkten insanın oluşturduğu asil ve anlatılamaz ihtişamdan büyülenmiş bir halde konuşmaktan aciz kaldım.
Beni yaratan Allah, beni mukaddes Mekke’yi ziyaret etmekle ödüllendirdi. Kâbe’nin çevresini yedi kere döndüm. İnsanlığın dertlerine deva, İslam’ın kutsal suyu zemzemden kana kana içtim. Safa ve Merve tepeleri arasında yedi defa gittim geldim.
Adem’in yurdunda, tarihin en eski kenti Mina’da, Arafat’ta dua ettim.
Dünyanın dört bucağından on binlerce hacı ile birlikteydim. Mavi gözlü sarışınlardan siyah derili Afrikalılara kadar bütün renkler kaynaşmıştı. Fakat hepsi insanların birlikteliğini, tek bir ruh halini simgeliyordu. Bu benim Amerika’da siyah ile beyaz arasında göremediğim, fakat görülmesi kaçınılmaz ve mümkün olan bir manzaraydı.
Amerika, İslam’ı tanımalı, anlamalı ve bilmelidir. Çünkü sadece bu din, toplumdaki ırk ve renk ayrımı ile insanlar arasındaki ayırımı kökten reddetmektedir. İslam ülkelerine yaptığım gezilerde konuştuğum insanlar ve hatta beraber yemek yediğim beyaz Amerikalılar, kafalarındaki ayırımcılığın İslam ile tanıştıktan sonra yok olduğunu söylediler.
İnsanların renklerine bakılmaksızın birlikte iç içe oldukları böylesine içtenlikli ve gerçek bir kardeşlik manzarasını bundan önce hiç görmemiştim.
Bu sözcükleri benden işitmeye belki şaşıracaksınız. Bu hac sırasında gördüğüm ve yaşadığım gerçekler, benim daha önceden eriştiğim düşünce biçimini yeniden temellendirmemde etkili oldu ve bazı yargılarımı terk etmeye karar verdim.
Bu benim için hiç de zor olmayacak. Sıkı ve kesin kabul ettiğim düşüncelerime rağmen, ben her zaman gerçeğin arayışı içinde oldum ve karşılaştığım her yeni gerçeği yeni bir aşama, yeni bir açılım olarak kabul ettim.
Gerçeğin yetenekle aranmasının önemli ve belki de ilk şartı olan beynimi ve aklımı daima açık tuttum. Bu kutsal yerlerde geçirdiğim 11 gün içinde Müslüman kardeşlerimle tek ve aynı Allah’a ibadet ve dua ederken onlarla birlikte aynı tabaktan yedim, aynı bardaktan içtim, aynı kilimin üstünde uyudum. Gözleri mavilerin en mavisi, saçları sarıların en sarısı ve derileri beyazların en beyazı idi.
Ve beyaz Müslümanların sözcükleriyle ben Nijerya’dan, Sudan’dan ve Gana’dan siyah Afrikalı Müslümanlar arasında aynı ve gerçek içtenliği ve duyarlılığı yaşadım. Biz gerçekten kardeştik. Çünkü inancımız tek Allah’a idi ve aramızda renkler kalmamış ve beyaz renk, Amerika’da var olan tutum ve davranışlarıyla düşüncelerimizden sökülüp atılmıştı.
Beyaz Amerikalılar Allah’ın tekliğini kabul ettiklerinde insanın birliği gerçeğini de kabul edecek ve insanlar arasında antropolojik üstünlük ölçülerine, farklı renklere farklı muamelede bulunmaya son vereceklerdir.
Amerika’daki ırkçılık tedavi kabul etmez bir kanser salgınıdır. Beyaz Amerikalının Hristiyan kalbinin, böylesine yıkıcı bir hastalığın tedavisinde kanıtlanmış bir gerçeği kabul etmesi kaçınılmazdır. Irkçılık Almanya’da Almanları içeriden vurmuş ve yıkmıştır.
