Ahi kelimesinin etimolojisinin ne olduğu hususunda muhtelif görüşler ve deliller sunulmuştur. Bazı araştırmacılar Arapça “kardeşim” manasına gelen “ahi”den geldiği hususu üzerinde dururken; bazı araştırmacılar ise Kaşgarlı Mahmut’un “Divan-ı Lügati’t-Türk” adlı eserinde geçen, “eli açık, cömert ve yiğit” gibi anlamlara gelen Türkçe “akı” kelimesinden geldiği görüşünü dile getirmiştir. Ahi kelimesinin tarihî süreç içerisinde aldığı mana, oluşturduğu kavram ve ruhu göz önünde bulundurulunca bu iki kelimenin birbirinden hiçbir farkı olmadığı aşikârdır.
Nitekim Ahi mensuplarının faaliyetleri ve tasavvufi birikimleri ile ilgili günümüze bilgi aktaran “Ahi Fütüvvetnameleri” ve Ahiler hakkında kayıt tutan seyyahların gözlemleri bizlere ahiliğin beslendiği kaynaklar ve ruhunu oluşturan unsurlar hakkında önemli bilgiler vermektedir.
Ahilik, tamamı ile Türk kültürünün ve inancının ağırlıklı olarak kendi öz kaynaklarından ve az da olsa farklı kaynaklardan beslenerek oluşturduğu bir sistemdir. Sistem İslam inancı ile birlikte, İslam öncesi kadim Arap geleneklerinden de beslenmiştir. Beslenilen bu kaynaklar içerisinde en önemlisi hiç şüphesiz ki kadim Arap “feta” ve “fütüvvet” geleneğidir.
“Feta” Arapların, ahlaki erdem ve hasletlere sahip olan gençlerine verilen bir isimdir. Özellikle toplumsal barış, yardımseverlik ile ticari alanda kalite ve doğruluğu gaye edinen Arap gençlerinin adıdır. Nitekim kökleri “cahiliye dönemine” kadar gitse de, asıl manasını tamamı ile İslam dininin nüzulü ile birlikte bulmuştur ve tamamlamıştır. Bu telakkinin İslam tarihi içerisinde en önemli örnekleri “Hılful Fudul” ve Hz. Peygamber’in kurduğu “Medine Pazarı”dır.
Erdemliler Cemiyeti olarak adlandırılan Hılful Fudul, Hz. Peygamber’in gençlik yıllarında katıldığı bir cemiyettir. Feta denilen yiğit ve erdemli kişilerin bir araya gelerek yeminleşerek oluşturdukları bu cemiyetin esas gayesi toplumda haksızlığa uğramış, fakir ve desteğe muhtaç kişilere yardım etmektir. Hz. Muhammed, risaletinden sonra dahi toplumsal dayanışmayı güçlendiren bu topluluğu anmış ve önemini şu sözlerle ifade etmiştir:
“Abdullah b. Cüd’ân’ın evinde bir antlaşmaya katıldım. İslam çağında dahi böyle bir antlaşmaya çağırılsam gene kabul eder ve katılırım. Çünkü İslam, Hılful Fudul’u destekleyip güçlendirmekten başkasını yapmaz.” (İbn-i Kesîr, el-Bidâye, II, 295.)
Kadim Arap geleneğinde bulunan feta kavramı, İslam ile birlikte daha da güçlenmiş, İslam’ın mümin insanlara yüklediği bütün müspet özellikler ile iç içe geçmiştir. Bu dönem ile birlikte feta, tamamen İslam’ın ideal olarak örnek gösterdiği insan tipi olarak anılmaya başlanmıştır. Fütüvvet mensupları Hz. Muhammed’in izinden giden, onun ahlakı ile donanmış, onun erdemliliğine sahip olan kişiler olarak anılmaya başlamıştır. Fütüvvet mensuplarının beslendiği en temel kaynak yüce Kur’an-ı Kerim olmuştur.
