İmam Mâtûrîdî, Özbekistan’ın Semerkand şehrinin Mâturîd köyünde dünyaya gelmiş bir müfessir ve fakihtir. Bazı kaynaklarda Arap olduğu söylense de bilhassa Kitâbu’t-Tevhîd adlı eserini çeviren B. Topaloğlu bu çeviride gördüğü ve Arap dili açısından aksayan birtakım dil kusurları ve metinde Türkçe cümle yapısını andıran ifâdeler dolayısıyla Arap asıllı olamayacağını vurgulamıştır. Ayrıca böyle büyük bir müfessirin Araplarda bir gelenek olan şecerecilik dolayısıyla bir sahâbeye kadar uzatılması gereken soyunun sâdece dedesine kadar çıkarılabilmesi ve görüşlerinin neşredildiği coğrafya, onun Türk olması ihtimâlini daha da artırmaktadır.
Mâturîdî’nin düşünce dünyasının temelinde tevhid fikri yer alır. Bu konuya özellikle eğilmesi yaşadığı topraklarda ve dönemde Manicilik gibi düalistinançların ve Gnostisizmin etkin olmasına bağlanmaktadır. Bu büyük imam, îtikâd ve fıkıh konularında Ebû Hanife’nin metodunu benimsemiş ve geliştirerek yeni bir Hanefî kelâmı oluşturmuştur. Ayrıca ilk dirâyet tefsiri olarak kabûl edilen Kitâbu’t-Tevîlat da onun eseridir. Kendisine 14 eser atfedilmiştir. Bunların içinde İsmâilî, Oniki İmamcı Şiîlik ve Mûtezile inançlarının cerhedilmesine ayrılmış kitaplar da bulunmaktadır; lâkin yukarıda zikredilen Kitabu’t-Tevhîd ile birlikte günümüze ulaşan eseri bu meşhur tefsiridir. Mâtûrîdî, görüşlerini temellendirirken nakille birlikte aklı da kullanmış, tezlerini berkitmek için toplumsal ve târihî deliller getirmeye de özen göstermiştir. Mâtûrîdî, Mûtezile görüşlerinin çoğunu reddetmiş olmakla birlikte akıl yoluyla tanrının bilinebileceğini kabûl etmiştir. Ayrıca ilâhî irâde konusunda da Mûtezile ve Eşârîliğin aşırılıklarını yumuşatmıştır. Kitâbu’t-Tevhîd’de okuduğumuz, Ebû Mansur’dan naklettiği şu sözler bunu net bir şekilde özetlemektedir: “Nesne ve olayların gerçekliklerinin bilinmesine götüren yollar idrak, haberler ve istidlâlden ibârettir.” Diğer yandan Mâtûrîdî’nin atıfta bulunduğu eserler arasında Aristoteles’in Mantık’ının da bulunması felsefî bilgi ve metodolojiye sâhip olduğunu da göstermektedir.
Mâtûrîdî imâmet yani devlet başkanlığı konusunda da görüşler serdetmiştir. Ona göre toplumsal düzeni sağlamak için bir başkan gereklidir. Siyâsî gelenek ve târihî gerçekler de bunu gösterir; fakat bu konular Kur’ân’da açıklanmamıştır. O sebeple siyâsî iktidârın sâhipliği konusunda dinî açıdan gözetilmesi gereken esas, takvâdır. Mâturîdi, kendisinden bir asır sonra gelen Mâverdî’nin aksine devlet başkanının Allah’ın halifesi olduğuna inanır; fakat bu ona bir dokunulmazlık vermez. Başkan seçim yoluyla gelmeli ve istişâre etmelidir. Hem dokunulmazlık ve istişâre konusunda hem de imamın Kureyş’ten olması gerektiği husûsunda ise Mâverdî ile örtüşür.
Mâturîdî kelâm alanında 10. asırda ön plâna çıkmış, 12. asırda îtikadda imamlığı tescil edilmiştir. Bu târihte, Anadolu ve Suriye’deki Hanefîler de onun öğretisini benimsemişlerdi. F. Lewis, 13. asır Anadolusu’nun meşhur sûfîsi Mevlânâ’nın düşüncelerinde, akıl ve mantığa dayalı tavrında Mâturîdî’nin öğretilerinin güçlü tesiri olduğunu belirtmektedir. Onun etkisi Osmanlı medreselerinde de görülmüş, fikirleri Mâverâünnehir dışında Hindistan’da da kabûl görmüştür. Hayatını ilme vakfeden Mâturîdi 90 yaşında öldüğünde, Semerkand kadısı tarafından mezar taşına şu ibâreler yazdırılmıştır: “Burası, her şeyini ilme adayan ve ilmin yayılıp gelişmesine harcayan, bu sebeple eserleri övülen, ömrünün meyvelerini toplayan zâtın kabridir.”
Göktürk Ömer Çakır