Bu kutsal topraklarda geçen her saat bana Amerika’daki siyah-beyaz çatışmasına yaklaşımda çok daha güçlü bir iç zenginliği kazandırıyor. Amerikan siyahileri ırkçı kinleri nedeniyle asla suçlanamazlar. Onların tepkileri, Amerikan beyazlarının 400 senelik bilinçli ırkçı davranışlarına karşı oluşan bir bilinçaltının doğal sonucudur.
Irkçılık Amerika’yı sarmalayarak bir intihara doğru sürüklemektedir. Gözlemlerime dayanarak çeşitli zaman ve mekânlarda kolej ve üniversitelerde birlikte olduğum yeni nesil beyaz gençlerin birçoğunun duvarlardaki yazıları görüp okuduktan sonra Amerika’yı tümden bir yıkıma götürecek ırkçılık hastalığından kendilerini kurtaracak tek doğru yolu bulmalarının doğal bir şey olduğunu düşünüyorum.
Burada hiç de öyle çok yüksek bir saygınlık görmedim ve bunu beklemiyordum da. Kendimi çok saygıdeğer birisi veya hepten değersiz birisi gibi de hissetmedim!.. Birkaç gece önce Amerika’da, kendisini beyaz olarak gören bir beyaz adam; Birleşmiş Milletler’de bir diplomat, bir elçi, kralların arkadaşı bir adam, bana kendi dairesini, kendi yatağını verdi.
Amerika’da böyle bir muamele göreceğim aklımın ucundan geçmesi bir yana, bu durum rüyalarımda bile olası değildi. Böyle saygın ve şerefli bir muamelenin Amerika’da değil bir siyahiye, bir krala bile yapılması şaşkınlık yaratacak bir gelişmedir.
Bütün övgüler yerin, yedi kat semanın ve evrenlerin yegâne yaratıcısı ve sahibi Yüce Allah’a aittir.
el-Hacc Malik el-Şahbaz/Mekke 1964
Malcolm X’in sahipsiz mirası
Malcolm X’in düşüncesi, farklı safhalardan geçse de değişmeyen temel bir özelliğe sahipti: Haksızlığa karşı sessiz kalmamak. Malcolm X’in düşüncesindeki evrimin, nihayet evrensel insan hakları düşüncesine ulaşmasının ve bu yoldaki mücadelesinin fikrî temellerini, onun giderek daha iyi kavradığı İslam’ın evrenselliğinde aramak gerekmektedir. Malcolm X’in mirası, günümüzde çok tartışılan İslam ve evrensel insan hakları arasındaki ilişkiyi daha iyi görmemize önemli bir katkı sağlamaktadır: İslam, insan haklarını evrensel planda savunmayı, kime, kim tarafından ve nerede yapılırsa yapılsın haksızlığa “gerekli her yolla” karşı koymayı emreder.
Malcolm’un hayatı, gerilim, trajedi ve köklü değişimlerle dolu bir özgürleşme serüvenidir. İnançları sürekli yıkılıp yeniden inşa edilerek değişime uğrar ve Malcolm X nihayet sahih tevhidi yakalar. Onun davası, diğer insanlara yararlı olabilmek ve onları da kendisi gibi özgürlüğe kavuşturup ayrımcılık kurbanı olmaktan kurtarabilmek içindir. Bu uğurda giderek daha kuşatıcı ve daha etkin bir strateji ile gerekli her meşru yola başvurarak mücadelesini yürütmüştür.
Müslümanların modern dönemde insan hakları konusunda nasıl bir tutum sergilemesi gerektiği konusunda Malcolm X, canlı bir örnek olarak önümüzde durmaktadır. Ancak günümüzde, ister ABD’de ister dünyanın başka yerlerinde yaşasın, Müslümanlar Malcolm X’e büyük hayranlık duymalarına rağmen, onun mesajını layıkıyla anlayıp gereği gibi sahip çıkmış değildir.