İslam inançları ile Arap ahlak ve geleneğinin de baskın olduğu fütüvvet düşüncesi, özellikle İslam fetihleri sonrası tasavvufi birikim ile kaynaşmış, iç içe geçmiş ve yayılma alanı bulmuştur. Bu dönemde fütüvvet ve feta birçok İslam âliminin de görüşleri ile sistemleşmeye başlamış. Fütüvvet ile ilgili müstakil eserler kaleme alınmaya başlanmıştır. Fütüvvetname adı ile anılan bu eserler, fütüvvet ve Ahilik düşüncesinin felsefi temel ve doktrinlerini oluşturmuş, bu düşüncenin aktarımı ve devamlılığını sağlamış, birçok tekke ve medresede okutulmuştur.
Hatta bu dönem içerisinde fütüvvet mensubu kişilerin siyasi hayatta da etkin olmaya başladıkları görülmektedir. Özellikle fütüvvet telakkisi Abbasi halifesi en-Nasr Li-Dinillah tarafından tamamen sistemleştirilip müessese hâline getirilmiştir. Abbasi coğrafyasının her yerinde, bütün İslam şehirlerinde fütüvvet teşkilatları oluşturulmuştur. Bu teşkilatlar vasıtası ile toplumsal, dinî, siyasî ve iktisadî alanlarda devlet otoritesini güçlendirmiştir. Toplumsal hayat fetalar eliyle düzeltilmeye çalışılmıştır. Devlet otoritesinin zafiyete uğradığı, toplumsal karışıklıkların meydana geldiği dönemlerde fütüvvet mensupları, merkezî otoritenin güçlenmesini sağlamış, toplumsal ihtilaf ve karmaşanın ortadan kalkmasına vesile olmuşlardır. İslam tarihinin en kanlı ve karanlık dönemi olarak tabir edilen Moğol zulmü zamanında Moğol baskısına karşı savaşan ve direnç oluşturan en önemli zümre Ahiler olmuştur.
Kadim fütüvvet geleneğinin yayılma sahalarından birisi de bu dönemde zirve dönemini yaşayan Selçuklu Anadolusu’dur. Özellikle fütüvvet düşüncesine mensup âlimler ve kişiler Abbasi siyaseti neticesinde Anadolu’ya gelmiş ve burada faaliyetlerde bulunmuşlar, bilhassa da Müslüman Türkler arasından hızla taraftar kazanmaya başlamışlardır.
İslami fütüvvet telakkisi bu dönemde Türk kültür ve medeniyeti ile karşılaşmış, âdeta zaman içerisinde içi içe geçmiş ve “Türk Ahiliği”ni doğurmuştur. Özellikle feta ve fütüvvet düşüncesindeki erdemlilik, yardımseverlik, iyiliği emretme, kötülükten sakındırma vb. olumlu özellikler Türklerdeki başta “alp”lik olmak üzere birçok özellik ile benzeşmiştir.
İslami fütüvvet felsefesi, Türk Ahiliği olarak Anadolu’da kendini bulmuş, birçok önemli misyonu yüklenmiş ve yerine getirmiştir. Öncelikli olarak Anadolu’nun Türkleşip İslamlaşmasında Ahilere büyük iş düşmüş, Ahiler Anadolu’da İslam varlığının yayılmasında ve kendi medeniyetini kurmasında etkin bir rol oynamışlardır.
Ahilik medeniyetinin oluşmasında başta Ahilerin Anadolu’da piri olan Ahi Evren olmak üzere birçok tasavvuf erbabının katkısı çok büyük olmuştur.
Ahiler Anadolu’da tekke ve zaviyeler inşa etmişler, vakıflar kurmuşlar, imaretler inşa etmişler, yardıma muhtaç halka yardım etmiş, yeni göçler ile gelen halkın yerleşmesine ön ayak olmuş, yiyecek ve barınma ihtiyaçlarını gidermişlerdir. Şehirlerin kurulmasını ve halkın gerekli ihtiyaçlarının giderilmesini sağlamışlardır. Sanayi alanları kurmuşlar, çarşılar inşa etmişlerdir. Anadolu’nun ekonomik anlamda bir ticaret merkezi hâline gelmesinde önemli bir rol oynamışlardır.
