“(Münafıklar), ‘Allah’a ve Peygambere inandık ve itaat ettik’ derler. Sonra da onların bir kısmı bunun ardından yüz çevirirler. Hâlbuki onlar inanmış değillerdir.” (Nûr, 24/47)
“Mümin, (yanık) buğdaylar gibidir. Rüzgâr buğday başaklarını (sarıya, kırmızıya boyayarak) bir o yana, bir bu yana savurup okşar ya! İşte öyle. Rüzgâr dinip hava durulduğunda ise başaklar düzelip serpilir, tüm endamıyla. Ama münafık öyle mi ya! Çam gibidir o. Çamlar esintilere aldırış etmez, (dimdik, kaskatı, mağrur!) Ne var ki, (bu durum aldatmamalı insanı.) Saltanatları, bir şiddetli kasırgaya kadardır, onların. (Bir fırtına, bir bora koptu mu,) kırar belini, devirir ağaçların devini.”
Efendimiz böyle anlatıyor, mümini ve inançta iki yüzlülük eden münafığı. Mü-min başak gibi, tarladaki ekin gibi; münafık çam yarması gibi. Kalbi katı, duyguları körelmiş, ‘inançsız olduğunu’ bile söyleyemeyecek kadar, sahte!
Efendimiz, ‘inandım’ demeyi yeterli görmemiştir, dürüstlüğü inançtan ayırma-mıştır. Aslen bir Yahudi olup Mekkeli müşrikler hesabına elçilik yapan Ebû Rafi’yi hatırlayalım. Mekkeli müşrikler Ebû Rafi’yi, Medine’ye Hz. Peygamberle görüşmeye gönderirler. Ebû Rafi, Peygamber’i görünce, hayatında inandığı bütün değerler pa-ram parça olur. Kendisinin, güzelliklerin karşısında, kötülüğün yanında yer aldığını fark eder, bir anda. Peygamberin davranışları, sözleri onu hayran bırakır, iki cihan sevgilisine! Bu insan, ancak bir peygamber olabilir, diye geçirir içinden, karar verir
Müslüman olmaya, ağzından şu sözler dökülür Ebû Rafi’nin:
“Ey Allah’ın Resûlü! Ben Mekkeliler adına sana elçi olarak gelmiştim, fakat Allah biliyor, Mekkeli putperestlere bir daha dönmeyeceğim.” Efendimiz, “Sen Mekke’ye, Kureyş’e dönmelisin, eğer orada hâlâ aynı duyguları taşıyorsan, sonra çıkıp gelirsin” der. Çünkü Ebû Rafi’nin tamamlamak zorunda olduğu bir görevi vardır. Görevini ihmal ederek, dürüstlüğüne zarar vermemelidir.
Ebû Rafi’ye ne mi oldu? O, Peygamberin dediğini yaptı, o zamanki puta tapan Mekke’ye geri döndü. Ancak bundan kısa bir süre sonra, Müslüman olarak tekrar Medine’ye, Allah’ın Elçisinin yanına vardı. ‘İman sadakattir, ahde vefadır, dürüstlük-tür, inançsızların bile hakkını korumaktır.’ Peygamber ona bunu öğretmişti.
İnançsızlık imana benzemez, inanmamak haktan uzaklaşmaktır. Kişi haktan, uzaklaşmaya görsün, o vakit her türlü kötü duygu serpilir, onun kalbinde. Kaba-laşır, kavrayışı azalır, Abdullah bin Übey gibi, hani şu Medineli münafıkların lide-ri (Buharî, “Merda”, 5663; Buharî “Edeb”, 6207). Hurkus bin Züheyr gibi, hani Huneyn savaşından dönüşte, ganimet dağıtımı sırasında, Peygamberimizin yanında duran Bilâl’in eteğindeki gümüş paralara gözü ilişen ve gerçek duygularına yenik düşüp Peygamberi sözleriyle inciten Hurkus.
O nasıl da deyivermişti, Allah’ın Resûlüne, utanmadan, “Ey Muhammed! Âdil ol.” diye. Çok görmemeli bu yaptığını bu küstaha! “Nezaket ve dinin büyüklüğünü kavrayabilme gücü münafıklarda olmazdı zaten.” (Tirmizî, “İlim”, 2684). Resûlullah’ın sözleri kulaklarımızda yankılanıyor bugün bile taptaze. Hurkus anlamadıysa bile, biz anlıyoruz onu. “Yazık sana! Ben âdil değilsem kim âdil olabilir!” demişti ona, Kutlu Elçi. Ve eklemişti: “Hurkus gibilerinin ha bire Kur’an okuması sizi aldatmasın. Okudukları Kur’an, gırtlaklarından aşağı inmez onların. (Kur’an’ı sindirememişler-dir onlar.) Onların amelleri, tıpkı ‘ok’un hedefini delip geçmesi gibi boşa gider.” (Müslim, “Zekât”, 2456).
Yüce Allah ise münafıkların boşa giden amellerinin sonucu olarak, uğrayacakları azabı şöyle anlatıyor bize:
“Doğrusu münafıklar, ateşin en aşağı tabakasındadırlar. (O gün) onlar için hiçbir yardımcı da bulamazsın.”
Ebû Rafi gibi mi olmalıyız, “yedi başak bitiren ve her başakta yüz tanesi bulunan bir ekin gibi bereketli (Bakara, 2/261); yoksa Hurkus gibi mi olmalıyız? Okuduğu Kur’an’dan nasiplenmeyen, amelleri hedefi sıyırıp geçen ‘ok’ gibi boşa giden ve çam yarması gibi kaba.
Münafıkça davranışları, altını, gümüşü, parayı imana tercih etmesi fayda verdi mi Hurkus’a ve diğer inançta ikiyüzlü davrananlara? Hayır! Kur’an bize şöyle diyor:
“Şüphesiz münafıklar Allah’a oyun etmeye kalkışıyorlar; hâlbuki Allah onların oyunlarını başlarına çevirmektedir. Onlar namaza kalktıkları zaman üşenerek kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar, Allah’ı da pek az hatıra getirirler.”
Peygamber Efendimiz, münafığın başka niteliklerini ekliyor:
Emanete hıyanet!
Yalan konuşmak!
Sözünden caymak!
Tartışmada ölçüyü kaçırmak! (Buharî, “İman”, 34)
Bütün bu davranışlar dürüstlüğü gölgeleyen şeyler. Mevlana boşuna demiyor: ‘Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol!’ diye.
Son sözü, gelin, Peygamberimizden dinleyelim, Allah’ın Resûlü buyuruyorlar ki:
“Münafık iki sürü arasında gidip gelen şaşkın koyun gibidir. Bir o sürüye gider, bir bu sürüye!” (Müslim,”Sıfâtü’l-Münâfikîn”, 7043)
Ve yine bir hadislerinde çok iyi bildiğimiz sözünü söylüyor, Efendimiz: “Sürüden ayrılanı kurt kapar.” (İbn Hanbel, Müsned, 28064)
Allah hiçbirimizi kurda kuşa yem etmesin. Rabbim, hepimizi münafıklıktan uzak tutsun. Doğruluk, dürüstlük ve imandan ayırmasın. Selam olsun, hidayete tabi olanlara!