Özellikle Müslümanlar, Anadolu’ya geldiğinde daha önceden burada yerleşik olarak bulunan gayrimüslimler karşısında yaşadıkları sıkıntıları Ahilerin yardımı ve girişkenliği ile aşmışlardır. Nitekim yerleşik bir düzenleri, çarşıları, kurum ve kuruluşları olan gayrimüslimler karşısında zorlanan Müslüman esnafa Ahiler kurdukları sistem ve dayanışma ile yardım etmiş, onların güçlenmesini sağlamıştır.
Özellikle belirtmeliyiz ki Ahilik düşüncesini esnaf zümreleri ile sınırlandırmak tamamı ile yanlıştır. Ahilik, yazımızın başından itibaren ifade ettiğimiz gibi çok yönlü medeniyet kurucu bir unsurdur. Ahilik esas itibarı ile tasavvufi bir sistemdir. Türk tasavvufi hayatının oluşturduğu felsefi bir yapıdır. Bu tasavvufi sistem özellikle esnaf zümreleri arasında taraftar bulmuş ve yayılma göstermiştir. Esnaf zümresi içerisinde yayılması ise Türk ticari hayatını müspet manada etkilemiş, onun hayatının zenginleşmesini ve kaliteli bir sistem oluşturmasını sağlamıştır.
Ahilik düşüncesinin mensubu olan Ahiler, insani ilişkileri, ahlaki karakterleri, erdemli davranışları, doğru ve dürüst tavırları ile Türk ekonomik ve sosyal hayatının zirvesini oluşturmuşlardır. Selçuklu Anadolu’sunda şekillenen bu ahlaki sistem, Osmanlıların kuruluş döneminde etkin olmuş, hatta lonca sistemi kuruluncaya kadar bozulmadan dinamik bir şekilde devamlılık sağlamıştır. Özellikle kuruluş döneminde Osmanlıların Bizans uçlarındaki mücadelelerinde, Balkan coğrafyasının Türkleşip İslamlaşmasında gaza yapan zümrelerin başında Ahiler gelmiştir. (Umut Güner, Tarihte Fütüvvet ve Ahilik s. 130.)
Sonuç olarak ifade etmek gerekirse, İslam inancı ile Türk kültür ve medeniyetinin birleşerek oluşturduğu bu felsefi sistem, bizim medeniyetimizin en önemli kaynaklarından birisidir. Maalesef günümüzde medeniyetimizin oluşturduğu bu ahlaki sistemin ve temsilcilerinin izleri silinmek üzeredir.
Ahilik her yönü ile örnek alınabilecek bir felsefi sistem, bir medeniyet unsuru; Ahiler ise her yönü ile örnek alınabilecek ideal bir insan portresidir. Küreselleşen ve sekülerleşen bir dünyada Ahilik bizim için kendi öz ruhumuzda bulunan, geçmişimizden çıkarıp bu güne taşımamız gereken bir medeniyet unsurumuzdur. Gençlerimiz için ideal olarak görülebilecek eşsiz bir örnekliktir. Kapitalizm karşısında varoluş mücadelesi veren sanayimiz, zanaatkârlarımız ve esnaflarımız için bir kurtuluş reçetesidir.
Ahilik ve Fütüvvet ruhunun tekrar ihya edilmesi, insani ilişkilerimizin düzenlenmesi ve esnaf ahlakımızın oluşturulması demek medeniyetimizin tekrardan ihyası demektir. Tarihî tecrübelerimize ve medeniyet oluşturan unsurlarımıza tekrar dönmek ve bu kaynaklardan beslenmek dileği ile…
Umut Güner